Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (163) - İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (21) - Ömer Öngüt
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (21)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (163)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Şubat 2020

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (163)

İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (21)

 

Yüz Senede Bir Gönderilenlerle
Bin Seneden Sonra Gönderilen Arasındaki Fark:

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mektubat" adlı eserinin "317. Mektub"unda şöyle buyurmaktadır:

"Hidayet eden Sübhan Allah'tır.

Bilesin ki, her yüz başında bir müceddid gelip geçti. Ne var ki, yüz senelerin başında gelen müceddid ile, bin senenin başında gelen müceddid bir değildir. Bunların arasındaki fark, bin ile yüz arasındaki fark gibidir. Hatta daha da fazla..."

Evet, Allah-u Teâlâ dinini tazelemek için her yüz senede bir müceddid gönderir.

Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüz yıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir." (Ebu Dâvud: 4391)

Fakat bin seneden sonra gönderdiği müceddid onlara katiyyen benzemediği için ona o ilim verilmiştir. Doğrudan doğruya kudsî ruhla desteklendiği için, Resulullah Aleyhisselâm'ın nurunu taşıdığı için ve Âyân-ı sâbite'de de veli olduğu için ona verilen kemâlât çok büyüktür. Yüz senede bir gönderilenlerle bin seneden sonra gönderilen arasındaki farkın büyüklüğü buradan doğmaktadır ve İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri buna işaret etmek istiyor.

Daha da fazla olması, Allah-u Teâlâ'nın ihsanını mahlûk bilemez. Ona neler ihsan ve ikram edeceği insan aklının ve ilminin haricindedir.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri ahirete intikal ettikten sonra zamanın uleması, onu gördükleri için ikinci bin yılın müceddidi olarak onu ilân ettiler, ilerisini göremediler. O ise çok ilerisini gördüğü için "O benim" demiyor, kendisinden dört yüz sene sonra gelecek zâtı tarif ediyor ve ona neler verileceğini de ifşâ ediyor.

Nitekim "260. Mektub"unda:

"Nice uzun asırlar ve çok uzun zamanlar geçtikten sonra böyle bir cevher dünyaya gelir." buyurmaktadır.

Yani kendisinin o olmadığını belirterek Hâtem-i veli'ye işaret ediyor.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri bu ilmin geleceğini görmüş ve bu ilmi duyurmak istiyor.

Hazret mektubunun bir noktasında da şöyle buyuruyorlar:

"Böyle kemâl sahibi bir zât zamanının imamı, asrının halifesidir.

Kutuplar ve büdelâ onun bulunduğu makamın gölgesine kavuşmak için can verirler. Evtad ve nücebâ, onun kemâlât denizinden gelen bir damla ile kanaat ederler."

 

O'nun Seçtiği ve Öğrettiği:

İlimlerin hepsi bir değildir, ayrı ayrıdır. Zâhirî ilimler birçok dallara ayrılır, marifetullah ilminin de birçok çeşitleri vardır.

Evliyâullah'ın dereceleri de bir değildir.

Bu ilim doğrudan doğruya nübüvvet kandilinden alınan bir ilimdir. Evliyâullah'ın ilmi ve marifeti dahi buraya yetmez.

Nitekim yetmeyeceğini İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "317. Mektub"unda ifade etmiş ve:

"Bu mârifet ve ilimler, ulemânın ilimleri, evliyânın da marifeti ötesindedir. Hatta onların ilimleri bu ilimlere nisbetle kabuk kalır. Bu mârifet dahi o kabuğun özüdür." buyurmuştur.

İşte o ilim bu ilimdir. Bir defa geldi, daha gelmeyecek...

Bu gizli ilim yalnız hususiyetle O'nun seçtiği, öğrettiği kimseye mahsustur. Seyr-ü sülûkte olanlara, diğer velilere dahi mahsus değildir.

Allah-u Teâlâ âlemlerde tasarruf ettirdiği kimselere dilediğini duyurur, o da dünya âlemindeki mutasarrıflara bu hakikatleri duyurur. Çünkü onların Allah-u Teâlâ ile o nispette yakınlığı yoktur. Onlar emirle, o tasarrufla...

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Hatmü'l-Evliyâ" kitabında; "Hâtemü'l-evliyâ kimdir?" sorusunun cevabını verdiği "5. Bölüm"de buyurur ki:

"Diğer veliler de onun 'İlm-i billâh'; yani 'Allah-u Teâlâ'yı bilme' hususunda kendilerinden daha üstün olduğunu kabul ve tasdik ederler."

Cenâb-ı Hakk'a sonsuz şükürler olsun ki, bu zamanda bu ilmi indirdi. Bu ilim Allah-u Teâlâ'ya âittir, ilm-i billâh'tır ve en son ilimdir, gizlinin de gizlisi bir ilimdir. İlimlerin özü ve kaynağıdır.

Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri de şöyle buyurmaktadır:

"Bu öyle bir ilimdir ki, resuller onu gönderilmiş peygamberler olmaları nedeniyle göremezler, ancak velîlerden olmaları sebebiyle görürler." ("el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs", İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 53b-54b)

Bütün resuller ve nebiler aynı zamanda veli olduklarından Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri;

"Kitap ile gönderilen peygamberler aynı zamanda velilerden olduklarından bahsettiğimiz ilmi ancak Hâtem-i evliya mişkâtından alırlar." buyuruyorlar. (Fusûsu'l-Hikem ve't-Ta'lîkat aleyhi, s. 62)

Demek ki ilimleri ve sırları oraya koyacak ki, orada olsun, oradan alınsın. İlimleri ve sırları oraya koyacak, koyduğu yerden alınacak.

Seyyid Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhü'l-Gayb" adlı eserinde buyurur ki:

"Bu zât âlim-i billâh'tır..."

"Allah-u Teâlâ birçok bilinmeyen ilimleri onun kalbine yerleştirmiştir. Hiç kimsenin erişemeyeceği sırları ona sezdirmiştir." (33. Makale)

O sezdirecek ki bilinecek. Kişi kendisi dahi bilmez. Bildirdiği kadar, gösterdiği kadar bilir ve görür. Bu çok sır bir şeydir. Kul ile Hakk'ın arasında gizli bir perdedir. Bir mahlûkun oraya girmesi mümkün değildir.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri arz ettiğimiz ifşaatında Allah-u Teâlâ'nın ona nasıl bir ilim bahşedeceğini, diğer velilere verilen ilmin bu ilmin yanında kabuktan ibaret kalacağını, ona ise ilmin özünü ihsan edeceğini şöyle açıklamıştır:

"O ilim ve mârifet; haller, vecdler, tecelliyât ve zuhurat libasına girmiştir. Bu dikkat sonunda elbette bileceklerdir ki, bu mârifet ve ilimler, ulemânın ilimleri, evliyânın da mârifeti ötesindedir. Hatta, onların ilimleri bu ilimlere nispetle kabuk kalır. Bu mârifet dahi, o kabuğun özüdür."

"Bu ilimler nübüvvet kandilinden alınmıştır." ("Mektûbât"; 317. Mektûb)

İşte o ilim bu ilimdir.

Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'a verdiğini ona da vermiş, o ilmi Hakk'tan almış, nurunu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-inin nurundan almış. O ezelde Âyân-ı sâbite'de öyle idi.

Âyet-i kerime'de Hızır Aleyhisselâm hakkında:

"Tarafımızdan has bir ilim öğrettik." (Kehf: 65)

Buyurulan ilimdir. Mârifetullah ehli "Ulü'l-elbâb" olmasına rağmen, bu onun özüdür.

Fakir de her zaman deriz ki:

Ben bir perdeden bir kabuktan ibaretim, özüm O'dur. Şu gördüğünüz kâinat da bir kabuktan ibarettir. Kâinatın da özü O'dur. O kabuğu çıkardığın zaman öz kalıyor. Siz bunu ne okudunuz, ne de duydunuz. Fakat fakir, yemin ederim ki gözle görüyorum. Zaten görmesem söyleyemem ki! Görüyorum da söylüyorum.

Nefes zikrinin efdaliyeti buradan geliyor. Bir perde var arada. Perdeden O'nunla konuşuyorsun, O'nunla görüşüyorsun, O'nunla nefes alıyorsun. Oysa perdeyi de yaratan O'dur, senin neyin var? Sen çık aradan, kalsın Yaradan.

Sen de bir kabuk, kâinat da bir kabuk. Elhamdülillâh, kabuk olduğumu biliyorum. İçimde O olduğunu da görüyorum. İrtibatım da O'nunla olduğu için, âlemleri çok rahat seyredebiliyorum. Bütün âlemleri O'nunla seyrediyorum.

Allah-u Teâlâ özümdür, ben ise kabuktan ibaretim. Özüm de Allah, sözüm de Allah... Herkes kabuğu görüyor, O'nu görmüyor.

İnsan da böyle, kâinat da böyle... Vücud O, mevcud O...

Allah-u Teâlâ'yı biz böyle biliyoruz.

Burada ilmin hülâsası ortaya çıkıyor. Bütün evliyâullahın ilmi bu kabukta idi. Mühim olan kabuğu atabilmek.

Siz bu ilmi yalnız işitirsiniz, kavramanız mümkün değildir. Fakat işitmenizde de çok büyük fayda var, çünkü duymuş oluyorsunuz. Sonra Cenâb-ı Hakk tecellî ettiği zaman, bildirdiğini bilmiş olacaksınız.

İşte size bu ilimden bahsediliyor. Nasibi olan, nasibi kadar alacak. Bu ilim Allah-u Teâlâ'nın duyurması ve göstermesi ile kâimdir.

Biz size özü anlatıyoruz.

Burada akıllar durur. Niçin? Marifetin özü olduğu için. İlimlerin özü olduğu için.


  Önceki Sonraki