Ensâr’dan Sâlebe bin Hâtıb adında bir kimse Resulullah Aleyhisselâm’a gelerek: “Yâ Resulellah! Bana mal vermesi için Allah’a duâ et!” dedi.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Yâ Sâlebe! Yazık sana! Şükrünü yerine getireceğin az bir mal, şükrüne güç yetiremeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır.” buyurdu.
Bir başka seferinde yine söyleyince şöyle buyurdu: “Yâ Sâlebe! Peygamberin gibi olmaya râzı değil misin? Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, şayet ben dağların altın ve gümüş akıtmasını isteseydim, mutlaka akıtırlardı.”
Sâlebe ise isteğinde ısrar ederek şöyle dedi:
“Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, eğer bana mal vermesi için Allah’a duâ edersen, O da bana mal verirse, her hak sahibine mutlaka hakkını vereceğim.”
Nitekim onun hakkında nâzil olan Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Onlardan kimi de: ‘Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, andolsun ki sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız.’ diye O’na kesin söz verdiler.” (Tevbe: 75)
Sâlebe sürekli olarak Resulullah Aleyhisselâm’a bu husus için başvurmaktan geri durmuyordu.
Sonunda Resulullah Aleyhisselâm:
“Allah’ım! Sâlebe’ye mal ver!” diye duâ etti.
Sâlebe önce bir koyun edindi. Koyundan kurtçuklar gibi çok sayıda kuzular türedi. Kısa sürede sürüsü o kadar çoğaldı ki, Medine-i münevvere dar gelmeye başladı. Oradan dışarı çıkıp, Medine vadilerinden bir vadiye çekildi. Artık mallarıyla uğraşıyordu. Nihayet öğle ve ikindi namazlarını cemaatle kılmaya diğerlerini terketmeye başladı. Sürüleri daha da çoğalınca Cuma namazını ve cemaati terketti.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün: “Sâlebe ne yapıyor?” diye sormuş, Ashâb-ı kiram durumunu haber verdiklerinde üç defa: “Yazık oldu Sâlebe’ye!” buyurmuştu.
Sonra Allah-u Teâlâ:
“Onların mallarından sadaka al!” (Tevbe: 103)
Âyet-i kerime’sini indirdi, ayrıca zekâta âit farizalar nâzil oldu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz iki kişiyi müslümanlardan zekât almaları için memur olarak gönderdi.
Onlar da gittiler, nihayet Sâlebe’nin yanına geldiler, ona Resulullah Aleyhisselâm’ın yazısını okudular. Emr-i nebevî’yi işiten Sâlebe: “Bu istediğiniz cizyeden, cizyenin kardeşinden başka bir şey değildir, bilmiyorum bu nedir?” dedi. Onlar da ayrılıp gittiler. Zekât toplayıp tekrar Sâlabe’ye geldiler. O ise yine aynı şeyleri söyledi, vermekten imtina etti.
Memurlar huzur-u nebeviye geldiklerinde, daha onlar bir şey söylemeden: “Yazık Sâlebe’ye!” buyurdu.
Bu arada mezkûr Âyet-i kerime nâzil oldu:
“Allah onlara lütfundan verince, onda cimrilik edip yüz çevirdiler, sözlerinden döndüler.” (Tevbe: 76)
Sâlebe’nin akrabasından biri Resulullah Aleyhisselâm’ın yanında bu Âyet-i celile’yi işitince, gidip Sâlebe’ye haber verdi.
“Yazık sana ey Sâlebe! Allah senin hakkında şöyle şöyle âyet indirdi.” dedi.
Durumu öğrenen Sâlebe, vermesi gereken zekâtını yanına alarak Resulullah Aleyhisselâm’ın huzuruna geldi, zekâtının kabul buyurulmasını istedi. Resulullah Aleyhisselâm: “Allah senin zekâtını almamı yasakladı.” buyurdu.
Sâlebe başına toprak saçmaya başlaması üzerine Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Ben sana vaktiyle emretmedim mi? Sen ise bana itaat etmedin.”
Zekâtını vermekte ısrar etmesine rağmen kabul edilmeyince evine çekildi. Halife olduğunda zekâtını Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-e götürmüşse de kabul etmemiş “Onu senden Resulullah Aleyhisselâm kabul etmedi.” buyurmuş, vefatına kadar da almamıştı.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- de aynı yolu izlemiş, onun zekâtını kabul etmemişti.
Ve Sâlebe Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in hilafeti zamanında ölmüştür.