Hazret-i Allah’ın biricik Habib’i âhir zaman peygamberi Muhammed Aleyhisselâm, Rebiulevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi sabaha karşı Mekke-i Mükerreme’de dünyaya teşrif etmişlerdir. Bu pek mühim hadisenin oluşu Milâdî 571 yılına tesadüf eder.
Dedeleri arasında babadan evlâda geçerek gelen bir nûr vardı. Bu nûr nihayet Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e intikal etti ve mübarek yüzlerinde parlamaya başladı.
Onun velâdeti ile kıyamete kadar devam edecek olan nûrlu bir devir açılmıştır.
Bütün Peygamber -Aleyhimüsselâm- Efendilerimiz ya bir kavme ya bir memlekete veya muayyen bir zamana ait olmak üzere gönderildikleri halde Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyamete kadar bütün insanların saadet ve selâmetini temin için gönderilmiştir ve peygamberlerin sonuncusudur.
O ki, Hazret-i Allah’ın inanan bütün insanlara en büyük nimetidir.
Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm, inanan bütün insanlara Allah-u Teâlâ’nın en büyük nimetidir.
“Andolsun ki, Allah müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i İmrân: 164)
Nurundan Resulullah Aleyhisselâm’ı yaratması, o nur ile âlemleri donatması, “Rahmeten lil-âlemîn” olduğunu bizzat beyan buyurması, onunla hayat vermesi, inananları temizleyip nura çıkarması, Hakk’a ulaşmaya vesile olması en büyük lütuftur, ikram ve ihsandır. Tabii ki bilen için. Çünkü eğer Allah-u Teâlâ onu göndermeseydi, Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i Kerime’lerini okuyup onlara açmasaydı, doğruyu eğriyi nereden bileceklerdi? Hidayete nereden ereceklerdi? Onlar bununla hikmete erdiler, hakikati buldular, Hakk’a eriştiler.
Allah-u Teâlâ müminlere büyük bir lütufta bulunduğunu yemin ederek haber vermektedir. Hiç şüphe yok ki bu şerefe erenler de ancak iman edenlerdir.
Bu güzide peygamber, Allah-u Teâlâ’nın beşeriyete en büyük nimetidir:
“Çünkü onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, kendilerini tertemiz yapıp arıtan, kitap ve hikmeti öğreten kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir.” (Âl-i İmrân: 164)
Bu lütufların en büyüğü değil midir?
İnsan cinsinin yine beşer olarak bir peygambere kavuşması ne büyük nimettir. Allah-u Teâlâ’nın insanlara gönderdiği peygamber, insandan başka diğer yaratıklardan olsaydı, insanlık adına büyük bir şeref olmazdı.
O şânı yüce Peygamber; insan haysiyetini, şeref ve itibarını zedeleyecek maddî ve mânevî her türlü çirkinliklerden, ahlâkî kötülüklerden; kararan ruhları, taşlaşmış kalpleri küfrün ve şirkin bütün kirlerinden arındırıp temizlemiştir.
“Halbuki onlar daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmrân: 164)
İşte Allah-u Teâlâ bu nur sayesinde onları karanlıktan aydınlığa çıkardı. Hidayet nuruna kavuşturdu ve sapıklıktan kurtardı. Bundan büyük nimet ve lütuf tasavvur edilemez. Allah-u Teâlâ insanların ebedî azaptan kurtulmasına, zulmetten nura, kahırdan lütufa, ebedî saâdete ermesine onu vasıta kıldı.
O bir hidayet nurudur. Allah’a varan hedefe onun yolundan gidilir, hakikatin köprüsüdür. Allah-u Teâlâ onu, kullarının hidayete ulaşmalarına sebep kılmıştır.
Sûrî ve mânevî, zâhirî ve bâtınî, ilmî ve amelî, dünyevî ve uhrevî bütün üstünlüklerin ve yüceliklerin hepsi onda toplanmıştır.
Ebedî âleme teşrif buyurduktan sonra da, nübüvvet ve risâlet nurları kıyamete kadar böyle devam edecek, ona tâbi olanlar o nurla nurlanıp, o nurla hidayete erecekler, kıyamete kadar da o nurla saâdet ve selâmet bulacaklardır. Ahirette ise onunla beraber cennet-i âlâda beraber olacaklardır. Niçin? Onunla oldukları için. Fakat onunla olmayanlar bu saâdetten mahrumdurlar, onun ümmetinden olmayanlar anlatılan devlete eremezler.
İnsanlar için en büyük bahtiyarlık, en yüksek mertebe ve en büyük meziyet, emsali görülmemiş ve bir daha da görülmeyecek olan Peygamber Aleyhisselâm’ın yolunda yürümek, yüce ahlâkını tatbik edebilmektir.
Yaptıklarını yapanlar, gösterdiği yoldan gidenler, dünyada saâdete ahirette ise selâmete kavuşacaklardır.
Ve fakat Allah-u Teâlâ bu kadar açık beyan ettiği halde, sapıklıkta kalan yine sapık, yine sapık! Çünkü O’nun nur vermediğine hiç kimse nur veremez, O’nun hidayet vermediği kimsede hidayet de olmaz.
Onu bizzat gören, uğrunda canını ve malını fedâ etmekten bir an tereddüt etmeyen Ashab-ı Güzin -radiyallahu anhüm- Hazeratı’nın yanında, daha sonraki devirlerde de müslümanlar derin bir aşk engin bir muhabbetle ona bağlanmışlar ve bu gecenin ulvî hatırasını gönüllerinde yaşatmışlar ve yaşatmaktadırlar.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:
“Benden sonra bir takım insanlar gelecektir ki, onların her biri beni görmek için ehlini ve malını vermeye can atar.” (C. Sağir)
Bütün paygamberlerin en güzelidir. Onların güzellikleri o Nur’un güzelliğinden iktibas edilmiştir.
Diğer peygamberlerin pak ruhları onun nurundan yaratıldıkları için, sadece gönderildikleri topluluklara rahmet oldular. O ise aynıyle rahmettir.
“Resul’üm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ: 107)
İlâhî fermanının mazharı olmuştur.
Bu Âyet-i kerime ile Zât-ı şerif’i müstesnâ bir mahiyet kazanmıştır. Varlığı bütün varlıklar için en büyük rahmettir. Rahmet-i ilâhî’nin tecessüm etmiş bir tecellîsidir. Hazret-i Allah’ın bütün âlemleri bir kimsede toplaması elbette mümkündür.
Bu rahmetin mânâsını şöyle arzedelim: Kuru toprağı bir düşünün. Cama atsanız camı, insana atsanız gönlü kırar. Bu sert toprağa rahmet inince yumuşayıveriyor. İçindekileri dışarıya atıp nice nice bitkiler fışkırtıyor.
Yağmur olmayınca hayat olmaz. Her zerredeki hayat o rahmetten gelir. Her zerrede Allah-u Teâlâ’nın ulûhiyet sırları olduğu gibi, Rahmeten lil-âlemîn olan Resulullah Aleyhisselâm’ın rahmeti de her zerrede mevcuttur. Çünkü Allah-u Teâlâ mükevvenâtı o nurdan yaratmıştır.
Bir Âyet-i kerime’de de:
“O sizden iman edenler için bir rahmettir.” buyuruluyor. (Tevbe: 61)
Bu âleme teşriflerinden önce bütün peygamberler ve mukarreb melekler katında, mübarek vücudunun âlemlere rahmet olduğu biliniyordu. Semâvî kitaplarda çok çok övülmüştür, kıyamete kadar da övülüp senâ edilecektir.
Onun rahmet olduğunu tasdik edip ümmeti olanlara, zâhir ve bâtın her türlü rahmet kapıları açılır. O rahmetten nasibini alanlar; dünyada da ahirette de saâdet ve selâmete kavuşurlar, her türlü kötülüklerden sıkıntılardan kurtulurlar.
Müminlere rahmettir. Çünkü onlara doğru yolu göstermiştir. Kâfirlere de rahmettir, çünkü azaplarının ertelenmesine vesile olmuştur.
“Yâ Resulellah! Şu müşrikler için bedduâ etseniz!” denildiğinde:
“Şüphesiz ki ben lânet edici olarak değil, rahmet olarak gönderildim.” buyurmuşlardı. (Müslim: 2599)
Ondan önce gönderilen herhangi bir peygamberi, ümmeti ısrarla reddettiği zaman; Allah-u Teâlâ onları yere batırma, suda boğma... gibi cezalarla helâk ediyordu. Fakat onu tekzib eden müşriklerin azâbı ise öldükten sonraya tehir edilmiştir.
Nitekim Âyet-i kerime’de:
“Sen içlerinde iken Allah onlara azâb etmez.” buyuruluyor. (Enfâl: 33)
Rahmet peygamberi olduğu için, aralarında bulunmasından dolayı Allah-u Teâlâ bir ikram olarak onlara mühlet vermiştir.
Bu onlar için büyük bir rahmet oldu. Birçoğu hakikati görerek dâvete icâbet ettiler ve iman selâmetine eriştiler.
Diğerleri de itaat etmiş olsalardı, onlar da o rahmetten istifade edeceklerdi. Fakat o Nur’a karşı gözlerini yumdukları için, kendi kendilerini felâkete atmış oldular.
Ondan sonra bir peygamber gelmeyeceğine göre, dünyanın sonuna kadar âlemlere rahmettir. Hayatı rahmettir, memâtı da rahmettir.
“Hiçbirinizin Arzusu Benim Tebliğ Ettiğim Şeylere Uymadıkça Mümin Olmuş Olamazsınız.”Buyuran,
Her Hâl ve Ahvâli İlâhî İrâde’ye Uygun Olan,
Müminlere Karşı Şefkatli ve Onların Güçlüğe, Sıkıntıya Uğramaları Kendisine Ağır Gelen,
En Güzel Numunemiz;
Peygamberimiz Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in
Teşrif-i Dünya Olan ve Bu Ay İçinde İdrak Edeceğimiz
Mübarek “MEVLİD KANDİLİ”nizi Tebrik Eder,
Tüm İslâm Âlemi’ne Hayırlara Vesile Olmasını Cenâb-ı Allah’tan Niyaz Ederiz.