[Halvet’in âdâbı] Başka insanlara kapını kapatmandır. Bu, aynı şekilde, kendi aranla ailen arasında da böyle olmalıdır.
Ayrıca, zikirlerden dilediğin hangi zikirle olursa olsun, Allah-u Teâlâ’yı zikretmekle meşgul olmandır.
O’nun en büyük ve en ulu ismi: “Allah, Allah!..”tır. O’ndan daha üstün ve yüce hiçbir şey yoktur.
Dolayısıyla senin O’nun zikri ile meşgul olup, bozuk hayallere dayalı yollardan kendini muhafaza altında tutman gerekir.
Yiyip içtiklerin konusunda da kendini koru, muhafaza et!
Yağ gibi yumuşak olmaya gayret et!
Lâkin en iyisi ve en güzeli de, hayvanlardan daha farklı ve başka olmandır.
Fazla yemekten ve tokluktan sakın, açlıkta da sakın ifrata gitme!..
Mizacındaki itidâle, orta yola göre yol tutman elzemdir.
Kuruluk ve susuzluk içinde mizaç ifrata varınca, uzun hayâllere ve saçma-sapan hezeyan ve düşüncelere kapılmaya başlar.
[Kalbe] gelen söz ve mânâ için aynı durum söz konusu olduğunda ise, ilâhi lütuflardan yana bir sapma meydana gelir. Aynısı senin talep ettiğin şey için de geçerlidir.
Gelen söz ve mânâya karşılık, kendi içinde bulduğun şeye göre; Melekî-rûhânî söz ve mânâlarla, şeytânî, ateşe götürecek rûhânî söz ve mânâları birbirinden ayırt etmen gerekir.
Bu gelen söz ve mânâ melekî olduğu zaman, soğuk ve mânevî bir lezzetle tamamlanır; elem ve keder söz konusu olmaz, senin sûretinde hiçbir değişme olmaz ve bilincin seni terketmez.
Şeytânî söz ve mânâ meydana gelince ise, organlarda bir hırs, elem ve keder, kaygı, şaşkınlık, sükûnet ve tevazudan uzaklaşma meydana gelir.
Zikir, tâ ki senin kalbinde Allah’a karşı bir haşyet ve korku meydana gelinceye kadar devam eder. Sakın “Bu neyin nesidir?” deme; ulaşman gereken Maksûd’un işte odur!..
Şu kadar var ki senin akit ve sözün de ind-i İlâhî’ye duhûl edinceye dek Halvet halinde olmandır.
O öyle bir Allah’tır ki;
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şûrâ: 11)
Senin için sûretlerden yana tecellî edebilecek her şey, ancak halvet sayesinde gerçekleşebilir.
O sana: “Ben Allah’ım!” der, sen de ona: “Allah her türlü noksan sıfatlardan müezzeh ve yücedir!” dersin ve artık sen Allah ile olur, gördüğün her sûreti yok olmuş bulursun. O’ndan yana sarhoşluk ve kendinden geçmişlik seni sarar ve dâimi sûrette zikirle meşgul olursun.
İşte akit ve sözün birincisi budur.
İkinci akit ise; halvetinde senin başkalarına karşı yalnız O’nu talep etmen; O’ndan başkası için gayret etmekle alâkanı kesmendir. Sübhân olan Allah ile bulunman, kâinattaki her şey sana sunulsa da edeple tutunman, O’ndan başkasını yanında tutmamandır.
Senin talebinde düzgün bir yol tutman, aynı zamanda senin ona mübtelâ olmanı gerektirir.
Sana gelecek olan şeyle beraber olman senin için en önemli şeydir; sende hasıl olduğu vakit, sende herhangi bir şeyin bozulmasına meydan vermemendir.
Sen işte bunu bilip anlayınca, bil ki Allah seni sendeki bozuk ya da zaaf gösterdiğin herhangi bir şeyle ibtilâya maruz kılar.
Sana anahtar olacak ilk şey; sana söylenen her emre tertipli ve düzenli bir şekilde itâat etmendir. O ise herhangi bir engel, zulmet ve halkın ev (gönül)lerindeki herhangi bir fiileriyle perdelenmeksizin, gözle görülmeyen gaybî his âlemini keşfetmenle gerçekleşir.
Ancak, Allah senin üzerinde onu görünür hale getirince, Ehad’in birlik sırrını keşfedebilmen için de senin kendini mutlaka muhâfaza etmen gerekir.
Her şeyden sıyrıl ve (nefsine) de ki:
“Bu hırsızdır, bu dönektir, bu kendini göstermeyen bir şeydir!”
Onlar (ibtilâlar) senin nefsine gelir, şeytan ise sana müdâhale etmeye çalışır; böylelikle sende “Settâr” isminin tecellîsi gerçekleşir.