Bil ki, Allah insanları yarattığı andan itibaren birtakım mükellefiyetlerle sorumlu kılmıştır. Onları yokluktan varlığa çıkardığından beri onların yürüyüş ve ilerlemeleri son bulmamıştır. Cennet veya cehennemin içine girmekten başka da onlar için kat ettikleri bu merhalelerin bir hududu ve sınırı yoktur.
Her cennet ya da ateş, onu hak edene göre ayarlanmıştır. Her akıl sahibi kişiye vâcip ve gerekli olan ise, yürüyüş ve ilerleyişin; zorluk ve meşakkat, geçim sıkıntısı, mihnetler, belâlar, endişe ve tehlikelerin ağırlıkları ile zorlukların dehşetleri üzerine bina edildiğini bilmesidir.
Nimetler veya emniyet ya da lezzet hakkında tamama erişmek muhâl olduğundan, çeşitli sulu yemekler, gerçekleştirilen muhtelif arzular ve her kaynağın ehli, bir başka kaynak ehline karşı hep muhâliftirler.
Yürüyen yolcu her bilgi sahibinin ve menzilin kendisine ilkâ ettikleriyle düzgünleştiği vakit, o artık onların yanında bir gece ya da bir saat kadar tasarrufta bulunur. Nerede olursa olsun rahatını düşünür, onun bu hâli kimde vardır?
Bizim bununla murâd ettiğimiz şey, bütün çer-çöp ne varsa hepsini toplayan, dünya nimetlerinin peşinde koşan ve onunla uğraşanları reddetmektir. Zira bunu yapmakla uğraşanlar bize göre en aşağılık, kendisiyle meşgul oldukları ya da kendilerine iltifat ettikleri şeyler de en düşük şeylerdir.
Asıl arzumuz ise, yerleşik sabit şeyler dışında kişiye ilâhi müşâhededen lezzetlenme konusunda acele etmesini öğütlemektir. Buradaki hâl ise bambaşka bir menzildedir. Hakk ile istihlâk, yani O’nda yok olma ve uğraşların Hakk yoluna yönelik olmasıdır. Seyyidler, yani yolun efendileri bizi hep bundan yana çekmek isterler. Onun hakkında kişi vaktini boşa harcadığı zaman ise mertebesi noksanlaşır, yerinde yakışık almayan bir şeyle uğraşır. Hiç şüphesiz dünya ve onunla alâkalı çaba ve gayretler, ona ulaşmak için kurulan temeller ve bunlardan tad almaya çalışmak, O’na karşı mânen edebi bozmak ve asıl büyük işi ortadan kaldırmaya çalışmak demektir. Buradaki zaman ise, onun içindeki o şeyler yüzünden, en yüksek makâmı terk etmiş olduğu bir zamandır.
İlâhi tecelli ancak ilmin gücü ve sûreti nispetinde gerçekleştiği için, senin için meydana gelecek olan şey de ancak O’nunla ilgili ilimden, senin çaba ve gayretinden, ilk zamanlar hakkındaki örneklerle kendini hazır hâle getirmen, daha sonra ise ikinci bir zamanda sana müşâhede ettirilen şey sayesinde gerçekleşir. Zira ilk zamanda kararını bulan amelinin sûreti onun sayesinde müşâhede hâline gelir. Mâsivâyı ziyadeleştirirsen, artık ilimden yana sende bir ziyadelik meydana gelmez.
Kuvvet birdir, onda yer tutup biriktirdiklerinle sana erişen şey sende hâsıl olur. O, âhiret yurdudur ki, onda artık amel diye bir şey yoktur. Sen müşâhede ettiğinde o zâhiri amel sahibi hakkında olursa bâtın ilmi telkin edilir, böylelikle senin için en yüce olan şey meydana gelir. Çünkü senin için tüm iyilik ve güzellikler, Rabb’ini talep ettiren rûhâniyetin sayesinde artıp ziyadeleşir, talep ettiğin nefsani şeyler sayesinde ise ancak O’ndan sıyrılıp uzaklaşırsın. İnsani letâfet ve incelikler, onun amelinin sûreti üzere bir araya toplanır ve cisimler ancak iyilik ve kabahatlere göre şekillenen amelinin sûreti üzere neşr olunur. İşte nefsin sonu budur. Mükellefiyet ve sorumluluklarını, yükseliş ve çıkış basamaklarını yerleştirmeyi bilmekten artık sıyrılıp çıkınca, işte o zaman o sadece açtığı gediğin semeresini bulur.
Bunu idrak edince, -Allah bizi de seni de muvaffak kılsın-, bil ki sen, Hakk’ın huzuruna dahil olmayı ve O’nun tarafından tutulmayı murâd ettiğin zaman ise, vâsıtaları terk etmen ve O’nunla ünsiyet etmen nedeniyle senin için artık bunlar düzgün olmaktan çıkar, kalbinde sadece O’ndan gayrısının sözü kalır.
Sen, senin üzerinde mutlak hükmünü yürüten Kimse için -ki bunun hakkında hiçbir şüphe yoktur-, seninle ilgili olarak insanlardan uzlet edip kaçmaktan ve toplanıp yığılanlara karşı halvetten faydalanmaktan başka bir yol bulamazsın. O ise senin halktan uzak durmaya güç yetirebildiğin nispette Hakk’ın zâhiren de, bâtınen de sana yakın olmasıdır.
Senin için vacip ve gerekli olan ilk şey ilim talep etmektir ki, onunla kuvvet kazanırsın ve ayrıca temizlenmen, namaz kılman, oruç tutman ve takvâ sahibi olmandır. Bundan daha ziyadesi üzerinde olmamak, O’nun has talebine karşı seni aykırı bir duruma düşürmez. O şükür kapısıdır, sonra onunla amel eder, sonra verâyı elde eder, sonra dünyadan yüz çevirir, sonra da tevekkül edersin.
Tevekkül hallerinin ilk halinde senin için dört türlü keramet hasıl olur. Bunun da senden hasıl oluşuna nispetle birtakım alâmetleri ve delilleri mevcuttur.
Tevekkülün ilk derecesinde yeryüzünü bir anda aşıp katedebilir, su üzerinde yürüyebilir, havayı yakıp tutuşturabilir, varlıkları yenip bitirebilirsin. Bu bâbda hakikat odur, sonra bunu takiben makamlara, mânevi hallere ve kerametlere yönelirsin; Allah için ölüme ulaşma işini hafifletirsin. Allah ise, sen makamının nerede olduğunu anlayıncaya kadar senin halvetine müdahale etmez, sen vehmin hakimiyetinden yana kuvvetli olursun.
Sen, seçkin ârif bir Şeyh’in elinde olmadıkça halvete yol bulamazsın, vehmin senin üzerinde hakimiyetini yürütmüş olur. Vehmin seni hakimiyeti altında bulundurup halveti engeller ve yükselmene engel olur. O nedenle senin halvetten önce riyâzetle onun üstesinden gelmen gerekir. Riyâzet ise ahlâkı güzelleştirmekten, göz dikmeyi terk etmekten ve eziyetlere tahammül etmekten ibarettir. Hiç şüphesiz bir insan riyâzeti önünü açıp da onu öne geçirmeyince, illa nadir bir hüküm olmadıkça hiç kimse ebediyyen O’na gidemez.
Halktan ayrılıp uzaklaşmak onların sana kasd edip sana yönelmelerinden de sakınmanı sağlar. O insanlardan ayrı durmaktan ileri gelmiştir, artık insanların ona kasıt kapısı bir daha açılmaz.
Uzlet’ten murâd, insanları ve onlarla bir arada bulunmayı terk etmektir. Sadece insanları bırakmak murâd edilmemiştir, onların sûretlerini de terk etmek gerekir. Bundan murâd ise onların senin kalbinin ve kulağının dışında olmaları, ona geldikleri vakit fuzuli sözlerden önlerinin kapanması; bilmiş geçinenlerin hezeyanlarından kalbinin temiz tutulup arınmasıdır.
[Kalp] evinin içindeki ayrılıştan her biri ise ona insanların kasıt kapısını açar. O riyâset ve makama talip olur, Allah-u Teâlâ’nın kapısından kovulur. Ona ayak bağı olacak şirklerden yana, helâke düşmesine sebep olacak en yakın misâl budur.
Allah Allah!.. İşte bu makamda nefsin tuzaklarından muhâfaza altında olmak gerekir, zira insanların birçoğu onun yüzünden helâke düşmüşlerdir.