Türkiye'nin Libya meşru hükümetinin daveti üzerine vermiş olduğu askeri destek ve kısa zamanda elde edilen başarı Türkiye'ye vurulmak istenen prangaları parçalayan hamlelerin en büyüğü idi ve çok ses getirdi. Aynı zamanda diplomatik, siyasi, askeri, savunma sanayii gibi çok değişik alanlarda birçok konunun daha aşikâr bir şekilde ortaya çıkmasına sebep oldu. Ve yine algı operasyonlarının devletlerin siyasetini etkilemesi açısından ulaştığı seviyeyi gösteren bir turnusol işlevi gördü, büyük bir Haçlı koalisyonu ve işbirlikçileri Libya'daki ilerleyişimizi durdurmak için bir araya geldi.
Türkiye Irak ve Suriye sınırlarında, Ege ve Akdeniz'deki Mavi Vatan'ında, yakın ve uzak coğrafyasında; kendisini kuşatmaya, topraklarını ve denizlerini elinden almaya, içeride istikrarsızlık ve kargaşa çıkartmaya yönelik uluslararası tehdit ve organizasyonlara karşı uzun zamandır karşı ataklarla cevap veriyor. Cevap vermeye mecbur kalıyor.
Türkiye tarihin ve olayların dayatması sebebiyle zor bir sürece girdi, girmeye mecbur kaldı. Bekamıza yönelik tehditleri sınır dışında karşılamaya ve dost coğrafyalarda üretilmeye çalışılan tehditleri yerinde yok etmek için gayret etmeye başladık.
Bazı ülkelerin açıkça söyledikleri, beyni sömürgeleştirilmiş içimizdeki mandacıların da üstü kapalı bir şekilde söylemeye çalıştıkları gibi Türkiye askeri hamleleri ve açılımları ile bir istikrarsızlık yahut çatışma ortamı oluşturmuyor. Bilakis üzerine gelen ülkeleri ve taşeronlarını sınırları dışında karşılıyor. Kendisini kuşatmaya çalışanları kuşatıyor. İslâm dünyasında istikrarsızlık ve çatışma ortamı oluşturmaya çalışanlara engel olmaya, mazlumların imdadına koşmaya çalışıyor.
Dolayısı ile Türkiye'ye yönelik bu uluslararası organizasyon ve planın bir parçası olarak hareket eden irili ufaklı her ülke Türkiye'nin savunma hamlelerinden payını alıyor. Sinsi sinsi taşeronlarını üzerimize salıp parsayı kopartacağını sanan ülkeler taşeronları ortadan kaldırıldıkça hop oturup hop kalkıyor. Amerika, Rusya, Fransa, İsrail, Yunanistan, BAE, Arabistan, Mısır … diye uzayan bir listenin içindeki bütün ülkeler bir şekilde Türkiye ile karşı karşıya geliyor. Ve bu ülkelerin ayaklandırmaya çalıştıkları Avrupa Birliği, Arap Birliği gibi organizasyonlar Türkiye aleyhine açıklamalar yapıyor.
Tarih tekerrür ediyor, Türkiye Selçuklu ve Osmanlı atasının kaderini yaşamaya devam ediyor. Hiçbir ülke tek başına karşımıza çıkmıyor, hemen bir Haçlı ittifakı kuruluyor, bazı İslâm ülkelerinin satılmış münafık idarecileri de onlara destek veriyor.
Türkiye devlet aklını yitirdi de o yüzden mi bu kadar ülkeyi karşısına alıyor? Selçuklu ve Osmanlı keyfinden mi sürekli Haçlılarla harp etti. Tabii ki hayır!
PKK'yı sınırımızda terör devleti kurmak için kullanan, destekleyen; İsrail, Amerika, Fransa, BAE ve hempalarına; "Biz bu kadar devletle karşı kaşıya gelmeyelim, buyurun gelin sınırımızda terör devleti kurun" mu diyecektik?
4 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyoruz. İdlib'teki yeni bir 4 milyon Suriyeliyi daha uçaklarla bombalarla Türkiye'ye sürmeye çalışan Rusya ve İran'a; "Sizinle kötü olmayalım, buyurun gelin katledin, sürün bu insanları, biz bir dört milyon daha mülteciye bakarız" mı deseydik?
Üç tarafı denizle çevrili, Akdeniz'e binlerce kilometre kıyısı olan Türkiye'yi denize açılamayacak hale getirmeye, "Mavi Vatan"ını elinden almaya çalışan İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Fransa ve destekçilerine "Yahu bu kadar ülkeyle kötü olmayalım, buyurun gelin" mi diyecektik?
Bu kuşatmayı yarmada büyük bir amil olan "Deniz Yetki Alanı Anlaşması" imzaladığımız Libya'nın meşru hükümeti bizi yardıma çağırdığında "Ne işimiz var orada" mı diyecektik? Bu anlaşmayı iptal edeceğini söyleyen; 7 kocalı hürmüz misali Yunanistan, İsrail, Fransa, Rusya, BAE, Mısır… Türkiye'nin karşısındaki bütün ülkelerle fink atan Hafter'e "Buyur Libya senin olsun, bize istediğin gibi düşmanlık yap, istediğin kadar toplu mezar aç, bütün emperyalistleri Libya'ya doldur" mu diyecektik?
Türkiye bu kadar ağır cevaplar veriyor, topraklarını, çıkarlarını çiğnetmeyeceğini en net şekilde ortaya koyuyor, peki bu devletler "Tamam, orta bir yol bulalım, anlaşalım" mı diyor?
Yunanistan İtalya ile kara suları anlaşması yaptı, taviz de verdi. Ama Türkiye'ye gelince değil taviz vermek, kılığına, boyuna posuna bakmadan bütün Ege'yi bütün Akdeniz'i sahiplenmeye çalışıyor, Türkiye itiraz edince utanmadan savaş tamtamları çalıyor.
Aynı şekilde PKK'ya mütemadiyen darbe üstüne darbe vuruyoruz, daha yeni Amerika Fransa bir oldu, Kuzey Irak yönetimini, PKK'yı, Türkiye'ye müzahir Kürt grupları hepsini bir araya getirip anlaştırmak için uğraşıyor. Bunlara "Buyurun istediğinizi yapın" mı diyeceğiz?
Daha üç dört yıl önce Kilis'te, Antep'te, Ankara'da, İstanbul'da bombalar patlıyor, DAEŞ, PKK devlet kurup Türkiye'den toprak kopartmak hülyaları görüyordu.
İçimizdeki mandacılar neyin hülyasını görüyor?
Küffar milletleri şeytanı yedeğine almış, dindarlık-din dışılık (sekülerlik) gibi bir çatışma algısı üzerinden BAE'yi, Selman'ı, Sisi'yi kukla gibi oynatıyor. Bir taraftan İsrail'in en büyük payandası oldular, diğer taraftan Libya, Somali, Katar… Türkiye ile yakın ne kadar ülke varsa yıkmaya, karıştırmaya çalışıyorlar. Sudan'da yaptıkları gibi.
Yine aynı algı üzerinden Türkiye'nin iç siyasetine müdahale etmeye, bu açılımları devlet politikası olmaktan çıkartmaya çalışıyorlar. PKK sempatizanları bir partinin, DHKP-C sempatizanları diğer partinin kadrolarını ele geçirmiş, siyasi karşıtlık üzerinden zehirli fikirlerini, düşmanla yaptıkları işbirliğini kamufle ediyorlar.
Türkiye bu kadar güçlü bir döneminde iken, tarihte olmadığı kadar büyük dış ve iç tehditlerle karşı karşıya. Çelme takmak için pusuda bekleyenler çok maalesef. Çok dikkatli olmalıyız.
Türkiye mütemadiyen sınır ötesi hava ve kara operasyonları yapıyor; Suriye'de, Irak'ta onlarca savaş uçağı, insansız hava araçları, tanker uçakları, havadan erken ihbar ve kontrol Uçakları ile iki yüz kilometre derinliğe kadar büyük hava operasyonları düzenliyor; dünyada ilk defa onlarca silahlı ve silahsız insansız hava aracı ile İdlib gibi dar bir alanda koordineli bir şekilde hava operasyonu yaptı; aynı şekilde Libya'da üç-beş Siha ile harbin gidişatını değiştirdi; komandoları sınır ötesinde harekât yaparken topçusu, tankçısı, Sihası, F16'sı, nokta atışlarla destek veriyor; tanker uçaklarının desteğinde Türkiye'den kalkan 17 F16 ile, 8 fırkateyn-korvetle binlerce kilometre uzakta Libya'nın batısına harekât icra etti. Operasyonlarda yerli olarak üretilen füze ve mühimmatlar, elektronik harp cihazları kullanılıyor. Bütün bunların arka planında ise iyi yetişmiş, vatanperver, savaş alanında pişmiş subayları ve kurmay zekâsı var. İstihbarat teşkilatımızın muazzam dönüşümü var. Kurumlar arası uyum ve işbirliği var. Masonlar, FETÖ'ler temizlendikçe küllenmiş ateş tekrar alevleniyor, Türkiye dünya sahnesine yeniden çıkıyor.
Bunları yazmak kolaydır ancak yapmak tahmin edilemeyecek kadar büyük bir iştir. Bu seviyede harekât yapabilen bir iki ülke var. Hatta savaş sanatı ve askerinin harp tecrübesi bakımından kıyaslandığında Türkiye bir numara gelir.
Dünyanın en iyi uçağı, insansız hava aracı, tankı, tüfeği elinizde olabilir. Ancak bunları stratejik hedefleriniz doğrultusunda kullanacak tecrübeye, fedakârlığa sahip subayınız, askeriniz yoksa, gerekli koordineyi sağlayacak teknik altyapınız yetersizse, elektronik harpte, stratejik mühimmatta dışarıya bağımlıysanız bu başarıları sağlamanız mümkün değildir. Dikkat ederseniz Rusya, Fransa gibi büyük ülkeler dahi karşımıza çıkarken başka ülkelerle ittifak yapmak istiyor. İsrail bütün düşmanlığını sinsice yapmaya, karşımıza mütemadiyen Amerika'yı çıkartmaya çalışıyor. Amerika bile Türkiye harekât yapmak istediğinde karşımıza çıkmak istemedi. Rusya o hataya düştü, hem İdlip'te hem Libya'da karizması çizildi.
Fakat unutmamak lazım ki büyük ülkelerin hepsi birer nükleer güç ve nitelik ve nicelik olarak da azımsanmayacak silahları var. Rakip Türkiye olunca da Haçlı zihniyetiyle bir araya geliyorlar. Büyük bir harp başlarsa bize çok zarar verebilirler. İşte bu yüzden projeleri devam eden savaş uçağı, fırkateyn, muhrip, denizaltı, torpido, uzun menzilli hava savunma sistemi, kıtalararası füze … gibi büyük projelerin ve düşmanın elindeki her türlü silahın muadillerinin daha hızlı ve bir an evvel bitirilmesi gerektiğini mütemadiyen dile getiriyoruz.
Bugün kullandığımız dünya haritasında kuzey ülkeleri olduğundan çok daha büyük görünürken güneydeki ülkeler, Afrika olduğundan çok daha küçük gösterilmektedir. Libya yüzölçüm olarak Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya'nın toplamına denk bir büyüklüğe sahiptir. Cezayir'in yüzölçümü Fransa'nın dört katıdır. (Kıyaslama için bkz. thetruesize.com)
Geçtiğimiz yüzyılın başında Libya, Sudan, Kongo'nun batısında kalan bütün Batı Afrika (Nijerya, Gana ve bir iki küçük devlet hariç) Fransa'nın sömürgesiydi, Libya'nın güneyindeki bazı yerler Fransa'nın elindeydi. İkinci Dünya Savaşı'nda Fransa Trablus'un güneyindeki bütün Batı Libya'yı işgal etmişti. Kaddafi'yi bombalayan, Libya'yı karıştıran Fransa parsayı kopartmanın derdinde. Aç gözlü, soykırımcı Fransa Afrika'yı kendi mülkü zannediyor.
Fransız sömürgesi Afrika ülkeleri bugün bağımsızlığını kazanmış olsalar da halen Fransa güdümündedir. Afrika'da 54 ülkenin 27'sinini resmî dili Fransızcadır. Fransa 1961'den beri 14 Afrika ülkesinin ulusal rezervlerini elinde tutuyor. Bu ülkeler para olarak Fransa'ya ait CFA Frangı kullanıyorlar. Afrika Finansal Topluluğu'nu (CFA) kuran anlaşmanın hükümleri uyarınca bu ülkeler döviz rezervlerinin en az yüzde 85'ini Fransız Merkez Bankasında tutmakla yükümlü. Üstelik kendi paralarının yüzde 20'sinden fazlasını talep etmeleri durumunda Fransa'nın veto hakkı bulunuyor. Fransız hazinesi, Afrika'dan yıllık 500 milyar dolar kazanç ve getiri elde ediyor. Yine bu ülkelerin çoğunda büyük ekonomik varlıkların tümü Fransız şirketlerinin elinde.
Çoğu müslüman olan bu ülkelere Türkiye'nin yaptığı açılım, elçilikler açması, THY'nın seferler düzenlemesi Fransa'yı çok rahatsız etmiştir. Zira bu ülkeler daha önce seyahatlerinde bile Afrika'daki bir ülkeden diğerine, veya dünyanın herhangi bir yerine uçakla gitmek için Paris üzerinden aktarma yapmak zorundaydı. Yakın zamanda Batı Afrika Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) üyesi 15 ülke 2020 yılı Temmuz ayı itibarıyla sömürge döneminden kalma 74 yıllık Fransız sömürge parası CFA frangını kaldırarak ortak para birimine geçeceklerini ve ECO ismini verdikleri para birimini kullanacaklarını ilân ettiler. Fransa bu açılımı destekliyor gibi yapıp sömürüye devam etmeye çalışıyor.
Ruanda'daki soykırımın sorumlusu olan, lejyon birlikleri ile işgallerini sinsice devam ettiren bu faşist, soykırımcı yamyamlardan Libya'nın müslüman halkını düşünmelerini bekleyebilir miyiz? Fransız sömürgesi Çad'ın paralı milislerinin Libya'nın güneyindeki faaliyetlerini Fransa'dan bağımsız düşünebiir miyiz?
Bu yüzden Macron "Türkiye'nin Libya'daki rolüne katlanamayız!" diyor. BAE Dışişleri Bakanı da "Libya halkının hayatlarını korumak noktasında Fransızlarla tam bir mutabakat içindeyiz!" diye açıklama yapıyor.
Şimdi daha iyi anlayabiliyor muyuz, Türkiye'ye düşmanlık yapıp bu Fransa ile işbirliği yapan, Libya'yı Fransa'ya peşkeş çekmeye çalışanların gerçekte Türkiye'ye değil, İslâm'a ve müslümanlara ihanet ettiğini?
Şimdi anlayabiliyor muyuz, Yunanistan'a en büyük desteği veren ülkenin neden Fransa olduğunu?
İsrail'in fanatik, köktendinci yöneticileri "Artık zaman geldi" diyerek tarihi hızlandırmaya çalıştılar. "Arz-ı mevud" ütopyasının önünde engel gördükleri Türkiye'yi parçalamaya, Amerika'yı, PKK'yı, Barzani'yi, Esed'i, Yunan'ı kullanıp etrafımızı sinsice kuşatmaya çalıştılar. Ancak kayaya tosladılar. Kuşatmaya çalışan İsrail kuşatıldı. Türkiye bilerek veya bilmeyerek Somali'de, Katar'da, Kıbrıs'ta ve bugün Libya'da askeri ve üsleri ile İsrail'in "arz-ı mevud"unu kuşatmış, Kâbe'yi, Medine'yi kanatları altına almış oldu. Sudan'daki Sevakin adası'nda üs kurabilmiş olsaydık, Kâbe'nin koruması daha muhkem olacaktı. Ancak şer ittifakı Sudan'ı devirdi. Bunlara engel olmak için çalışmayacağız da ne yapacağız?
Amerika AFRICOM vasıtasıyla uzun zamandır Afrika'ya yerleşmeye, Çin'in Afrika açılımına engel olmaya çalışıyor. Bu yüzden Rusya'yı Libya'da istemiyor. Ve Fransa ile rekabet halinde. Bu ortamda Türkiye'nin Rusya ve Fransa'yı Libya'dan çıkartması Amerika'nın bir yandan işine geliyor, diğer yandan Türkiye'nin kıtada nüfuzunun artmasından çekiniyor. İsrail ise Türkiye'nin Libya'ya yerleşmesini büyük bir tehdit olarak görüyor ve Amerika'ya Türkiye'ye karşı harekete geçmesi için baskı yapıyor.
Rusya'nın Mısır ve Libya ile Sovyetler döneminden ilişkileri var. Kaddafi devrilmeden önce askeri ve ekonomik anlaşmalar yapmışlardı. Rusya da Libya'da ekonomik ve askerî çıkarları olduğunu düşünüyor. Tabii bütün emperyalist ülkeler gibi Libya halkını yahut Libya'nın bölünmez bütünlüğünü dert etmiyor, sadece kendi çıkarını düşünüyor. İsrail'in Batı Şeria'yı ilhak etmeye çalıştığı bu günlerde İdlib'de yeni bir savaşın gündeme gelmesi ve Türkiye'nin mütemadiyen yığınak yapmak zorunda kalması Rusya'nın ikili ve güvenilmez tavrının başka bir tezahürüdür.
Yunanistan ve Ermenistan Kurtuluş Savaşı'ndaki yenilgilerini hazmedemeyen, halkı terör örgütlerinde olduğu gibi Türkiye'ye kin ve düşmanlık putu ile esir alınmış iki devlettir. Türkiye'yi zayıf görseler, hemen saldırırlar. PKK örneğinde olduğu gibi Türkiye'ye saldırmak bunlara hiçbir fayda vermediği halde mütemadiyen bu kinlerini kusarlar. Zira bu kin emperyalistlerin de yönlendirmesi ile bunların ekmeği, suyu ve hatta putu haline getirilmiştir. Bu yüzden nasıl PKK'dan emin olamıyorsak bunlardan da emin olamayız. Görüyorsunuz Yunanistan kılığına, boyuna posuna bakmadan bütün denizlerimizi elimizden almaya, bizi kuşatmaya çalışıyor, mütemadiyen bir savaş dili kullanıyor. Bir millet bu kadar ahmak olabilir mi? Oluyor işte.
Türkiye içinde de kin ve karşıtlığını put haline getiren bir zümrenin türemesi tehlikeli bir durum. Zira bunlar çok rahat yönlendirilebilir, emperyalist çıkarlar için harekete geçirilebilir bir kitle haline geliyorlar.
Dış destekle ayakta kalan, küffarın güdümündeki Arap ülkeleri son zamanlarda İsrail'e olan desteklerini bariz bir şekilde sergilemekten çekinmedikleri gibi Türkiye'ye de hiçbir ülkenin yapmadığı düşmanlığı yapıyorlar. Volkan Bozkır BM Genel Kurul Başkanlığı'na seçilirken 178 ülke olumlu oy verdi, Yunanistan, Ermenistan, Güney Kıbrıs'ın yanında bir de bunlar karşımızda durdu.
Bunların bu düşmanlığını motive eden şeylerden birisi de "Sekülerlik" (dinden uzak dünyacılık) kavramı etrafında yürütülen algı operasyonudur. Dikkat ederseniz bu kavram üzerinden ülke yönetimleri ve terör örgütleri sınıflandırılmaya çalışılmaktadır. İktidarlarına, saltanatlarına müslümanları ve İslâm'ı tehdit gören Sisi, Selman, Zayid el-Nehyan gibi yöneticiler ülkelerini şuursuzca bu çarpık algı üzerinden heba ediyorlar. İsrail'e yanaşıyorlar, Türkiye'ye düşmanlık yapıyorlar, Libya'da Fransa'yı Rusya'yı destekliyorlar. Suriye'de, Yemen'de, Somali'de her yerde bu algı üzerinden küffarın yapamadığı terörü, fitneyi, karıştırmayı yapıyorlar.
Emperyalist yamyam sürüleri ise bu bölgeye tamamıyle kendi çıkarları üzerinden bakıyorlar. İşlerine gelen yönetimleri destekliyor, ülkeleri parçalıyor, halkları bilinçli olarak fakir ve cahil bırakıyor, orduları birbirine düşürüyorlar. Birçok ülke, birçok insan ise bunların algı operasyonları üzerinden birbiri ile didişiyor. Maalesef bu oyuna gelen geniş bir kitle var. En bariz örnek PKK'nın, PYD-YPG'nin seküler bir örgüt gibi pazarlanması ve bu bağlamda bu vahşi, despot, faşist, ilkesiz, Haçlı-Siyonist lejyoneri örgüte yönelik sempati ve meşruiyet pompalanmasıdır.
Düşman içimizde de aynı algı operasyonunu yürütüyor, bir kararsızlık ve karşıtlık oluşturmaya çalışıyor.
Türkiye'nin bölgesindeki askerî ve istihbarî açılımını, harp teknolojisini, tehdidi sınırlarının dışında karşılama, dost ülkelerin istikrarı için gerekirse askerî müdahalelerde bulunma stratejisini hazmedemeyen, Türkiye'nin önünü kesemeyen emperyalist çete bir fitne-fesat dili geliştiriyor ve bunu nüfuz ajanları vasıtası ile Türkiye'nin içinde de pompalamaya çalışıyorlar. Türkiye'nin bu açılımlarını bir devlet politikası değil de, şahsa, hükümete bağlı politikalar gibi göstermeye çalışıyorlar. Böylece bölgede işlerine gelmeyen bütün icraatlarımızın devlet politikası olarak yerleşmesini engellemeye çalışıyorlar. Mandacı zihniyetin geri gelmesini ve Türkiye'nin elde ettiği kazanımları tersine çevirmeyi ümit ediyorlar. Devleti yönetmeye talip olan bazı figürlerin bu algıya hizmet eden "Suriye'de ne işimiz var, Libya'da ne işimiz var, IMF ile ortak hareket etmemiz lâzım, SİHA'lar sivilleri öldürüyor, İktidara gelirsem ilk işim düşünce suçlularını (FETÖ'cüleri) serbest bırakmak" şeklindeki açıklamaları ise hem düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürüyor, hem de topyekûn bir mücadele azminin oluşmasına zarar veriyor.
Bu noktada özellikle küffarla vatan müdafaası uğrunda yapılan mücadeleleri kısır tartışmalara boğmadan desteklemek; bu icraatların devlet politikası olarak pekişmesine, muhkem temellere oturtulmasına yardımcı olmak; bu hususlarda zihinlerde oluşan karmaşaları izale edip iç bütünlüğümüzü elden geldiğince tahkim etmek lâzımdır.
PKK terörüne aman verilmemesi; Suriye'de, Irak'ta operasyonlar yapılıp güvenli bölgeler oluşturulması; terör elebaşılarının birer birer yok edilmesi; terörü destekleyen belediye başkanlarının yerine kayyumlar atanması; Rusya-İran-Esed ittifakının İdlib'i insansızlaştırma politikasına engel olunması; Katar, Somali, Libya gibi dost halkların yönetimlerine destek verilmesi; "Mavi Vatan"ın müdafaası; savunma sanayii projelerine en üst seviyede destek verilmesi gibi icraatların bir devlet politikası olduğu dosta-düşmana gösterilmelidir ki, küffar bizden ümidini kessin. Yoksa dış düşmanın veremediği zararı kendi içimizden görürüz.