Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Mümin müminin aynasıdır.” (Ebu Dâvud)
Birinci müminden murad insan-ı kâmildir. İkincisinden murad bizzat kendisidir. Kendisi nazar ettikten sonra baktıktan sonra kendisini görecek. Zaten O’ndan başka bir şey yok. Hep oradan geliyor. Perde kalmamış, nasipdar olan için perde kalmamış. Varlığı olanda ayna olmaz, yok olanda ayna olur. Var olanda bu ayna tecelli etmez, yok olanda tecelli eder. Bu aynanın esası yok olanda mevcuttur, varlık olan da kendi varlığı olan da aynalık vazifesi yapamaz...
Hazret-i Allah mümin aynasına baktığı zaman kendisini görür. Çünkü; mühim olan Hazret-i Allah’ın içte olduğunu bilmek. Hazret-i Allah baktığı zaman kendisini görür; kendisinden başka bir şey yok zaten.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Mümin-i kâmil olanlar Allah katında bazı meleklerden de efdaldir.” buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce)
Bazı meleklerden de efdaldir. Çünkü o artık Allah-u Teâlâ’nın tecelliyatı oluyor. Görünüşte kişi, tecelliyât Allah-u Teâlâ’nındır.
Bir Hadis-i şerif’te de şöyle buyurulmaktadır:
“Her asırda benim ümmetimden sabikûn (önde gelenler) vardır ki bunlara büdelâ ve sıddikûn ıtlak olunur (söylenir). Haklarındaki inayet ve merhamet-i ilâhiye o kadar boldur ki sizler de o sayede yer ve içersiniz. Yeryüzü halkı için vukuu tasavvur olunan belâ ve musibetler onlarla kaldırılır.” (Nevâdir-ül Usül)
Onların yüzüsuyu hürmetine yer, içersiniz de bilmezsiniz, onların yüzüsuyu hürmetine belâyı kaldırırım da görmezsiniz.
Onlar Allah-u Teâlâ’nın nazargâh-ı ilâhiye’si, tecelliyât-ı ilâhiye’si oluyor. Onun için onu sevdiğinden rahmetini indiriyor, onu sevdiğinden belâyı kaldırıyor. Hep o sevgiden ötürü. Halbuki onu yaratan O, o hale koyan O, oturtturan yine O, onu muhafaza eden yine O. Yani Mürşid-i hakiki gerçekten Hazret-i Allah’tır. Hüküm O’nun, kuvvet O’nun, kudret O’nun. İnsan bir saman çöpü bile değil. Saman çöpü kokmuyor, çürümüyor. Ama sen kokuyorsun, çürüyorsun. Şu halde hep O! O de ve geç. Ama denmiyor.
Aslında her şey O’nun lütfu, O’nun ihsanı, O’nun ikramı, O’nun tecelliyâtı, O’nun koyması ile...
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyurmaktadır:
“Sonra ben yüzümle onlara yönelirim. Yüzümle yöneldiğim bir kimseye neyi vermek istediğimi, herhangi bir kimsenin bileceğini mi sanırsınız?” (Hâkim)
Yani ne vereceğini kimse bilmez. “Neyi vermek istediğimi!” demek, ne lütfedeceğini, ne ikram edeceğini, ne ihsan edeceğini, ne tecelli edeceğini Allah-u Teâlâ bilir. Kişi de bilmez. Artık O’nun tecelliyatı oluyor, O’nun nur merkezi oluyor. Allah-u Teâlâ oradan dilediği şekilde tecelli ediyor.
Mürşid-i kâmil bir resimden ibaret. Zaten Fenâfillah’a çıkmayan bir kimse irşad memuru olamaz, tasarruf sahibi zaten olamaz. Çünkü iki nokta orası. Allah-u Teâlâ ona tasarruf vermişse O’nun izni ile tasarruf eder. Tasarruf izni vermemişse Hazret-i Allah onda tasarruf eder. Hazret-i Allah orada tasarruf ettiği gibi, lâtifeleri de Hazret-i Allah yürütür.
Bütün insanlar Hazret-i Allah’ın ismini zikreder, o cismini zikreder. Zaten Hazret-i Allah’ın Zât’ını zikreden aslında zerre olduğunu çok iyi biliyor, hiç olduğunu biliyor, yok olduğunu biliyor, Var olanı görüyor, o Var’ı zikrediyor.
Aslında hep O, perdede başkası görünüyor. Karagöz oyunu gibidir, kâinatın idare şekli. İp, kâinat O’nun, fakat insan perdeyi, perdenin üstündekileri görüyor. Perdeyi halkedenle, perdeyi tutanı kimse görmez.
İnsanoğlu Hacivat ile Karagöz’e benzer. Karagöz oynatılırken iki mukavva vardır. Onların ipiyle başkası idare eder. Halbuki herkes zanneder ki Karagöz ile Hacivat oynuyor. O ikisi mukavvadan ibaret. İnsanoğlunun bundan farkı olmadığını ehli hakikat gözü ile görür. Bu insanın bütün hareketi, tıpkı bir mukavvaya benzer. Onu faili mutlak olan Mevlâ dilediği şekilde hareket ettirir. Fakat hiç kimse O’nu görmez de, mukavvayı görür, “Mukavva oynadı!” der. Halbuki onu oynatan iplerin kimin elinde olduğunu hiç kimse bilmiyor, görmüyor.
•
Vücud O, mevcud O.
Sana bahşettiği vücutla sen kendini başlı başına sanıyorsun. Halbuki herkese bir vücud bahşettiği gibi sana da bahşetti ki imtihana çekmek için.
Rabb’im böyle perdelemiş. En çok sevdirdiği şey hükümsüz ve değersiz olduğumuzu bildirmesidir. Hüküm O’nun olduğuna göre ismimin, cismimin ne lüzumu var? Cismim bir resimden ibaret kalıyor. Resminde hükmü olmadığına göre, halkın karşısına O çıkıyor. Aslında tecelliyâttır, görünüşte kişidir. Biz burada aldanıyoruz.
•
Dünyada iken zahirde kalanların Cenâb-ı Hakk cennette zahir mükâfatını verir. Mukarrebler ve Ebrar dünyada cennet için çalışmaz, Allah ve Resul’ü için çalışırlar. Hazret-i Allah da onlara kendisini ve Resul’ünü vermiştir. Cennet-i âla’da da öyle yaşayacaklar. Orada da en güzel hayatı bunlar yaşarlar. Şimdi iç ve dışı ayırmış olduk. Yani cennetinde zâhiri ve bâtınının olduğu açılmış oldu.
•
İsm-i azam’ı kimin bilmesi lâzım? İsm-i azam ancak Hazret-i Allah’ı, Hazret-i Allah’da isteyende açılır ve bunların bilmesi lâzımdır. Çünkü İsm-i azam ile yapılan duâ mutlaka kabul olunur ama başka bir şey istersin, o da helâkına vesile olur. İsm-i azam’la Hazret-i Allah’a sığınıp Hazret-i Allah’tan başka bir şey istemeyene verir.