Allah-u Teâlâ Muhammed Aleyhisselâm'a indirilen gerçeklere iman edenlerin hâl ve ahvâllerini bizzat kendisinin düzelteceğini, onları karanlıklardan aydınlığa çıkaracağını, gönüllerini ıslâh edeceğini; ruh ile beden, madde ile mânâ, dünya ile ahiret arasında kopmaz bağlar kuracağını beyan buyurmaktadır:
"İman edip sâlih ameller işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir." (Talâk: 11)
Bütün kâinat cehâlet, dalâlet ve vahşet içinde yüzerken Allah-u Teâlâ, o an ve zamana göre hakikati indirmekle insanları tenvir etmiş, iman edenlerin dalâlet bataklığından çıkmasına vesile olmuştur.
"İman edip sâlih amel işleyenlerin, Rabb'leri tarafından MUHAMMED'e indirilen gerçeğe inananların günahlarını Allah örtüp bağışlar ve hallerini düzeltip iyileştirir." (Muhammed: 2)
Muhammed Aleyhisselâm'a indirilen gerçeğe inananların hallerini iyileştirecek, dünya saâdetine ahiret selâmetine kavuşturacaktır.
Tarih boyunca imanlarında sâdık olan müslümanların durumları da hep böyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır.
•
Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler, işte onlar takvâ sahipleridir." (Zümer: 33)
Doğruyu getiren Muhammed Aleyhisselâm'dır, tasdik edenler ise onun izinde yürüyenlerdir. Gerçek iman sahipleri işte bunlardır. Onların Rabb'leri katındaki mükâfatlarının büyüklüğünü ancak Allah-u Teâlâ bilir.
"Onlar için Rabb'leri katında diledikleri her şey vardır. İşte bu, muhsinlerin mükâfatıdır." (Zümer: 34)
Sadece cennette değil; berzâh âleminde, kıyamet gününde, mahşer meydanında, hesapta, sıratta da bütün istekleri yerine getirilecektir.
"Allah bununla onların yaptıklarının en kötülerini bile örtecek ve yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlarını verecektir." (Zümer: 35)
Allah-u Teâlâ küçücük bir iyiliği çok sayacak ve karşılığını çok sevapla mükâfatlandıracak kadar lütuf ve kerem sahibidir. Bu lütuf ise takvâ sahibi kullarına yaptığı muameledir. Onların kötülüklerini örter, terazilerinde o kötü amellerinin herhangi bir hesabı kalmaz.
•
Allah-u Teâlâ asırlardan beri imansız yaşayan ve birbirine saldırıp duran çöl Arapları'na; iman nuru ile münevver, İslâm şerefiyle müşerref olup, Ashâb-ı kiram olma şerefine nâil olduktan sonra indirdiği Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurdu:
"Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.
Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size âyetlerini böyle açıklıyor." (Âl-i imrân: 103)
O insan şeklindeki canavarlar; bıçak bıçağa gelmiş, birbirlerinin kanına susamış, vahşi hayvanlar gibi dağılmış olan Araplar, o Nur sayesinde birleşip tek bir vücut haline geldiler. Gönülleri ve bünyeleri ile birlikte, büyük bir teslimiyet dairesine girdiler.
Allah-u Teâlâ ilâhî bir gaye uğrunda birleşen bu bahtiyar kullarını Kur'an-ı kerim'inde meth-ü senâ etmektedir:
"Onların gönüllerini birleştiren Allah'tır. Eğer sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O Azîz'dir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Enfâl: 63)
Ölmüş kalpler canlandı, basiretler açıldı, kırılmış ve kopmuş olan ilâhî bağlar yeniden bağlandı. Bütün bunlara o Nur vesile oldu. Çünkü o Allah-u Teâlâ'nın kanunu ile, hükmü ile geldi ve O'nun hükmü ile hükmetti.
•
İnsanların iman edip hem dünyada hem ukbâda mesut ve bahtiyar olmalarına çok düşkündü. İnsanlara kendisini tüketircesine şefkat ve merhamet etmekteydi.
Onun bu hâlini Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde haber veriyor:
"Gerçekten biliyoruz ki, söyledikleri şeylerden dolayı göğsün daralıyor, için sıkılıyor." (Hicr: 97)
Hiç şüphesiz ki o zaman da münâfıklar vardı, şimdi de var. O zamanki münkirler de çeşitli sözler söylerlerdi, şimdi de söyleniyor.
O zaman üzülüyordun, şimdikileri de biliyorsun.
Merhametlilerin en merhametlisi olan ve ona bu şefkati bahşeden Allah-u Teâlâ onun bütün iç durumunu biliyor ve onu teselli ediyor.
O ise insanların dalâletten hidayete ermelerini, hakikati bulmalarını, cehennemden kurtulup cennete girmelerini istiyor.
"İman etmiyorlar diye neredeyse kendini tüketeceksin Habib'im!" (Şuarâ: 3)
Kendisine inanmayanları, hakaret eden ve alaya alanları, yılmadan gece-gündüz İslâm'a çağırmış, hidayete ermeleri için bütün gücü ile gayret sarfetmiştir.
Ayrıca iman şerefi ile müşerref olan ümmetini; dünya ve ahiretin sıkıntılarından kurtarmak için, yasakları işlemekten sakındırmaya çalışmıştır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Benim misalim ateş yakan bir adamın misali gibidir. Ateş etrafındaki şeyleri aydınlatınca pervâneler ve şu ateşteki hayvanlar içine düşmeye başlarlar. Adam onlara engel olmaya başlarsa da onlar kendisine galebe çalarak ateşe atılırlar.
İşte ben ateşten korumak için sizin eteğinizden tutuyorum. 'Ateşten beri gel! Ateşten beri gel!' diyorum. Siz bana galebe çalarak onun içine atılıyorsunuz." (Müslim: 2284)
Onun bu hâli şefkatinden ötürüdür. İnsanların cehenneme gitmesini önlemek istiyor. Fakat imansızlık girdabına düşmüş sapıklar, kendilerini cehenneme atmaya çalışıyorlar. Bu üzüntüsünden dolayı da kendisini tüketiyor.
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bütün bir gecede, sabaha kadar:
"Eğer onlara azap edersen, şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Şayet bağışlarsan şüphesiz ki sen Azîz'sin, hükmünde hikmet sahibisin." (Mâide: 118)
Âyet-i kerime'sini tekrarlamış durmuş, ümmetinin affını niyaz etmiştir. (Nesâî)
Onun bu hâli ümmetine olan şefkatini göstermektedir. Ümmetine olan merhametinden dolayı Berat gecesinde sabaha kadar böylece Allah-u Teâlâ'ya niyaz etmiş, hiçbir zaman şahsını düşünmemiştir.
•
Çok geceler ibadetle sabahladığı olurdu. Kendisini çok yorması sebebiyle gönlünü almak ve teselli etmek için "Tâhâ" ism-i şerif'ini ona Allah-u Teâlâ taktı, ihsan ve ikram etti. Ondan çok hoşnut olduğu için bizzat hitap ederek Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Tâ Hâ. Resul'üm! Biz sana bu Kur'an'ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik." (Tâhâ: 1-2)
Ancak beşeriyete bu nuru açman, hakikati saçman için indirdik. Sen ikaz ve irşad ile memursun, biz dilediğimize hidayet veririz. Sakın onlara üzülme!
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh- Hazretleri buyururlar ki:
Bir gün Resulullah Aleyhisselâm bana: "Kur'an oku!" diye emretti. "Yâ Resulellah! Sana mı Kur'an okuyacağım? O bizzat sana nâzil oldu." deyince: "Öyle amma ben onu bir başkasından dinlemeyi severim." buyurdu.
Bunun üzerine Nisâ sûre'sini okumaya başladım.
"Her ümmetten bir şâhit getireceğimiz ve seni de onlar üzerine şâhit getireceğimiz zaman halleri nice olur?" (Nisâ: 41)
Âyet-i kerime'sine gelince:
"Şimdilik bu kadar yeter!" buyurdu. Bir de baktım ki gözlerinden yaşlar akıyordu. (Buhârî)
O kimin lehinde şahitlik yaparsa kurtulmasına vesile olur. Aleyhinde şahitlik yaptığı kimsenin kurtulması ise mümkün değildir.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Muhammed Aleyhisselâm'ı "Doğruluk ayağı, doğruluk makamı..." gibi mânâlara gelen "Kadem-i Sıdk" olarak vasıflandırmıştır:
"İman edenlere Rabb'leri katında kendileri için bir Kadem-i Sıdk olduğunu müjdele." (Yunus: 2)
Öyle bir "Kadem-i Sıdk" ki sâdıkların, sıddıkların rehberi; ümmetine doğruluğu sağlayan, duâsı ve şefaati red olunmayan yegâne Peygamber'dir. Allah-u Teâlâ onu öyle bir önder, öyle bir yol gösterici, öyle bir Nur kılmış ki; o Zât-ı âli'yi, o Nur'u, o izi takip edenlerin, o izden ayrılmayanların saâdet-i ebedîye'ye ereceğini ve ahirette onun ile beraber olacağını müjdeliyor.