Hakk Celle ve Alâ Hazretleri sevdiği, seçtiği, meth-ü senâ ettiği peygamber kullarının her birine ayrı bir lütufla tecellî etmiştir. O lütuf Muhammed Aleyhisselâm'ın nuru idi. Geldikleri zaman Muhammed Aleyhisselâm'ın emaneti ile Nur-i Muhammedî ile geldiler. Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'deki her fazilet, meziyet ve mazhariyet, üzerlerindeki emanet, Muhammed Aleyhisselâm'ın nurunu taşıdıklarından ötürüdür.
"Nur üstüne nurdur." (Nûr: 35)
Yani Allah-u Teâlâ kendi nurundan Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin nurunu yarattı. Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı'nın hepsini de Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin nurundan yaratmıştır. Onlardaki nur Resulullah Aleyhisselâm'ın nuru idi.
Tâ Âdem Aleyhisselâm'dan beri o nur onların üzerinde döndü durdu. Her birinin alnında parlıyordu. Nihayet nurun sahibine kadar geldi. Zaten onun nuru idi, nur nura kavuştu.
•
Peygamber, haberci mânâsına gelir. Arapça'daki "Nebi" ve "Resul" kelimelerinin karşılığı olarak kullanılmaktadır.
Allah-u Teâlâ'nın, kullarına muradını bildirmek, onlara emir ve yasaklarını haber vermek, irşad ve ikaz etmek üzere seçtiği ve vazifelendirdiği insanlara peygamber adı verilir.
İnsanlar hak din üzerinde idiler. Sonradan ihtilâf ve tefrikaya düşerek doğru yoldan saptılar. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ kendi varlığını ve birliğini tanıtmak ve sevdirmek, emirlerini bildirmek ve ulaştırmak, azabı ile korkutmak, rahmetini müjdelemek için insanların arasından sevdiği, seçtiği bazı kullarını peygamber olarak vazifelendirmiştir.
Peygamberlik vazifesine "Nübüvvet" ve "Risalet" adı verilmektedir. Nübüvvet vazifesi alan peygembere "Nebi", risalet vazifesi alana ise "Resul" denir.
İlk peygamber Âdem Aleyhisselâm'dır. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise yaratılış itibarı ile ilk, peygamber olarak da son peygamberdir.
Bu arada birçok peygamberler gelip geçmiştir. Kur'an-ı kerim'de isimleri geçen ve kıssaları az veya çok anlatılan peygamberler olduğu gibi, isimleri anılmayan ve kıssaları anlatılmayan peygamberler de vardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Resul'üm! Andolsun ki, senden evvel de peygamberler gönderdik. Sana onların kimini anlattık, kimini de anlatmadık." (Mümin: 78)
Sayıları yüz yirmi dört bini bulan bu seçkin rehberler, rahmet-i ilâhî'nin birer tecellîleridirler. Hâlik-ı Azîmüşşân'ı en iyi bilenler onlardır.
Onlar en yüksek ahlâka ve vasıflara sahip mümtaz ve müstesnâ insanlardır. Her biri birer numune-i imtisaldir. Hepsi de Hakka'l-yakîn mertebesindedirler.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Onlar bizim katımızda seçilmişlerden ve hayırlılardan idiler." (Sâd: 47)
Ahiret yurdunu düşünüp bunun dışında her türlü dünyevî ve nefsanî düşüncelerden sıyrıldıkları gibi, zihinlerini ve gönüllerini bütünüyle ahiret hayatını hatırlatmaya çevirmişlerdir.
Bunun içindir ki, Allah-u Teâlâ mertebelerini yüceltmiş, onlara hiç kimsenin ulaşamayacağı makamlar vermiştir.
"Onların hepsi sâlihlerdendi." (En'âm: 85)
Üzerlerine düşen kulluk vazifelerini hakkıyla yapıyor, sakınılması gerekenden sakınıyorlardı.
•
Allah-u Teâlâ onları yol gösterici ve öğüt verici olmaları için bizzat kendisi terbiye etmiş, din ve dünya işlerinde önder kılmıştır. Onlar insanların en hayırlıları ve en seçkinleri, beşeriyetin ilk mürebbileridirler.
Her hususta doğru sözlüdürler, aslâ yalan söylemezler. Her türlü itimada haiz olup, istikametten ayrılmazlar. Masumdurlar; günah işlemezler. Son derece iffet ve ismet sahibidirler. İnsanların en zekisi ve en akıllılarıdırlar. Kuvvetli bir iradeye sahiptirler. Allah'tan aldıkları emir ve nehiyleri olduğu gibi insanlara bildirirler.
Âyet-i kerime'de:
"Onları emrimizle doğru yolu gösterecek rehberler kıldık." buyuruluyor. (Enbiyâ: 73)
Onlar din ve dünya işlerinde kendilerine uyulan önderlerdir. Allah-u Teâlâ'nın emriyle insanlara hak ve hakikati gösterdiler.
İnsanları Allah yoluna çağırdılar. O'nun emir ve yasaklarını dinlemeye ve itaat etmeye teşvik ettiler. Yoldan sapanların âkıbetlerinin kötü olacağını, dünya saâdetinden ve ahiret selâmetinden mahrum olacaklarını haber verdiler. "İşittik, itaat ettik!" diyenleri A'lây-ı illiyyîn'e çıkardılar, söz dinlemeyenleri kendi hallerine bıraktılar.
•
Peygamberler Üç Kısımdır:
Ulü'l-azm olanlar, resul olanlar, nebi olanlar.
Peygamberlerden "Azim sahibi" olanlar, diğerlerinden üstündür. Ulü'l-azm peygamberlerin sayısı Âyet-i kerime'lerde nass yoluyla zikredilmiş olan beş peygamberdir:
"Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur.
Resul'üm! Sana vahyettik, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki, dine bağlı kalın ve dinde ayrılığa düşmeyin." (Şûrâ: 13)
Nuh Aleyhisselâm'dan Muhammed Aleyhisselâm'a kadar gelen şeriat sahibi peygamberlerin hepsine de bu emir verilmiş bulunmaktadır. Bütün peygamberler bunu tatbik için gönderilmişler, hepsi de zamanlarındaki din bozukluklarını düzeltmek için doğru din ile gelmişler, tefrikayı, ayrılıkları kaldırmak için Tevhid'e dâvet etmişlerdir.
Bu peygamberlere "Azim sahibi" denilmesinin sebebi; azimlerinin kuvvetli, imtihanlarının şiddetli, mücadelelerinin ağır ve güç oluşundandır.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde:
"Resül'üm! Azim sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret!" buyuruyor. (Ahkâf: 35)
Çünkü sen de onlardansın.
Resulullah Aleyhisselâm, peygamberler içinde en çok mücadele vereni, en ziyade sabır ve fedâkârlık gösterenidir. Nitekim Allah-u Teâlâ da onu diğer peygamberlerden daha çok övmüş, ikram ve ihsanlara mazhar kılmıştır.
Resul "Gönderilen kimse" mânâsına gelir. Allah-u Teâlâ'nın hususi olarak indirdiği Kitap ile vahyetmiş olduğu hükümlerini halka tebliğ etmek üzere gönderdiği peygamber demektir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Resul'üm! Kur'an'da Musa'yı da an! O seçkin kılınmış halis bir insan ve Resul bir peygamberdi." buyuruyor. (Meryem: 51)
Musa Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'dan haber veren ve insanlara doğru yolu gösteren, derecesi yüksek bir Resul'dü.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e yeryüzüne kaç resul kaç nebi gönderildiği sorulduğunda; resullerin üç yüz on üç, nebilerin ise yüz yirmi dört bin olduğunu söylemiştir. (Ahmed bin Hanbel)
Her "Resul" nebidir, fakat her "Nebi" resul değildir.
Nebi "Haber getiren veya yol gösteren kimse" mânâsına gelir. Kendisine kitap indirilmemekle beraber, tebliğe memur olsun olmasın, kendisine vahyedilen peygamberdir. Kendisinden önceki Resul'ün şeriatini bildirmek için gönderilmiştir.
Resul şeriat koyucu, nebi ise o şeriati koruyucu peygamber demektir.
Nitekim İsrâiloğulları'na gönderilen peygamberlerin hepsi de Musa Aleyhisselâm'ın şeriatini anlatmak için gönderilmişlerdir.
"Selâm olsun bütün peygamberlere!" (Sâffât: 181)