Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Her Alanda Gayr-ı Nizami Harp Taktikleri Geliştirmemiz Lâzım - Ömer Öngüt
Her Alanda Gayr-ı Nizami Harp Taktikleri Geliştirmemiz Lâzım
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Haziran 2020

 

-Tarım, Enerji, Sanayi, Sağlık, Bilim, Savunma-

Her Alanda Gayr-ı Nizami Harp Taktikleri Geliştirmemiz Lâzım

"Gayri Nizami Harp" yöntemleri artık tüm dünya ordularında nizami harbin bir parçası olarak kullanılmaktadır. Düşman özellikle üretim alanlarını da bir savaş alanına çevirdiği için bu alanlarda da bu zihniyetle yeni projeler geliştirilmesi lâzımdır.

 

Korona salgını insanoğlunu derinden sarstı ve sarsmaya devam ediyor. Diğer yandan dikkatli bir gözle bakıldığı zaman bu salgının salgın öncesi iyice yükselen dünyadaki gerginlik ve çatışmaların boyutunu büyüten bir domino etkisi yapacağı anlaşılıyor.

Türkiye salgının tetiklediği değişim ve dönüşüm sürecini lehine çevirmek için gayret ediyor ve devlet ricali bu konuya ciddi olarak kafa yoruyor. Ancak bununla beraber boyutu büyüyen tehditlere ve saldırılara karşı savunma tekniklerimizi de geliştirmemiz ve çeşitlendirmemiz lâzım. Nasıl ki ordularımız hibrid savaşı, nizami harp yanında gayr-i nizami harp taktik ve yöntemlerini de öğrenip ikisini bir arada kullanmak zorunda kalmışsa; tarımda, gıdada, ekonomide, sanayide, teknolojide, enerjide, sağlıkta, bilimde de benzer yöntem ve teknikler geliştirmeli ve nizami yöntemlerle birlikte harmanlayarak kullanmalıyız. Ki, büyük bir saldırı olduğunda cephemiz yıkılmasın; bütün satıhlarda, tutunabildiğimiz her yerde vatanımızı, tarımsal, ekonomik, teknolojik değerlerimizi savunmaya devam edebilelim.

Zira; ülkeler arası gerginlikler'in gün geçtikçe arttığı bir dünyada yaşıyoruz. Salgınla beraber bu gerginliklerin azalması bir tarafa, daha da arttığını görüyoruz. Libya'da, Suriye'de, Kuzey Irak'ta görüldüğü gibi yedikleri onca tokata rağmen azgınlıklarını ve saldırılarını şu salgın günlerinde bile hız kesmeden devam ettirmeye çalışıyorlar. Bunun gibi bütün dünyada gerginlikler, kin ve düşmanlıklar birikiyor. Elan birçok ülkede iç savaş ve çatışmalar sebebiyle çok büyük dramlar, çok büyük çaresizlikler yaşanıyor. Bütün bunların bütün dünyayı sarması işten bile değil. Bunları kendimizden uzak zannediyoruz, ancak şöyle bir hafızamızı yoklarsak yakın zamanda Türkiye'nin de birkaç defa uçurumun kıyısından döndüğünü görürüz.

Ne kadar adaletsiz olsa da ülkeler kendisini bir hukukla sınırlı kabul ediyordu. Bu anlayışın tamamen yıkılma ihtimali var. Dünya sadece sopaların konuştuğu bir kaos ve savaş ortamına hızlı bir şekilde evrilebilir.

Dünya ekonomisi salgından önce iyice bozulmuş, bir krize doğru gidiyordu. Salgınla beraber bu süreç hızlandı, birçok insan işsiz kaldı. Hızlı bir toparlanma pek mümkün görünmüyor. Hatta çok büyük bir krizin yaşanma ihtimali bulunuyor. Bu da büyük küresel çatışma riskini artıran bir çarpan etkisi yapıyor.

Tarımsal üretim ve gıda güvenliği iklim değişikliğinin de etkisiyle gittikçe zorlaşıyordu. Ancak esas büyük tehdit; bilinçli bir şekilde küçük üreticileri bitirmek ve tohumlara varıncaya kadar her türlü gıda üzerinde tam bir tekel kurmak için çalışan küresel tekelcilerden geliyordu. Çıkacak kaos ve çatışma ortamları tarımsal üretim ve gıda güvenliğinde büyük krizlerin ve açlıkların yaşanması ihtimalini artırıyor. Unutulmamalıdır ki Afrika'daki, Yemen'deki açlıkların en büyük sebebi çatışma ve savaştır.

Teknolojik dönüşüm denilen, toplumların sosyolojisini, alışkanlıklarını dönüştüren bir süreç yaşanıyordu, salgınla beraber iyice hızlandı. Bu konuda komplo tartışmalarını bir tarafa bırakıp artık kafamıza yerleştirmemiz gereken bir gerçek var; sosyal medya denilen platformlar üzerinde bilinçli bir şekilde tekel kurmuş olan, yapay zekâya büyük yatırımlar yapan, yeni tekno-para teknolojisini de kendi tekeline almaya çalışan küresel bir satanist-paganist tarikat var ve bunlar teknolojik dönüşümü kendi şeytani planları için bir fırsat olarak görüyor ve kullanıyor.

Yaşanan salgın; küresel tehlike ve tehditlerin silahlı saldırılardan ibaret olmadığını gösterdi.

 

Yaygın ve Yanlış Bir Algı:

İnsan beyninin kötü hatıraları silmeye çalışan bir yapısı vardır. Belki bu genetik yapımızın da etkisiyle yanı başımızda, hemen sınırımızda büyük insanlık dramları yaşanmasına; dünya gün be gün büyük harplere evrilmesine; yahudi işbirlikçisi, kripto Arap hanedanlarının maskelerini çıkartıp fütursuzca İslâm'a, Türkiye'ye düşmanlık yapmaya çalışmasına; hatta Türk ordusu mütemadiyen düşük yoğunluklu da olsa harpten harbe koşmasına rağmen, bu tehditlerin büyümeyeceğine, bize ulaşmayacağına, dünyanın büyük savaşlar yaşamayacağına dair düşüncelere daha çok rağbet ediyoruz.

Bu hatalı yaklaşım tedbir almamızı engelliyor, gevşek davranmamıza yol açıyor. Çok kritik projelere 3-5-10-15 yıllık zaman dilimleri biçiyoruz. Oysa salgın başladığında dünyanın büyük üreticilerinin halen üretemediği bir solunum cihazını azmedince 15 günde ürettik, bir ayda seri üretime geçtik. Yani bu 3-5-10-15 yıllık kalıplardan kurtulmamız için salgın gibi büyük bir olay mı yaşanması gerekiyor? Memur zihniyetinden sıyrılmamız, durmak bilmeyen, deli-dolu insanların önünü açmamız lâzım.

Zira önümüzde belki dünya tarihinde görülmemiş, çok sancılı geçecek, 10-15 yıllık bir dönüşüm süreci var. Etkili, yetkili konumda olup da dünya nüfusunu 500 milyona indirmeyi ciddi ciddi düşünüp uygulamaya çalışan insanların olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Hadis-i şerif'lerde haber verilen büyük harpler, Antakya Harbi (Armagedon Savaşı), Deccal'in çıkışı, Ye'cüc-Me'cüc istilası gibi afatlar mitolojik hikâyeler değil, Allah ve Resül'ünün haber verdiği vakıalardır. Hangi tahmin Allah ve Resul'ünün verdiği haberin yerine geçebilir?

 

Türkiye Dikkat Çekiyor:

Dikkat ederseniz bütün dünya ülkeleri bu salgından etkilendi ancak ilginç bir şekilde BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi beş ülke (Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin) ve İspanya, İtalya gibi diğer önde gelen Avrupa ülkeleri virüsten en çok etkilenen ülkeler oldu. Hepsinin sağlık sistemi çöktü. Terkedilen bazı yaşlı bakımevlerinde toplu ölümler gerçekleşti. Böyle bir ortamda Türkiye'nin gösterdiği dirayet, sağlık sisteminin başarısı bütün dünyanın dikkatini çekti. Ortalık durulduğunda Türkiye'nin devletler ligindeki konumunu yükselteceğini tahmin etmek zor değil.

Yine İdlib'den sonra Libya'da da Türk kurmay zekâsının, İHA ve eloktronik harp teknolojisinin elde ettiği düşmanı incitici net başarılar da dünyanın dikkatini çekiyor, göz kamaştırıyor. Türkiye sadece karşısına çıkan güçlere değil onların arkasındakilere de mesaj veriyor. İdlib operasyonuna "Arap Baharı" ismine kinaye ile "Bahar Kalkanı" ismi verilmesindeki mesajda olduğu gibi.

Bu güçler İran'ı ve Rusya'yı da kullanıyor, karşımıza çıkartmaya çalışıyor, BAE'ni üzerimize kışkışlıyor, ancak Türkiye hem bu aparatlara hem de bunları üzerimize salanlara çok büyük cevaplar veriyor.

Kahpeliğin fazilet kabul edildiği şu dünyada mazlumlar bizimle teselli buluyor, namımız büyüyor, ancak bununla beraber kahpelerin düşmanlıkları da büyüyor.

 

Kritik Her Sektör Bir Savaş Alanı:

Düşman insan hayatına dokunan her sektörü bir savaş alanına dönüştürmüş durumda. Enerjiye, petrole, gaza hakim olmak istemesi; sanayide özellikle savunma sanayiinde uyguladığı ambargolar; tarımda, gıdada, ilaçta tekel olmaya çalışması; gıda, ilaç ve aşıların yapısını insanoğlunun doğurganlığını, sağlığını kontrol altına almak için değiştirmeye çalışması; özellikle dijital teknolojide gelecek vaad eden her yazılım firmasını büyük paralarla satın alıp tekel konumlarını kuvvetlendirmeleri vs. bunlar şu anda yaşanan şeyler. Bir gün büyük bir kapışma olursa nelerle karşılaşabileceğimizi düşündüğümüzde bu vahşilerin, bu yamyam sürelerinin yapabileceklerine normal bir insanın empati yapabilmesi pek mümkün değildir.

 

Tarımda, Sanayide Her Alanda
Gayr-ı Nizami Harp Taktikleri Geliştirmemiz Lâzım

Tarımsal üretimi ele alırsak; bir defa her şeyden önce yıllarca bilinç altımıza yerleşen, yerleştirilen kapitalist ekonomi ve dünya anlayışının farkında olmamız lâzım. Medya vasıtasıyla bireylerin bilinç altına yerleştirilen bu zihniyet, AB'ye uyum, Batı ile rekabet falan derken bürokrasimize de yerleşti maalesef. Bugün Tarım Bakanlığı'nın en samimi, en çalışkan bir bürokratının bile proje üretirken profesyonel işletmelerde rekabetçi üretim üzerine kafa yorduğunu, bireysel üretimin milli güvenlik boyutunu öngöremediğini görebilirsiniz.

Bundan çok değil 20-30 yıl önce köyümüzde kasabamızda hemen herkesin ineği, tavuğu vardı, annelerimiz kendi tereyağını, peynirini yapardı. Bostanlarda her türlü sebze yetiştirilir, fazlası satılmaya çalışılırdı. Oysa bugün köylü yumurtasını, ekmeğini, sütünü marketten alır hale geldi. Hayvan besleyen kalmadı.

Bu durum ekonomik bir kayıp olduğu kadar aynı zamanda bir ulusal güvenlik sorunudur. Tabir caiz ise tarımsal üretimin gerillaları yok olmak üzere. Her ailenin kendi kendine üretim yapabilir olması, sathı müdafaa olarak görülmelidir. Sadece büyük işletmelerin önünü açarsak cephe yıkıldığı zaman bu millet ne yiyecek?

Bir zihniyet dönüşümüne ihtiyacımız var. Köyleri mahalle yapmak gibi şeylerle uğraşacağımıza kırsala yerleşen insanın yaptığı üretimi değerlendirebilmesi ve ayakta kalabilmesi için devlet olarak yardımcı olmamız lâzım. Büyük şehirde 5-10 liraya yediğimiz sebzenin tarladan 50 kuruşa kalkmaması lâzım. Oysa destek olacak yerde AB uyum yasası falan filan diye yok izin almadan ticaretini yapamazsın yok şunu yapamazsın gibi yeni engeller çıkartılmaması lâzım.

Enerji sektöründe HES projeleri çok güzel bir uygulama oldu, enerji üreten yapılar çeşitlenmiş oldu. Aynı şekilde ulusal şebekemiz de gerektiği zaman bağımsız çalışabilecek şekilde mümkün olduğu kadar küçük birimler şeklinde yapılandırılmalıdır. Bireysel enerji üretiminin de önü açılması lâzım. Vatandaş masraf yapıyor güneş enerjisinden elektrik üretiyor, dağıtım şirketi bir de borç çıkartıyor.

Yine sanayide ve özellikle savunma sanayiinde uzmanlaşmış KOBİ'ler şeklinde yapılanmalar da üretimin satha yayılması açısından güzel bir gelişme. Büyük savunma sanayi şirketlerimizin de "Büyük bir saldırı olduğunda nasıl ayakta kalabiliriz?"i düşünmesi, her şeyi tek bir yapı kompleksinde toplamak yerine alternatif yöntemler düşünmesi lâzım. Eğitimli bireysel silahlanmanın önündeki vergi vs. engellerin de kaldırılması lâzım. Bugün yerli bir silah almak isteyen silaha verdiği paradan daha çoğunu vergi olarak veriyor.

Gıda güvenliği açısından ise, yine bize küresel tekelcilerden kötü bir miras kalan insan sağlığına zararlı nişasta şekeri vs. gibi her türlü zararlı şeylerin engellenmesi, kişilerin insan sağlığını hiçe sayan üretime cesaret edemeyecekleri düzen ve kanunların getirilmesi lâzım.

Teknolojide; dijital altyapımızı Rusya'nın yaptığı gibi gerektiğinde küresel sistemden bağımsız çalışabilecek, hatta mümkünse bölgesel olarak bağımsız çalışabilecek şekilde yapılandırmamız, kritik alanlardaki yazılım girişimlerini desteklememiz lâzım. Bugün Google gibi şirketlerde çalışan ve yapılan işlerden rahatsız olan, İslâm ülkelerinden ve diğer 3. Dünya ülkelerinden gitme binlerce mühendis var. Bunlara çalışabilecekleri bir ortam sunduğumuzda kısa zamanda akla hayale gelmeyecek işlerin başarılabilmesi ihtimali var.

Korona salgını bize lojistik sektörünün de önemini bir kez daha gösterdi. Unutulmamalıdır ki güvenlik riskinin olduğu ülkelerde güvenli bir lojistik ağı kuran ülkeler ihracatta öne çıkıyor. (Irak'ta bile bu konuda eksiklerimiz var.) Güvenlik riski olmayan ülkelerde bile lojistik çok önemli. Bunu "Bir kuşak-bir yol" projesi kapsamında yaşanan büyük kapışmalardan anlayabiliriz. Başlı başına bir lojistik bakanlığı kurulsa yeridir. Aynı şekilde tarımsal üretim başta olmak üzere bireysel üreticinin ürününü değerinde alıp büyük şehirlere taşıyacak bir lojistik ağ kurulmalıdır. Üreticilere yardımcı olacak sistemler kurulmalıdır.

Binaenaleyh akla gelen gelmeyen her alanda bu zihniyetle, "Sathı müdafaa" zihniyetiyle bir yapılanmaya girmemiz lâzım. Nizami üretim ve ticaret yöntemleri ile beraber gayr-i nizami üretim ve ticaret yöntemlerini harmanlamamız lâzım. Elini taşın altına koyup üretim savaşı veren cengâverleri desteklememiz lâzım. Ve tabii sevmediği, yalakalık yapmadığı için başarılı insanları bir tırpan gibi biçen kişilere de görev vermemek lâzım.

Kısaca bize düşen; elimizden gelen her türlü tedbiri almaktır.

"Ey iman edenler! Bütün tedbirlerinizi alın." (Nisâ: 71)

"Tedbir gibi akıllılık yoktur." (İbn-i Mâce)

Tedbirimizi alırsak önümüzdeki badireleri daha rahat atlatırız, zira tedbir aynı zamanda Hazret-i Allah'a bir niyazdır, sebeplere sarılmak demektir.

Allah'ım vatanımızı devletimizi muhafaza etsin, düşmanlarımıza fırsat vermesin. Bizi ümmet-i Muhammed'in ve mazlum milletlerin hamisi ve sığınağı kılsın. Amin.


  Önceki Sonraki