Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (116) - İbtilâ Allah-u Teâlâ’nın Bir Lütfudur - Ömer Öngüt
İbtilâ Allah-u Teâlâ’nın Bir Lütfudur
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (116)
Dizi Yazı - İnciler ve Hatıralar
1 Aralık 2020

 

Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (116)

 

İbtilâ Allah-u Teâlâ’nın Bir Lütfudur:

Ziyarete gelen bir misafire; “Hastalığınız nasıl oldu?” diye sordular.

Biraz iyileştiğini, fakat devam ettiğini söylediklerinde şöyle sohbet açıtlar:

“Şimdiye kadar bize sıhhat bahşeden Hâlîk’ımıza şükürler olsun. O’nun ibtilâsı da sıhhat kadar kıymetli ve iyidir.

Çünkü ibtilâ, günahların gitmesine, kişinin dünyadan soğumasına, Hakk’a tekarrüb etmesine vesile olur.

Hakk Celle ve Âla Hazretlerimizin ihsanını aldıkça, isyanımız muhakkak artıyor. Bunu böyle bilmemiz lâzım.

O ibtilâlar lütuftan gelir.

Allah-u Teâlâ'ya ne kadar muhtaç olduğumuzu anlayalım. Nasıl sığınmamızın, nasıl münacât yapmamızın gerektiğini çok iyi bilelim. Yine çok iyi bilelim ki, Allah’ımız bizi bizden çok seviyor. Kaç defa içimizden gelerek yemin etmişizdir.

“Allah'ım! Vallahi sen beni benden fazla seviyorsun. Çünkü ben kendimi helâk etmek için hep uçurumun kenarına geliyorum, sen beni hep kurtarıyorsun. Kendimi düşünseydim o uçurumdan aşağı atmak istemezdim. Sevmeseydin beni kurtarmazdın. Görüyorum ki beni benden fazla seviyorsun.”

Kişi ahkâm harici bir işe meylettiği zaman, kendisini uçurumdan aşağı attı demektir. Kurtulursa Allah-u Teâlâ’nın lütfu olmuştur.

Şu bir gerçektir ki, ihsanları aldıkça insanların isyanları da muhakkak artıyor.

İbtilâ Allah-u Teâlâ'nın bir lütfudur.

“Ey kulum! Kendine gel. Nimetlerimi alıyorsun, şükredecek yerde isyana doğru gidiyorsun. Benden geldin, yine bana döneceksin. Olduğun gibi değil de, icabettiği şekilde gel!” mânâsına geliyor.

Bizi bu kadar seven Allah-u Teâlâ, bize kötülük yapar mı? Eğer bir ibtilâ verirse mutlaka pişmemiz, olgunlaşmamız için, kâmil bir insan olmamız için verir. Ekmek de ateşte pişiyor, ateşe verilmezse çiğ kalır. İnsan da pişecek ki, beşeriyete faydalı olsun, numune olsun.

Bir kul noksanlığını tamamen itiraf edip, hiçbir şey yapmadığına ve yapamayacağına, kendisinin bir çöpten farksız olduğuna kanaati hâsıl olduğu zaman, Allah-u Teâlâ onu hıfz-u himâyesine, tasarruf-u ilâhîsine alır. Hıfz-u himâye ile tutmuş, tasarruf-u ilâhîsi ile de yürütmüş olur.

İşte kurtulabilen böyle kurtulabiliyor.

İbtilâ günahların gitmesine, derecâtın çoğalmasına işaret olduğu gibi, dünya nimetlerinden de insanı soğutur.

Gelene râzı olalım. O, taksim edicilerin en güzelidir. Lâkin biz gelsin diyoruz. Varken iyi, bir ibtilâ geldiği zaman ise bocalıyoruz. Bunlar hep zaafımızdan oluyor. Zayıfız, onun için bocalıyoruz.”

“Bir ibtilâ var bir de belâ var.

Birisi Hakk’tan geliyor, senin iyiliğin için, belâ geliyor yine senin iyiliğin için. Amma senin cezan. Ötekisi rahmet, berikisi ceza.

İbtilâ Allah-u Teâlâ’nın sevdiği kuluna gelir, onu her türlü günahtan, kirden, şek ve şüpheden, her türlü pisliklerden temizlemek için ve yıkamak için.

İbtilânın en tatlı kısmı, kulunu Zât’ına yaklaştırır, gözyaşı döktürür, gönlünü tertemiz yapar, gideceği yere hazırılık yaptırır. Bu ibtilâ kişinin kabahatinden ötürü gelmez, O’nun muradından ötürü gelir.

İbtilâ Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı’nın sünnetidir. Çünkü gelen ibtilâ nefse geliyor, ruh hayat buluyor. Rahat istirahat nefsin hoşuna gidiyor, bu durum onu sünepeliğe sevkediyor.”

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“İnsanlar içinde en ziyade mihnet ve meşakkatle imtihan olunan Enbiyâ-i izam, ikinci derecede Evliyâ-i kiram ve üçüncü derecede onlara benzeyen kimselerdir.” (Tirmizî)

 

Nurlu Sözler, Hikmetli Beyanlar:

“Hepimiz misafiriz. Misafirhanede misafir olduğumuzu bilip, ev sahibini muhakkak tanımalıyız.

Ev sahibini tanıdığımız zaman, senlik-benlik ayrılık-gayrılık olamaz.”

Tayin konusunda suâl sorulduğunda; “Cenâb-ı Fahr-i Kainat Efendimiz’in kalbin meylettiği tarafa yönelmeyi emir buyurduğunu, kalbin meylettiği tarafın tercih edilmesini” beyan ettiler.

Rabıtâ-i mevt’ten bahsetmişlerdi.

Ezcümle; “Nefsin ölümü çok anmakla terbiye olacağını, ölümü ona duyurmanın lâzım geldiğini, zulümle öldürüldüğünü, sürüne sürüne öldürüldüğünü fiilen düşüneceğini, bütün günahların göz önüne getirilip o şekilde günahkâr olarak gittiğini tefekkür edeceğini” söylediler.

“Cenâb-ı Fahr-i Kainat Efendimiz’e, bize yakın olduğunu bilerek Salât-ü selam getirmeliyiz. Çünkü onlar muhabbetle anıldığı zaman, oradadır onların ruhaniyeti.

Şu halde bizim o edebi takınmamız lâzım. Onları andığımız anda, onların orada olduğunu düşünerek Salât-ü selam getirmeliyiz.

Bizim bu gibi yerlerde çok boşluğumuz var.”

Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz’in bir sözünü naklettiler:

“Hazret-i Abdulkadir Geylâni -kuddise sırruh- buyururlarki;

“İstersem elimi kessinler, reddedersem dilimi kessinler.”

Üçüncüsünü biz ilâve ediyoruz; “Geleni tutarsam, rızkımı kessinler.”


  Önceki Sonraki