Yunus Emre -kuddise sırruh-Hazretleri’nin bir beyti var:
“Ölenler hayvan imiş, aşıklar ölmez.”
Allah’ım öyle bir hayat versin ki, hayat-ı hakiki olsun.
Şu gördüğümüz hayat tatlı bir hayalât. Onu fakir sinemaya benzetiyor. İnsan sinemaya gider, heyecanlı filmler seyreder, heyecana kapılır. Elektrikler yandığı zaman kendi haline dönebilirse heyecanından utanır der ki:
“Bunun hayalât olduğunu biliyorsun, heyecana ne lüzum var!”
Fakat asıl heyecan nerede? Dünya tatlı bir hayalâttır.
Çünkü Cenâb-ı Allah buyurur ki:
“O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk: 2)
O biliyor. Binaenaleyh sahnedeyiz. Herkes icraatı ile rolünü oynuyor. Her kelime tutuluyor, her hareketin fotoğrafı çekiliyor. Sonra son nefeste hayat bitiyor, kabre giriyor. Eyvah! Hayalâtmış ama geçti be kardeş. Şimdi mi uyandın?
Binaenaleyh insan niçin gönderildiğinin, nereye gideceğinin hesabını yaparsa kendisini, kendi nefsini kontrol etmiş olur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyorlar ki:
“Dünyada garip, yahut yolcu gibi ol, nefsini ehl-i kuburdan (kabirde imiş gibi) say!” (Tirmizî)
Azma, taşma, yolcu olduğunu bil!
Çantan elinde olsun. Davetin ne zaman geleceği belli değil, an meselesi. Kabir hayatını yaşa çünkü bugün üstte yarın alttasın. Burası misafirhane senin evin orada. Fakat kabir hayatını yaşayabilmek için insan kendi nefsini ona göre yetiştirecek, daima kabirde olduğunu düşünecek.
“Bugün üstte ama yarın evimdeyim. Acaba oradaki durumum ne olacak?” diye muhasebesini yapacak ve “Yolcu olan bir insan dünyaya tutunmaya gelmez!” diyecek. Yolcuyum!
İşte onun için yolcu olduğunu bil! Nefsini de öldür, azdırma. Yarın kabirdesin oradaki halin ne olacak? Şimdiden hesabını, plânını yap!
İnsan sinemadayken ışıklar yandığı zaman heyecandan utanırsa ya hayalâthaneden hakikate geçtiği zaman; “Acaba ne yaptım, ömrümü nerede geçirdim, nereye gideceğim?” diye düşündüğü zaman hesabını yapması lâzım.
Ama bu inceden inceye bir hesap. Bu hesabın yapılması için Hazret-i Allah’ın emirlerine itaat, nehiylerinden içtinap etmek, daima Hazret-i Allah’a yönelik işlerle meşgul olmak, bir taraftan mütemadiyen el kârda gönül yarda gerek.
El çalışacak dünya için, kalp çalışacak Allah için.
“Bizim ayıplarımızdan birisi de biz hep âlemi irşad etmeye kalkarız, nasihat etmeye kalkarız da hiçbir zaman o nasihati nefsimize duyurmayız. Niçin?
İrşad etmeye kalkarsak bizi büyütecekler, methedecekler. Halbuki Hazret-i Allah’ın yanında alçaldığımızı da bilmeyiz. Bunlar bizim acizliğimizin, cahilliğimizin en güzel numunesi. Biz yüzümüzü halka çevirmişiz, Hakk’a çevirseydik; “Bana Allah yeter!” derdik. Yüzümüz halka dönük olduğu için bizi halk beğensin halini ortaya koyuyoruz...”
•
“Fuad kalpteki göz; sır, kalbin içindeki öz; özdeki ruh oradan tecelli ediyor. Kul ile Hazret-i Allah’ın arasındaki vasıta sır oluyor.”
•
“Allah’ıma sonsuz şükürler olsun ki bu Sultanlar’a uğrattı. Başka bir şey demiyorum, yalnız Allah’ıma şükrümü artırıyorum. Allah’ım ayırmasın. Onlar; Mürşid-i mükemmel, Mürşid-i muazzam.
Böyle mükemmel bir yol bırakmışlarken, ikinci bir çığır açmaktan Allah’ımıza sığınırız. Bütün hassasiyetimizle o izi takip etmeye çalışıyoruz.”
•
“Ruh kuvvet bulunca nefse galebe çalıyor. Ruh galebe çaldıkça şeytan hükümsüz kalıyor.
Bu sözleri kavrarsanız çok gizli noktaları öğrenmiş olacaksınız.”
•
“İyilik çok ağırdır, nefse ağır gelir. Fakat ruha hayat verir. Onun için güç de olsa iyilik iyidir.”