İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
"Bu zât, geçmiş ümmetlerdeki ulü'l-azm peygamberlerin işini görür." (234. Mektup)
Muhyiddîn-i İbn'ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri bu husustaki tasdikini "Fusûsu'l-Hikem" adlı eserinde:
"O, zâhirde tâbi olduğu hükmü, bâtında Allah'tan alır." sözü ile ifade etmiştir. (s: 45)
Doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ tarafından gönderilmiş ve desteklenmiş olduğundan ötürü Allah-u Teâlâ bu karanlığı bu nur ile dağıtmıştır. Buradan da anlaşılıyor ki; Hakk'tan alıyor, halktan almıyor.
Rükneddîn eş-Şirâzî -kuddise sırruh- Hazretleri; Allah-u Teâlâ'nın Zatî tecellisine mazhar olan Hatemü'l-evliyâ'nın intikal yoluyla Hatemü'r-rusül'ün "aynı" olduğuna işaret ederek, Hatemü'r-rusül Aleyhisselâm'a vahiy nazil olmadan çok önce risaletin ve kelâmın gösterildiğini, vahiy bitmeden Kur'an'ı okumada acele etmemesi emrinin de bu nedenle verildiğini ifşa etmiş, onun kâmil varisi olan Hâtemü'l-evliyâ'nın da aynı şekilde tâbi olduğu ilâhi hükmü kendi bâtınında görüp "İlmullah"la çözebildiğini ve Kur'an-ı kerim'in manasıyla ziynetlendirildiğini haber vermiştir.
"Eğer ki sen, peygamberlerin -aleyhimüsselâm- velâyetle ilgili olarak gördüklerini Hâtem-i evliyâ mişkâtından gördüklerine dâir sana verdiğim işaretleri anlayabildiysen, senin için faydalı bir ilim hâsıl olmuş demektir.
Sana verdiğim bu işaretlerden biri, Hâtem-i evliyâ'nın letâfet yönünden müşâhadede bulunan şahıslardan, daha doğrusu şahısların ruhlarından müşâhadede bulunanların en kâmilleri(nin yolu) olan Zâtî yol üzere; intikâl yoluyla, 'ayn'ıyla (özüyle) zâhir mişkâtı olan resullerin Hâtem'i oluşudur.
Onun zâhir mişkâtı Allah ile ve ilâhî hakîkatlerle ahlâklandıktan sonra; hem ilâhî ahkâma bağlı olmasının, hem de tâbî olduğu şeyleri görerek onunla ziynetlenişiyle, mânâ bakımından yüksek olmasının ardından, o onların hem en sonuncusu, hem de en ilki olur. O Kur'ân'ın nice ibârelerinin manasıyla ziynetlenir!
Nitekim Allah-u Teâlâ'dan onun bu yönü hakkında şöyle bir haber gelmiştir:
'Resul'üm! Sana onun (Kur'ân'ın) vahyi bitmeden önce Kur'ân'ı okumakta acele etme!' (Tâ-hâ: 114)
Resul Aleyhisselâm'a (vahiy) başlangıçta risâlet ve kelâmı gördükten sonra nâzil olduğu için hâl böyle olmuştur. İşte velîler de ona, velâyet'in göstermesiyle; 'İlmullah' ile, yâni 'Allah'ın ilmi' ile muttâlî olur. Onun kaynağı da, menbaı da artık O'nun göstermesi olur." ("Nusûsu'l-Husûs fî Tercemeti'l-Fusûs"; Pertev Paşa, nr.: 295, vr. 74a)
Bu zevât-ı kiram hazerâtı bu ilmin Hazret-i Allah'ın ilmi olduğunu, kaynağının da yine Hazret-i Allah olduğunu haber vermişler, bu yüzden "İlmullah" demişlerdir. Bu ilim Allah-u Teâlâ'dan gelir, O'nun ilmi, O'nun hilmi, O'nun desteğidir.
Sadreddîn-i Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri "Kitâbü'l-Fukûk" isimli eserinde Hâtemü'l-evliyâ ile Hâtemü'l-enbiyâ arasındaki Şer'î bağlılığın mâhiyetini beyan etmek üzere şöyle buyurmuşlardır:
"Hâtemü'l-evliyâ, Hâtemü'r-rusül'ün şeriatına tâbi olduğu için şeriatı zâhirde ondan alır. Bâtında ise vahiy meleğinin Hâtemü'r-rusül'e onu aksettirdiği yerde, aynı kaynaktan alarak, şeriat hususunda Hâtemü'r-rusül ile denkleşir." ("Kitâbü'l-Fukûk fî Müstenedâti Hikemü'l-Fusûs"; sh. 31)
Bâlî-i Sofyavî -kuddise sırruh- Hazretleri de bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Hâtemü'l-evliyâ (ilmini) öyle bir kaynaktan alır ki, Hakk'ın vahyini alma hususunda Resul'e vasıta olan melek de onu aynı kaynaktan alır. Bu kaynak ise Hakk'tan başkası değildir. Dolayısıyla her iki ilmin kaynağı da bir olunca, bâtın ilmi de şeriat vechinin has bir cihetinden başka bir şey olmaz. Şu kadar var ki, bu ancak velâyet'in tahsilinden sonra hâsıl olan 'İlâhî keşif'le bilinebilir." ("Şerh-i Fusûsu'l-Hikem li'l-Bâlî es-Sofyevî"; s. 57)
Ne lütfederse, ne ihsan ederse ve ne murad ederse orada veriyor. O oradan alıyor. Çekecek ki söyleyecek, söylediğini sana bildirecek. Amma sana söylerken de kimse duymayacak, kimse bilmeyecek. Bu ise harfsiz hurufatsız olur. Onun için yanyana olacak ki, O buyuracak, sen anlayacaksın.
Bu makam o makamdır, mukarreb meleğin dahi sokulamayacağı makamdır. O anda arada hiçbir vasıta yoktur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Benim Allah ile öyle vaktim olur ki, oraya ne yakın bir melek sızabilir, ne nebi ne de resul sokulabilir." (Keşfü'l-Hafâ)
Molla Abdurrahman Câmi -kuddise sırruh- Hazretleri'nin talebelerinden olan Şeyh Mekkî Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'in emriyle Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri hakkında "Fusûsü'l-Hikem" isimli eserine atılan iftiraları ortadan kaldırmak için "el-Cânibü'l-Garbî fî Hall-i Müşkilât-ı Şeyh Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî" adıyla bir eser yazmış, Hâtemü'l-velâye ile ilgili itirazları ortadan kaldıran mühim cevaplar vermiştir.
"Nitekim aynada olduğu gibi, belki Hâtem-i rusül'ün o ilmi Hâtem-i evliyâ'dan elde etmesinin, Hâtem-i rusül'ün Kur'ân'ı Cebrâîl'den elde etmesine tam bir benzerliği vardır. Varlığıyla ki Hâtem-i rusül Cibrîl -aleyhisselâm-dan efdaldir, onu unsûrî bakımdan yetiştirmede ise Cibrîl onun muallimidir.
Şeyh Nâsır-ı Makdisî 'Kitâb-ı Kenzü'r-Rumûz'da;
"Resul'üm! Sana onun (Kur'an'ın) vahyi bitmeden önce, Kur'an'ı okumakta acele etme!" (Tâhâ: 114)
Âyet-i kerîme'sinin manâsında buyurur ki: 'Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Kur'an'ın cümlesini Hakk Celle ve Alâ'dan vâsıtasız almıştı. Çünkü Cibrîl -aleyhisselâm- Kur'an'ı vahiy yoluyla ona okuyordu, Resûl -aleyhisselâm- acele eylerdi ve Cibrîl -aleyhisselâm-ın kelâmı tamam olmazdan evvel o onu okurdu.
Şu halde Hakk Teâlâ:
"Beni Rabb'im terbiye etti, edebimi ne güzel eyledi!" hükmü mûcibince ona edeb talîm eyledi ki, Cibrîl -aleyhisselâm- o makâmda muallimdi, Resul -aleyhisselâm- tâlim görücü idi. Edep odur ki, tâlim gören muallimden öte geçmeye!..'
Belki bu hakîr derim ki; çünkü Hâtem-i rusül 'Kalem-i alâ ve 'Akl-ı evvel'dir, o bütün ilimleri Hakk Teâlâ'dan vâsıtasız elde etti ve Levh-i mahfûz'a verdi ki, o küllî nefistir.
Cibrîl -aleyhisselâm- Kur'an'ı Levh-i mahfûz'dan elde etti ve Muhammedî unsûrî yaratılışta ondan elde eylediğini geri ona verdi. Ve bu, Cebrâîl'in Hâtem-i rusül üzerine üstünlüğüne sebep olmaz.
Dolayısıyla Hâtem-i evliyâ'nın rûhu ve onun kandili, ona evvelce 'Akl-ı evvel' olduğu yönden Hâtem-i rusül'den aktarılmıştır. Ondan sonra unsûrî inşâda Hâtem-i velâyet, Hâtem-i rusül'e tâbîlik bereketiyle Hatm-i velâyet mertebesini hâsıl eyledi. Ve bu hâl üzere; eğer Hâtemü'r-rusül, Hâtemü'l-evliyâ aynasında kendi eserlerini, isimlerini ve sıfatından bazısını müşâhade eylese, akıl ve Şerîat'tan hâriç olmaz." ("el-Fazlu'l-Vehbî fî Tercemeti'l-Cânibi'l-Garbî")
Şeyh Mekkî -kuddise sırruh- Efendi'nin bu ifşaatı, yukarıdaki Hadis-i şerif'in adetâ bir şerhi mahiyetindedir ve ondaki bütün esrarı apaşikâr gözler önüne sermektedir.