Ezelî ve ebedî ilmi ile olmuş ve olacak her şeyi en iyi bilen O'dur. O'nun sonsuz ve sınırsız ilminden gizli hiçbir şey yoktur.
"O, kullarının işlediklerini ve işleyeceklerini bilir." (Bakara: 255)
Allah-u Teâlâ daha ruh verilmeden önce, cenin halinde iken kişinin bütün mukadderatını biliyordu. Çünkü O yazdırıyor, nasıl bilmesin?
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Sizin her birinizin yaratılışı ana rahminde nutfe olarak kırk gün derlenir toplanır. Sonra o kadar zamanda pıhtılaşmış kan aleka olur. Sonra yine kırk günde et parçası mudğa olur. Daha sonra Allah-u Teâlâ bir melek gönderir ve o ceninin neler yapacağını, rızkını, ecelini, şâki mi sâid mi olacağını yazması o meleğe emrolunur. Bundan sonra cenine ruh üfürülür." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1324)
Görülüyor ki insana henüz ruh verilmeden, iki santimlik bir cenin halindeyken mukadderâtı yazılmaktadır.
Allah öyle bir Allah'tır ki, kişiye daha ruh verilmeden önce, cenin halindeyken bütün mukadderatını biliyordu.
"Yaratan bilmez olur mu hiç?" buyuruyor. (Mülk: 14)
Kullarının bütün sırlarına vâkıftır.
Şehirlerin girişlerinde "Filân şehirdir." diye levhalar bulunur. Çıkışta da aynı levha vardır, çıkış olduğunu bildirmek için kırmızı bir çizgi çizilmiştir. Halbuki o levhalar aynı zamanda yazıldı. Girerken şehrin ismini, çıkarken bitimini görüyoruz. Bunun gibi, Allah-u Teâlâ daha biz dünyaya gelmezden evvel girişimizi de çıkışımızı da takdir etmişti. Ne yapacağımızı hep biliyordu. Bu bilgisi üzerine takdir etmiştir. Biz bir mahlûk iken o tabelâları yazıyoruz, oraya oraya dikiyoruz. O Hâlik'tır, O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.
Bir insanın yüz sene ömrü olsa, en son nefesinde söyleyeceği sözden, yapacağı işten, son lokmasına kadar yiyeceğinden, içecek suyundan haberi vardır. Yalnız insan değil, yarattığı bütün mevcûdat, zerreden kürreye kadar böyledir. Bu hükmü O tayin ve takdir ettiği için her şeyi biliyor. Bu bilgi O'na mahsustur.
O'nun sonsuz ve sınırsız ilminden gizli kalan hiçbir şey yoktur.
İnsanların bilgisi sınırlıdır. Ancak Allah-u Teâlâ'nın dilediği kadar kavrayabilirler. İnsana bilmediğini öğreten O'dur.
"O'nun dilediğinden başka, insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar." (Bakara: 255)
İlâhî sırları kime duyurursa onun bilebileceğini, başka kimsenin bilemeyeceğini beyan buyuruyor. Bu gibi kimseler Allah-u Teâlâ'nın duyurduğu kadar, gösterdiği ve bildirdiği kadar hepsini bilir. Bu Âyet-i kerime mucibince dilediğine dilediği kadar bildirir.
Meselâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Rabb'im bana sual sordu. Ben ona cevap veremedim. Keyfiyetsiz bir tarzda elini her iki omzumun arasına koydu, ben o elin serinliğini kalbimde hissettim. Böylece, beni geçmiş ve geleceklerin ilmine vâris kıldı." (El-mevâhib'ül-Ledüniyye)
Allah-u Teâlâ dilediğini seçer, dilediğini zâtına çeker, Kudsî ruh ile destekler. Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin nurunu da ona takar ve ihsan eder, dilediğini dilediğine vâris eder.
Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde:
"Allah dilediği kulunu zâtına seçer." buyuruyor. (Şûrâ: 13)
Bunlar Allah-u Teâlâ'nın sırf kendi zâtı için yarattığı has kullardır. Onları ne dünya için ne ahiret için yaratmamıştır. Onlarda varlığın zerresi bulunmaz, var olan Allah-u Teâlâ'dan başkası aranmaz.
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Şüphesiz ki insanlardan Allah'a yakın olanlar vardır." buyurmuştu.
Ashâb-ı kiram:
"Yâ Resulellah! Bunlar kimlerdir?" diye sordu.
Buyurdular ki:
"Onlar Kur'an ehli, Allah ehli ve Allah'ın has kullarıdır." (İbn-i Mâce: 215)
Onlar, Kur'an ehli olmaları sebebiyle Allah-u Teâlâ'nın ilâhî hükmü mucibince hareket ederler.
Onlar Hakk ehlidir, halk ehli değil. Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himayesinde, tasarruf-u ilâhîdedirler. İrade ve arzuları olmaz, çıkacak hükm-i ilâhî'ye tâbidirler.
Kendisi için yarattığı bu has kullar Hakk'tan gayrısını düşünmezler, Cenâb-ı Hakk da onların başka şeyle meşgul olmalarını istemez.
Bütün bu lütuflar hep O'nun ihsanı ve ikramı ile mümkündür. Hiç şüphesiz ki bu lütuflara mahlûkun aklı hem ermez, hem almaz.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Rahman olan Allah'ın cezbelerinden bir cezbe, insanların ve cinlerin ameline denktir." (Keşfü'l-hafâ)
Allah-u Teâlâ kimi sevdiyse, kimi kendisine çektiyse bu ilâhî lütfa nâil olur. O, seni bir anda çekiverir. Milyarlarca sene yürüsen bu lütfa nâil olamazsın.