Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ism-i şerifleri ve vasıfları Tevrat’ta da İncil’de de yazılı bulunuyordu.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Onlar ki yanlarında bulunan Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyarlar.” (A’râf: 157)
Gerçekten Allah-u Teâlâ Tevrat’ta da, İncil’de de, Resulullah Aleyhisselâm’ın vasfını bildirdiğinden, fazilet ve meziyetini duyurduğundan ötürü; gerek peygamberler, gerek onlara yakın olanlar bunu o anda kabul etmiş ve iman etmişlerdir. Hiçbir itirazları da olmamıştır.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde yahudi ve hıristiyanlardan, Kur’an-ı kerim’i indirildiği gibi okuyan müslüman bir grup olduğunu haber veriyor:
“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar ona iman ederler.” (Bakara: 121)
Onlar bütün hakları gözetirler, Allah-u Teâlâ’ya ve Resulullah Aleyhisselâm’a gönülden bağlıdırlar. Emirlerine itaat ederler, yasaklarından kaçınırlar. Böylece dünyada huzur ve saâdet içinde yaşadıkları gibi, inşaallah ahirette de selâmette olurlar.
“Onu inkâr edenlere gelince, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.” (Bakara: 121)
O hevâ ve heves sahipleri artık gerçek mânâsıyla kitap ehli değildirler.
Yahudiler Tevrat’ta hıristiyanlar İncil’de âhir zaman peygamberinin vasıflarını gördüler ve onun gelmesini beklediler. Her nesil bunu kendinden sonra geleceklere anlattı ve geldiği zaman inanmalarını tembihledi. Bu sebeple her iki zümre de bu peygamberin gelmesini dört gözle bekliyorlardı. Ancak beklenen peygamberin Araplar arasından ve bir yetim kimse olarak gönderildiğini görünce, sırf ırkçılık gayretiyle inkâr ettiler. Halbuki onun gerçekten peygamber olduğunu, kendi oğullarını bilip tanıdıkları gibi tanıyorlar ve gelmesini bekliyorlardı.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.” (Bakara: 146)
Allah-u Teâlâ: “Bilmedik, bulmadık!..” dememeleri için Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini eksiksiz ve en güzel bir şekilde tanıtmıştır. Hatta onlar onu öz oğullarından daha iyi tanırlar. Çünkü tanıtan, onu yaratan Allah-u Teâlâ’dır.
“Buna rağmen onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler.” (Bakara: 146)
Fakat Allah-u Teâlâ’nın onu bu kadar açık tanıtmasına rağmen sırf kibirlerine yediremeyerek ona uymayanlar; Allah-u Teâlâ’nın emirlerine muhalefet ettikleri için, ebedî felâket ve azap içinde kaldılar.
•
Ulül-azm bir peygamber olan İsa Aleyhisselâm, göğe yükselmeden önce bütün insanlara en büyük müjdeyi vererek şöyle söylemişti:
“Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat’ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.” (Saf: 6)
Âyet-i kerime’de buyurulduğu üzere; İsâ Aleyhisselâm, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in geleceğini haber verdiği gibi, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de İsâ Aleyhisselâm’ın geleceğini duyurmuştur.
Görülüyor ki, Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini bütün peygamberlere ismiyle cismiyle nasıl tanıtmış ve bildirmiştir. Hiçbir yahudinin ve hiçbir hıristiyanın bu vebal altından kurtulması mümkün değildir. Çünkü açık bir fermân-ı ilâhîye var. Zira Allah-u Teâlâ ve Peygamber’i bildirip açıklıyor. Yani “Ben bilmiyordum, duymadım.” gibi bir itiraz kabul edilmeyecektir.
Bu o kadar büyük bir vebal ki, altından kurtulmak mümkün değildir.
Allah-u Teâlâ tarafından indirilen Tevrat ve İncil’in asılları, daha sonraları insan sözü ile karıştırılıp tahrif edilmesine rağmen; şu anda mevcut olan nüshalarda bile Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in geleceği ile ilgili bazı işaretlere rastlanmaktadır.
Tevrat’ta şöyle emrolunmuştur:
“Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim, her şeyi onlara söyleyecek.” (Tevrat-Tesniye: 18/18)
İnsanlar için en büyük saâdet ve bahtiyarlık, en yüksek mertebe ve en büyük meziyet, emsali görülmemiş ve bir daha da görülmeyecek olan Peygamber Aleyhisselâm’ın yolunda yürümek, yüce ahlâkını tatbik edebilmektir.
•
Allah-u Teâlâ Yahudi ve Hıristiyanlar’dan teşekkül eden ehl-i kitaba seslenerek, kendilerine Muhammed Aleyhisselâm’ı peygamber olarak gönderdiğini haber veriyor, dâvette bir nezaket olmak üzere iltifat yoluyla şöyle buyuruyor:
“Ey ehl-i kitab! Peygamberlerin ardı arkası kesildiği, bir boşluk meydana geldiği sırada size PEYGAMBER’imiz gelmiştir. Gerçekleri size açıklıyor ki, ‘Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi.’ demeyesiniz. İşte müjdeleyici ve uyarıcı geldi.
Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Mâide: 19)
Bu Âyet-i kerime mucibince Resulullah Aleyhisselâm geldiği halde inanmayan hiçbir ehl-i kitabın kurtulması mümkün değildir.
Allah-u Teâlâ onu peygamberlerin arkasının kesildiği bir dönemde; dinlerin değiştirildiği, hak ve hakikatten uzaklaşıldığı, yolların çıkmaza girdiği, putperestlerin çoğaldığı bir devirde gönderdi.
Onun gönderilişindeki nimet, nimetlerin en büyüğüdür.