Hadis-i şerif’lere göre öyle tefekkür vardır ki, bazısı bir yıl, bazısı yetmiş yıl, bazısı da bin yıl ibadete denktir.
Herhangi bir varlık, bir nimet ele alınır ve parçalara ayrılır. O parçalardan bir tanesi üzerinde Hazret-i Allah’ın kudreti ve tecelliyatı düşünülür. Bu tefekkür bir yıllık ibadet sevabına bedeldir.
Arifler, nafile ibadetlerle tefekkür ederler. Yoruluncaya kadar değil, yıkılıncaya, tâkatleri kalmayıncaya kadar ibadet ederler. Sonra da sayısız ikram ve ihsanlar karşısında Hazret-i Allah’a bir türlü ibadet edemediklerini düşünüp üzülürler. Bu tefekkür, yetmiş yıllık ibadete denktir.
Bin yıllık ibadet sevabı verilende ise, Hazret-i Allah’a karşı tam irfan duygusuna sahip oluncaya kadar ilâhi marifet tefekkür edilir.
Asıl marifet ilmi ise, Hazret-i Allah’ın bir kimseye Tevhid halini lütfetmesi ile husule gelir.
Hakiki tefekkür, Hazret-i Allah ile yapılandır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ebu Bekir Sıddîk -radiyallahu anh-a:
“Ne düşünüyorsun?” buyurmuşlar.
Ebu Bekir -radiyallahu anh- da cevaben:
“Vücudum genişlese de cehennemi kaplasa ve bu suretle ümmet-i Muhammed’i Cenâb-ı Hakk yakmasa.” buyuruyorlar.
Bunun üzerine Cenâb-ı Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“Bu tefekkür, yetmiş sene ibadetten hayırlıdır.” buyurmuştur. (K. Hafâ)
Resulullah Aleyhisselâm, İbn-i Abbas -radiyallahu anh-a:
“Ne düşünüyorsun?” diye sual buyurmuşlar.
“Yevm-i kıyamette haşr’ı düşünüyorum.” diye cevap vermiş.
“Bu tefekkür, yedi sene ibadetten efdaldir.” buyurmuşlardır.
Muaz -radiyallahu anh- da;
“Bu kâinatı, masnûatı (ilâhi sanatları) düşünüyorum.” demiş. Bunun hakkında da Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Bu tefekkür, bir sene ibadetten efdaldir.” buyurmuşlardır.
Kur’an-ı kerim’in birçok Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurulduğu üzere, Allah-u Teâlâ insanları daima tefekküre dâvet eder.
Tefekkürde birçok ibret ve hikmetler vardır. En mühim tefekkür ise Allah-u Teâlâ’nın insanı yaratması üzerindeki tefekkürdür. Bu ise anlamamız ve üzerinde durmamız gereken bir husustur.
İnsan vücudunun yaratılışına dikkatle bakmak, Yaratıcı’yı bilmenin anahtarıdır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Allah’ın yarattıkları hakkında tefekkür ediniz, zâtı hakkında tefekkür etmeyiniz.” (C. Sağîr)
Bedenin iç ve dış yapısına bakılırsa akıllara durgunluk verecek inceliklerle karşılaşmamak imkânsızdır.
İnsanın her yaratılan şeyde Allah-u Teâlâ’nın eserlerini görmeye çalışması gerekir. Bu tefekkürler sayesinde iman tekâmül etmiş olur.
İnsanın ana rahmine düşmesinden, insan suretine dönüşmesine kadar yaratılışının her safhasında çok ince merhaleler ve çok büyük gelişmeler mevcuttur. Bunun benzeri ve numunesi, yarattığı her canlıda apaçık görülür.
Amma sen resimde kaldın! Resim ise O’nun yarattığının benzerini çizmek demektir.
Yaratmak, yaşatmak, Allah-u Teâlâ’ya âittir.
Âdem Aleyhisselâm’ı çamurdan yarattı, “Ol!” dedi ve oldu. Kudret ve azametini göstermek ve beşeriyete ibret olmak için İsâ Aleyhisselâm’ı babasız yarattı. Ve fakat ressam neyi yarattı?
Değil ressam, diğer bütün yarattıkları bir araya gelseler, insan değil de yarattığı en küçük mahlûku yaratabilirler mi? Bir yaprağın karşısında âciz kalır, bir buğday tanesinin, bir sineğin kanadının karşısında âciz kalırlar.
Şu hâlde yaratıcı yalnız Hazret-i Allah’tır.