“Cenâb-ı Fahr-i Kâinat - sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm’ın yalnız ismi, Kur’an’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.
Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” (Beyhâkî)
Yani ahkâm kalmayacak.
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd: 112)
Âyeti kerimes’ine gelince hiçbirimiz orada yokuz.
İslâmiyet bu mudur?
Müslüman odur ki, bütün gidişatını Kur’an-ı azimüşşan’a uydurur. Onu kendi yolumuza ve arzumuza uydurursak o din değildir.
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Efendilerimiz en ince hareketlerde bile Kur’an-ı kerim’e bakarak kendilerine yön verirlerdi. Biz ise yönümüzü, yolumuzu beğendik, “Ahkâm bize uysun!” istiyoruz. Gayet güzel okunuyor, gayet güzel de maişet temin ediliyor. Yola gelince ben yokum orada. Olur mu hiç?
Ahkâm-ı ilâhiye’nin birisini beğensek, ötekisini yine bırakıyoruz. “Şöyle yürüyeceksin!” buyuruyor Hazret-i Allah, biz arzumuz istikametinde yürüyoruz. Hem de “Müslümanız” diyoruz. Bütün hareketlerimiz isimden ibaret kalıyor, hakikatına nüfuz edemiyoruz. “İslâm’ım” demek başka, İslâm’ı yaşamaya çalışmak başka. Gaye yaşamaya çalışmak.
Ya olduğumuz gibi görünmek, ya göründüğümüz gibi olmamız lâzım.
Hazret-i Allah bizim kalbimize nazar ediyor, kalıbımıza değil. Yarın huzur-u İlâhiye’de hepimiz patır patır döküldüğümüz zaman hakikati anlayacağız amma iş işten geçmiş olacak.”
“Her zaman diyorum ki; Hazret-i Allah ile yaratılanların arasını ayırmak lâzım. Sır burada. “Lâ ilâhe illallâh, Muhammedün Resulullah.”
Burada üç mana var. Yarattıkları Allah değil. Şimdi buradan bulacaksınız. Bunlar “Lâ”dan ibaret, “İlâh” ayrı. “Muhammedün Resulullah” nurundan nurunu yarattı, o nurla mükevvenatı donattı. Bu perdeyi, perdenin üzerindeki âlemleri, hayatı onunla yarattı. Ama hep Allah.
İşte bunu bulduğun zaman, Allah-u Teâlâ bu hissi kalbine yerleştirdiği zaman; Hazret-i Allah’ı ayrı, yarattıklarını ayrı görürsün. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in de niçin yaratılmış olduğunu bilmiş olursun.
Şimdi üç mânâ ortaya çıkmış oldu:
Bütün yaratılanlar “Lâ”dan ibarettir, “İlâh” O’dur. Kendi nurundan nurunu yarattı; o nurla mükevvenatı donattı ve hayat verdi. Ne güzel bir hayat. Her yarattığı şeyi güzel yaratmıştır. “Lâ ilâhe illallâh, Muhammedün Resulullah.” İşte bu üç noktayı kavrarsanız bütün gizli ip uçlarını kavramış olursunuz.
“Lâ ilâhe illallâh” bunu çok söylememiz lâzım ki tevhid içimizde yerleşsin. “Lâ ilâhe illallâh” Senden başka ilâh yok. Ne tatlı şey değil mi? Senden başka ilâh yok”
•
“Lâ ilâhe illallah”“İllallah”ı zikret “Lâ”ları değil.
Kardeşler! “Lâ”da kaldınız. “Lâ”lar görülüyor da İlâh görülmüyor. Ama o “Lâ”ları İlâh halkediyor.
Her şey “Lâ”dan ibaret, yalnız O var. “Ol!” demiş olmuş, “Öl!” demiş ölmüş. Hükümdar O, hükmeden O, mevcut O; ötekiler sadece görünüyor.
Allah’ım bizi Zât’ına ulaştırdığı kullardan etsin de bizleri “Lâ”da bırakmasın.
•
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“O her an yeni bir iştedir.” (Rahman: 29)
“Hazret-i Allah her an ve her zerrede yeni bir iştedir. Çünkü uluhiyet sırları her zerrede mevcuttur. Fakir şöyle der:
“Allah’ım bir zerrenin idrakinden acizim, sana sonsuz şükürler olsun!”
Çünkü o zerrede de hayat var, rahmet var, şekil var, ibadet var. Ben bunları o zerrede görüyorum. Zerre gözle görülmüyor ama her zerrede bunlar var. Onun için ben bir zerrenin idrakinden acizim. Sen öyle bir Allah’sın ki yalnız kendi kendini bilir, kendi kendini meth edersin. O öyle bir Allah’tır, mahlûk da mahlûktur. Zerre ile kişinin arasında hiç fark yok. Zaten seni de zerreden yarattı.”
Zât-ı devletleri hakkında:
“İlmi yok!” gibi ileri-geri lâflar eden bir hocadan mevzu geçmişti. Şu sözleri söylediler:
“Nasipsiz efendim. Ona kitabı verseniz bile bir şey anlamaz. Onlar o nazarla bakıyorlar. Allah-u Teâlâ onlara hakikati göstermiyor.
Siz onu görürseniz dersiniz ki:
‘O gün ben size bir şey demedim. Yalnız aleyhinde bulunacağınız kimseyi tartın da aleyhinde bulunun. Konuşacağınız kelâmı ölçün de konuşun, ayarlayın kendinizi. O gün birçok kimselerin yanında çok küçük düştünüz. Onun böyle bir eseri var gördünüz mü? Bir tedkik edin, bu ilim sizde mevcut mu?’
Biz açık konuşuyoruz, bu ilim “İlm-i İlâhî”dir. Bu ilim kitap karıştırmakla elde edilmez, lâfla hiç olmaz. Mevlâ kime verdiyse onda bulunur.”
•
“Biz kardeşlere diyoruz ki; Hazret-i Allah bize bu nuru bahşetmiş, bu nuru yayın, nuru konuşturun.
Bizim gayemiz derviş toplamak değil, iman kurtarmak. Allah’ıma yemin ederim ki ben kendimi dervişliğe lâyık görmüyorum.
Bir çobanın çok koyunu olmuş, yok koyunu olmuş, çobana ne? Çoban çobandır, koyun sahibinindir. İsterse: ‘Al şu koyunları güt!’ der, isterse çobanı da atar.
Hüküm Allah’ındır, başka hiçbir şeyin hükmü yok. Şu hâlde ne diye mürid topluyorsun? Gaye Allah... İşi özü bu... Mevzuat ise Resulullah Aleyhisselâm... Sonra onun izini takip etmiş olan Sultanlar... Onlar o Güzel’i daha güzel anlamışlar ve ona göre ışık tutmuşlar. Anladığını anlatıyorlar. Beşeriyetin projektörü onlar.”
•
“Bu yol Hazret-i Allah ve Resulullah’a ait bir yoldur. Yeter ki ihlâs ile yürüyelim.”