Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (168) - İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (26) - Ömer Öngüt
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (26)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (168)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Ağustos 2020

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (168)

İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (26)

 

Tutulanlar Görülüyor da, Tutan Görülmüyor:

Meselâ bir insan var, öldüğü zaman yok oldu. Yok oldu amma Allah-u Teâlâ vardı, o O’nun varlığı ile vardı, öldü, öldü amma yine O var.

Gösterdikleri bunu görüyor, böyle olduğunu da biliyor. Hem görüyor, hem biliyor. Amma sen hem görmüyorsun, hem bilmiyorsun.

İnsanların akılları ve ilimleri bu noktayı kavrayamadığı için yeri görür, göğü görür, amma Hakk’ı göremez. Görmesi de mümkün değildir. Tutulanlar görülüyor da, tutan görülmüyor.

Fakir der ki:

“Siz Allah-u Teâlâ’nın tuttuğu şeyi görürsünüz, Elhamdülillâh biz tutanı görürüz. Yaratan’ı gördüğüm için, bu yaratılanların bir perdeden ibaret olduğunu görüyorum.”

Allah-u Teâlâ’yı biz böyle biliyoruz.

Burada ilmin hülâsası ortaya çıkıyor.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri “317. Mektub”unda:

“Hatta, onların ilimleri, bu ilimlere nisbetle kabuk kalır. Bu mârifet dahi, o kabuğun özüdür.” buyurmuşlardır.

Biz size özü anlatıyoruz.

Abdülkerim-i Cîlî -kuddise sırruh- Hazretleri “el-İnsânü’l-Kâmil” adlı eserinin son bölümünde, velâyeti hatmedecek olan zâttan söz ederken, yakınlık makamlarının özünün ona verildiğine işaret ederek şöyle buyurmuştur:

“... Hitam makamı kurbet (yakınlık) makamının nihâyeti için bir isimdir. Kurbet makamının ise nihayeti yoktur. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın nihayeti yoktur. Lâkin Hitam ismi, kurbet makamlarının tümüne bir özettir.

Sözlerin özü; bir kimsenin ahâsılı kurbet makamı olursa, o Hâtemü’l-evliyâ olup; Hitam makamında Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in vekilidir.” (c: 2, s. 478-479, trc: R. Göknar)

Farz-ı muhal ki kişi bir memlekete vardı, ayağını o memleketin toprağına bastı. Amma o memleketi bilmesi, tanıması mümkün değildir.

Kurbiyet makamının nihayeti yoktur. Allah-u Teâlâ’ya vâsıl olursun amma, Allah-u Teâlâ’nın nihayeti yoktur.

Bu nokta öyle bir makamdır ki; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz içeriye girip kaybolduğu zaman, deryaya dalar gibi istiğrak haline bürünürdü. Sahv haline gelip ayılmak istediği zaman Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’e:

“Bana kelâm et, konuş yâ Hümeyra!” buyururlardı.

İşte bu nokta o makamdır. Fakat o onun tecelliyâtıdır. Başkasına tecellî etse, belki orada boğulur ve ayılamaz. Bu gizli noktayı size arzediyoruz. Bu ilmin ötesi yok. Özden bahsediyoruz, sözden değil; ilikten bahsediyoruz, kemikten değil!..

O’nun bana ne zaman tecellî edeceğini, ne zaman göstereceğini, ne zaman öğreteceğini ben bilemem. Bildirdiği zaman, gösterdiği zaman, öğrettiği zaman bilmiş oluyorum. Aslı budur.

İşte bu noktada çok derin ve gizli bir ilim var. Değinilmeyen, bahsedilmeyen, nüfuz edilmeyen çok güzel bir ilim var. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kendisini kaybettiği yer de bu makamdır.

O anda arada hiçbir vasıta yoktur. Hazret-i Allah ile Hazret-i Allah’a vardığı zaman kayboluyor, daha sonra kendisine gelmek için Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’e kelâm etmesini söylüyor. Yani o makamdan ayılabilmek için dışarıdan müdahaleye ihtiyaç hissederdi. Biz size işte bu son yeri tarif ediyoruz!

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu hususta Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Benim Allah ile öyle vaktim olur ki, oraya ne yakın bir melek sızabilir, ne nebi ne de resul sokulabilir.” (K. Hafâ)

Ne melek girebilir, ne de şeytan girebilir, hiçbir şey giremez!..

Şimdi mevzu açığa çıktı. Burası öyle bir yer, öyle bir makamdır. Size bahsedilen bu ilim de o makamdır, o makamın ilmidir.

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayat boyunca yaptığı bir duâları şöyledir:

“Ey Allah’ım! Beni bağışla, bana acı, en yüce arkadaşa kavuştur.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1665)

Onun arkadaşı O idi ve ahirete intikal ederken de son kelâmı bu oldu.

Hayatı boyunca Allah-u Teâlâ ile arkadaşlık yaptı ve en çok sevdiği arkadaşına kavuştu.

Bir kişi o kişiyi görecek ki arkadaş olsun. Görülmeyen bir kişi arkadaş olamaz. Görecek ve bilecek ki O’nunla olacak.

O’nunla arkadaşlık ne demek? O içeride olup onu idare eder, sen O’nu göremezsin!

Farz-ı muhal ki bir tulum var, tulumu O idare ediyor. Herkes tulumu görüyor, içeride tasarruf edeni görmüyor.

Görünmeyen bilinmeyen bir kişiyle arkadaşlık olmaz. Göreceksin, bileceksin, tanıyacaksın ki sana arkadaşlık yapsın. O sana duyuracak, O sana duyurmadıkça duyamazsın. Bu “Hakk’al-yakîn” bir ilimdir, diğerleri ise “Ayn’el-yakîn”dir.

Sen maskeden ibaretsin. O sana kendini duyuracak, O sana kendini gösterecek ve bildirecek ki bilmiş ve görmüş olasın. Hep O, hep O’ndan... Maskenin ne hükmü var, bir kâğıt parçası!.. Senin kâğıt parçasından ne farkın var? Senin masken etten, onu da halkeden O...

Hallâc-ı Mansur -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü’l-evliyâ olan zâta işaret ederek şöyle söylemiştir:

“Allah kullarından bir kulu en büyük dostu yapmayı dilediği vakit; ona zikir kapısını açar, yakınlık kapısını ona aralar, onu Tevhid kürsüsünün üzerinde oturtur, sonra da ondan perdeyi kaldırarak, müşâhade yolu ile ona ‘ferdâniyyet’i gösterir. O ‘ferdâniyyet’; yani ‘teklik’ evine girer, O’nun kibriyâ ve cemâlini keşfeder. Gözü Cemâl’e ilişince de, artık kendisi diye bir şey kalmaz. Fâni olan (bu) kul, o an Hakk ile bâkî olur. Sübhan olan Allah’ın himâyesinde o, nefsin dâvâlarından uzak olur.” (Kitâbü’t-Temhîdât, s. 68)

Bunun sırrını size arzedelim: Farz-ı muhal ki senin en yakın bir dostun var. Fakat Allah-u Teâlâ’dan daha yakın bir dost olamaz, Vallâhi olmaz! O’nu bulan dostu neyler? Dost olarak O yeter!

“Şüphesiz ki benim dostum, Kitap’ı indiren Allah’tır. Sâlihlerin işlerini O görür.” (A’râf: 196)

Allah muhabbeti öyle bir muhabettir!

Allah-u Teâlâ ona bin tane can verse, bin tane de cânan verse, o Allah-u Teâlâ’yı tercih eder, bin canından da bin cânânından da vazgeçer.

Bu ifşaatları açmaya kendimi lâyık görmüyorum, çoğunu onun için açmıyorum. Açık amma kapalı. Zâhirini anlıyorsunuz, orada kalıyorsunuz. Aslını bilmeniz mümkün değil. Çünkü O’nu bilmen için de o olman, o işin Hakk’al-yakîn’i olman lâzım...


  Önceki Sonraki