Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (164) - İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (22) - Ömer Öngüt
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (22)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (164)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Nisan 2020

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (164)

İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (22)

 

Kendi İlminden ve Hilminden İhsan Ettikleri:

Ebu Derdâ -radiyallahu anh-den, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Allah-u Teâlâ İsâ Aleyhisselâm’a hitaben:

‘Yâ İsâ! Ben senden sonra öyle bir ümmet getireceğim ki, onlar sevdikleri bir şeyle karşılaşırlarsa Allah’a hamd ve şükrederler. Hoşlanmadıkları bir şeye rastlarlarsa sabrederler ve Allah’tan ecir beklerler. Bunların ilimleri ve hilimleri yoktur.’ buyurdu.

İsâ Aleyhisselâm:

‘Yâ Rabb’i! İlimleri, hilimleri olmadığı halde, onlardan bu işler nasıl sadır olabilir?’ diye sordu.

Cenâb-ı Hakk:

‘Onlara kendi ilmim ve hilmimden ihsan ederim.’ buyurdu.” (Ahmed bin Hanbel)

İşte “Mârifetullah”taki sır budur. Allah-u Teâlâ onlara kendi ilminden ve hilminden ihsan eder. Binaenaleyh “Ulü’l-elbâb”da olanlar doğrudan doğruya vehbîdir. Bunlar Resulullah Aleyhisselâm’ın vârisidir. Allah-u Teâlâ bir peygambere dilediğini verdiği gibi, vehbî ilim de böyledir, çalışmakla okumakla değildir.

Allah-u Teâlâ, imanı kalbine yazması ile,

Nûru kalbine akıtması ile,

Kalp kulağına duyurması ile,

Kalp gözüne göstermesi ile olur, Allah-u Teâlâ bunlara lütfu ile ilham eder.

İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretlerimiz buyurur ki:

“Bu dikkat sonunda elbette bileceklerdir ki, bu mârifet ve ilimler, ulemânın ilimleri, evliyânın da mârifeti ötesindedir.

Hatta onların ilimleri, bu ilimlere nispetle kabuk kalır.” (“Mektûbât”; 317. Mektûb)

Allah-u Teâlâ ona bildirdiğini başka bir kimseye bildirmediği için, onun bildiğini başka bir kimse bilmediği için, o “Hikmet-i ulyâ”ya vâsıl olmuştur. Daha doğrusu Allah-u Teâlâ onu vâsıl etmiştir, mahlûk oraya vâsıl olamaz.

Onun ilmi ilmullahtır. Bu ise doğrudan doğruya yakınlık makamıdır. Allah-u Teâlâ’nın çektiği, bildirdiği, duyurduğu kullara mahsustur, tahsil ile elde edilmesi mümkün değildir. Kişinin veya başka hiçbir şeyin hükmü yoktur. Sahibi onda öyle tecelli etmiştir.

Nitekim bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Allah dilediği kulunu zâtına seçer.” (Şûrâ: 13)

Allah-u Teâlâ en gizli hikmeti ona bildirmeyi, gizli sırları ona duyurmayı murad etmiş, onunla olmayı murad etmiş.

O Hakk iledir, Hakk’ın huzurundadır. Hakk’tan aldığını verir. O, O’nunla beraberdir. O Hakk’ın istediği iledir, kendi arzusu yaşamaz. Yani Allah-u Teâlâ neyi istiyorsa o, onu ister. Onda nasıl tecelli etmişse o, ondan memnun, kendi arzusu yaşamaz.

Şeriat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in İslâm dinini tebliğ vazifesidir. Yol ise; şeriatı yayarken, vazifesinden ötürü velâyetini kullanmadı, velâyeti şimdi dünyaya yayılıyor.

Hülâsa olarak arzetmek gerekirse; risaletini kullanıp velâyetini bıraktığı için, bu velâyet dünyaya şimdi yayılıyor. Yol şimdi açılmış oldu.

Bu durum Resulullah Aleyhisselâm’ın velâyetini kullanmadığından ötürüdür. “O velâyet intikal etiği için, o yolu o açacak!” demek istiyor.

Nübüvvetini ve risâletini kullandı, velâyetini kullanmadı. Velâyetini kullanma günü bugünmüş.

O zaman o lâzımdı onu gönderdi, bu zamanda bu lâzımdı bunu gönderdi.

Onu da O gönderdi, onu da O gönderdi. Evvel onu gönderdi, sonra onu gönderdi. Onu da Âdem Aleyhisselâm’dan evvel yarattı, onu da Âdem Aleyhisselâm’dan evvel yarattı. Onu da Hatem yaptı, onu da Hatem yaptı. İkisi de nur, ikisi de kandil, ikisi de hâtem...

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, Allah-u Teâlâ’nın onun irşadını yayacağını beyan buyuruyor ve yaydı.

Nitekim İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri:

“Kararmış olan âlem onun zuhur nuruyla aydınlanır. Onun hidayet ve irşad nurları bütün âleme yayılır.” buyurmuşlardır. (“Mektûbât”; 260. Mektûb)

Hiçbir kimsenin irşadı dünyaya sirayet etmemişti. Fakat bu irşâd dünyaya sirayet etti. Hem zâhirî hem bâtınî birleşince bu şekilde dünyaya sirayet etmiş oldu. Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş.

Eğer bu devir olmasaydı bu ilim inmezdi. Bu devire karşı Allah-u Teâlâ bu ilmi indirdi. Bundan sonra bizimle Hazret-i Mehdi arasında bir boşluk kalacak. Nasipdar olan bu kitaplara o zaman çok sarılacak. Nasipdar olmayan büsbütün laçka olacak. O zaman da Hazret-i Mehdi gelecek.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri ne buyuruyor:

“Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtem’ül-velâye’den başka adaleti (hakkaniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz.” (“Hatmü’l-velâye”; Fâtih no.: 5322, 168b yaprağı)

Onun için diyoruz ki; devir bozulmasaydı göndermezdi. Gönderdi, adâletini ayakta tutmak için.“Ondan başka adaleti ayakta tutacak yok” buyuruyor. Türkiye’de değil dünya da Allah-u Teâlâ’nın adaletini ondan başka ayakta tutacak yok buyuruyor. Siz hiçbir şeyin farkında değilsiniz. Dalmışsınız bir kuyunun içine, hiç!

Onun için böyle taktir etmiş, böyle zuhur edecek.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık.” (En’âm: 112)

Bunu şöyle izâh edelim:

Resulullah Aleyhisselâm olduğu gibi diğer peygamberler de bu ibtilâ âleminde birçok azılı ve belâlı düşmanlarla karşılaşmışlar sıkı imtihanlardan geçmişlerdi. Ki onların eziyetlerine sabredip de, karşılığında her biri bir derece sahibi olsunlar.

Burada bir sır var. “Biz musallat ettik!” mânâsına geliyor. Bu sevgi ve ahengi veren Allah-u Teâlâ olduğu gibi, bu düşmanlık ve nefreti veren de O’dur.

İnsan şeytanları zarar verme bakımından, gözle görülmeyen cin şeytanlarından daha çok tehlikelidirler. Zira cin şeytanları Allah-u Teâlâ’ya sığınıldığı zaman kişiden uzaklaşırlar, fakat insan şeytanları musallat olduğu zaman bütün güçleri ile Hakk’tan hakikatten koparmak ve uzaklaştırmak için çalışırlar.

Nuru indiriyor, karşısında nar var. Nur ile nar çarpışıyor. Bunlar gizli işler. Onun için nasıl ki her peygamberin düşmanını halk etmişse, nurun da düşmanları vardır. Herkes niyetine göre mücadele edecek, taktir ne ise o olacak. Nice peygamber vardır ki ümmetleri çok azdır. Hatta hiç ümmeti olmayan peygamber bile vardır. Cenâb-ı Hakk lütuf, ihsan buyurmuş bu nur dünyaya yayılıyor.

Allah-u Teâlâ bir Âyet kerime’sinde buyurur ki:

“Rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf ve kerem sahibidir.” (Âl-i imrân: 74)

Ezelden bu kandilleri halketmiş, koymuş, öyle murad etmiş. Mahlûka âit hiçbir şey yok.

Allah-u Teâlâ Yahya Aleyhisselâm’a, son Peygamber’in ümmetinden olan bu büyük zâtı müjdeleyerek nebilerin ve resullerin dahi gıpta edeceği bir kemâlatla göndereceğini vahyetmiş ve beyanlarının bir noktasında şöyle buyurmuştur:

“İzzet ve Celâl’ime yemin ederim; ben onu öyle bir gönderişle göndereceğim ki, Nebi’ler ve Resul’ler dahi ona gıpta edecekler!”

Gıpta etmelerinin sebebi ve hikmeti; onu Allah-u Teâlâ gönderdiği için, irşadını O yaydığı için, bu nuru bütün dünyaya O sirayet ettirdiği içindir.

Zira Allah-u Teâlâ diğer nebileri ve resulleri yakınlarına, yahut kendi kavimlerine, kendi muhitlerine, kendi mıntıkalarına gönderdi.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i ise umuma gönderdi. Bu ise Rahmeten lil-âlemîn olan Hâtem-i nebi’nin vekili olduğu için, onun irşadını hem dünyaya sirayet ettirdi, hem âlemlere sirayet ettirdi. Onun vazifesi olduğu gibi nakledildiği için, umumî bir irşad var.

Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fütûhü’l-Gayb” adlı eserinde buyurur ki:

“O resul ve nebilerin vekilidir, peygamberler bunu vekil etmişlerdir.” (33. Makale)


  Önceki Sonraki