Türkiye'nin “Mavi Vatan”ını muhafaza için vermiş olduğu siyasî ve askerî mücadele Libya ile yapılan anlaşma ile yeni bir boyut kazandı. Türkiye Doğu Akdeniz'deki hak ve yetkilerini müdafaa hususundaki kararlılık ve azmini bir kez daha dosta düşmana göstermiş oldu.
Doğu Akdeniz ve Libya'da yaşanan gelişmeler, bu hızlı değişimler nereye doğru evrilir önümüzdeki zaman gösterecek. Ancak bu sürecin milletimize çok büyük bir katkısı oldu. Yaşanan gelişmeler bu ülkede “Denizcilik” anlamında bir zihniyet değişimini hatta devrimini başlattı. Deniz'in, deniz gücünün, deniz harp silah ve platformlarının önemini yediden yetmişe herkes görmüş oldu.
Türkiye'nin Libya'da inisiyatif alması, oradaki meşru hükümeti desteklemesi ve hem Libya'nın hem Türkiye'nin Akdeniz'deki hak ve menfaatlerini gözeten bir anlaşma yapmakta muvaffak olması yerinde ve güzel bir gelişme oldu. Tabii küffar Türkiye'nin bu kazanımlarını boşa çıkartmak için elinden geleni yapmaya çalışıyor ve çalışacak. Oradaki meşru hükümeti devirmek istiyor.
Dikkat ederseniz Ortadoğu'daki Türkiye ile iyi geçinen bütün iktidarları devirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Türkiye aynı şeylerin Libya'da da yaşanmaması için gayret gösteriyor. Ancak savunma sanayiimizdeki hızlı gelişmeye rağmen denizaşırı operasyonlarda büyük ülkelere karşı caydırıcılık noktasında henüz tam istenilen düzeyde değiliz. Bu durum işimizi zorlaştırıyor, lakin Suriye'de olduğu gibi zor da olsa Türkiye Libya'yı desteklemek istiyor. Libya'da muvaffak olabilirsek Türkiye büyük bir başarıyı hanesine yazmış olacak.
Libya’daki meşru hükümetin ayakta kalması için verdiğimiz destek amacına ulaşamasa dahi yukarıda da arzettiğimiz gibi bu yaşanan sürecin bizatihi kendisi Türkiye için çok büyük kazanımlara vesile olmuştur.
Peki neyi kazandık?
Bu millet; denizlerimizin de vatan toprağı olduğunu; dünyada söz sahibi olmak, hak ve menfaatlerimizi, vatanımızı, “Mavi Vatan”ımızı korumak istiyorsak büyük bir deniz gücümüzün olması gerektiğini gördü ve özümsedi. Yıllarca uğraşıp didinsek, okullarda eğitimini versek zor kazanılabilecek bir zihniyet değişimi milletin belleğine yer etti.
“Mavi Vatan” kavramını ortaya çıkartan; vatanımızın denizlerimize, anakaramızın kilometrelerce ötesine uzandığını, bu denizlerde hak ve menfaatlerimiz olduğunu bu millete duyurmaya çalışan, Milli Gemi, füze ve elektronik sistemlerin geliştirilmesine öncülük eden denizcilerimize teşekkürü bir borç bilmemiz gerekiyor.
Bugüne kadar fedakâr amiral ve subaylarımızın gayretleriyle belli bir yere gelen Deniz Kuvvetlerimizin yelkenleri bugünden sonra artık bütün bir milletin, topyekün bu devletin rüzgârı ile dolacaktır.
Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olmamıza rağmen, millet olarak denizcilik kültürümüzün zayıf olduğu söylenegelmiştir. Kısmen doğru olan bu sözün değişme vakti gelmiş olsa gerek ki kısa zamanda bu kadar büyük hadiseler ve değişimler yaşanıyor.
Güneşin doğuşu yaklaştıkça ufuk çizgisi belirginleşir. Artık ufuk çizgisini görebiliyoruz; bugün nasıl ki Amerika gemileriyle buralara geliyorsa o gün geldiğinde biz de gemilerimizle oraya gideceğiz.
Coğrafyaların stratejik konumu siyasî ve askerî analizlerde önemle üzerinde durulan bir konudur.
Ülkemizin, Anadolu coğrafyasının eşsiz bir stratejik konuma sahip olduğu da bilinen bir gerçektir.
Bunun gibi Doğu Akdeniz dediğimiz deniz coğrafyası da belki en az Anadolu kadar stratejik konuma sahiptir. Bu da bilinen bir bilgi. Fakat çok gündemimizde yoktu. Zira birkaç yüzyıldır denizlerde at koşturmuyorduk. Denizlerimizin, yanıbaşımızdaki Doğu Akdeniz’in önemini ve stratejik konumunu bilsek de çoğunlukla deniz kuvvetlerimiz dışında bunun yeterince farkında olamadık.
Bunun birinci sebebi -genel kabulle- denizci bir millet olmayışımız ise, ikinci sebebi de Osmanlı’nın son iki yüzyılında yaşanan geri çekilme sebebiyle, olanı muhafaza etme, savunmada kalma psikolojisinin belleklerimizde derin bir iz bırakmasıdır.
Oysa şartlar Türkiye’yi mücadele sahasına doğru yeniden iteklemektedir.
Doğu Akdeniz’de büyük doğalgaz yataklarının olduğunun anlaşılması üzerine Rum-Yunan-İsrail üçlüsü yanlarına bölge devletlerini de alarak Türkiye’nin denizlerini gaspetmeye çalıştılar.
Türkiye'nin olduğu her yeri, her ülkeyi “Haçlı ittifakı” gayretiyle hedefe koyan küffar ülkeleri sadece Rum-Yunan ikilisi üzerinden değil, BAE gibi münafık tabiatlı kişilerin yönetimindeki İslâm ülkelerini de kullanarak üzerimize geliyorlar. (Bu cepheyi yarmak için en azından Mısır gibi bazı ülkelerle husumeti azaltmanın yollarını aramak lâzımdır.)
Yüz yıl önce elimizden alamadıklarını bugün yeniden almaya çalışıyorlar.
Küffar milletleri elimizdekileri almaya çalıştıkça Türkiye cevap vermek zorunda kalıyor, cepheyi sınırlarının dışına taşımaya mecbur kalıyor. Savunma Sanayiini geliştirmek için gayretini çoğaltıyor.
Bugünkü şartlarda “Batıcı” diyebileceğimiz, hatta neredeyse gönüllü nüfuz ajanı gibi çalışan bazılarının iddia ettiği gibi “Yurtta sulh cihanda sulh” diyerek sınırlarımızda kalmamız artık mümkün değildir. Zira cihan büyük bir harbe doğru giderken küffar da elimizdekileri almaya çalışıyor.
Hiçbir şeyimiz yokken bu ülkeyi bu sömürgeci barbarlara teslim etmedik, bu halimizde mi teslim edeceğiz!
1990’lı yıllarda PKK saldırmaya başladığında “Sulh” deyip ülkeyi terör örgütüne ve arkasındaki güçlere teslim mi edecektik? Bu terör örgütü Suriye’de devlet kurmaya çalışırken “Sulh” deyip müdahalede bulunmayacak mıydık? Rum-Yunan ikilisi arkasına İsrail’i, Amerika’yı, Avrupa’yı almış Türkiye’nin mavi vatanını gasbetmeye çalışırken “Sulh” deyip sineye mi çekecektik? 15 Temmuz’da ülkeyi teslim almaya çalışanlarla, alenen ülkemizi tehdit edenlerle “Sulh” deyip S400 almaktan vaz mı geçecektik?
Binaenaleyh düşman saldırıyor, Türkiye’yi cepheye çekiyor, Türkiye de ister istemez yeniden mücadele sahasındaki yerini alıyor. Ve armadası ile denizlere açılmaya başlıyor.
Küffar bize kötülük yapmak için, bizi yok etmek için büyük bir niyet besliyor ve elinden geleni yapmaya çalışıyor. Bu sebeple terör örgütlerine destek verirken bize silah ambargosu uyguluyor. Ve fakat bunların her düşmanlığı, her ambargosu bizim kılıcımızı biliyor, niyetimizi keskinleştiriyor, azmimizi artırıyor. Görünüşte bize kötülük yapıyorlar, hakikatte Hazret-i Allah’ın hükmü yürüyor.
PKK terörü ilk çıktığında birliklerimizin elindeki telsizler tepenin ötesi ile haberleşmekte zorlanıyordu, helikopterlerimiz gece uçamıyordu, hava desteği talepleri saatlere varan prosedüre tabiydi, askerimize dışarıdan temin edilen mühimmatları dikkatli kullanmaları tembihleniyordu, askerimizin harp tecrübesi sınırlıydı.
Bugün değil telsiz, savaş gemilerinin can damarı sayılabilecek radarını (ÇAFRAD projesi) kendimiz yapıyoruz, Harp gemilerinin ana silahı olan Amerikan Harpoon füzelerinden daha iyisini kendimiz yaptık (ATMACA füzesi), sahada düşmanla çarpışan askerimiz bizzat havadaki pilotlarımızla irtibat kuruyor, bir güvenlik uzmanının dediği gibi; “Taksi çağırır gibi F16 çağırabiliyorlar.”, sahadaki bütün birliklerimiz tecrübeli ve profesyonel askerlerimizden oluşuyor.
Görülüyor ki denizlerimizdeki hak ve menfaatlerimizi korumak için ve dahi dünyanın önde gelen ülkelerinden birisi olabilmek için büyük ve etkili bir deniz kuvvetimizin olması şarttır. Hemen hemen bütün büyük ülkeler donanmaları ile Doğu Akdeniz'de boy gösterirken, Türkiye’nin zayıf bir donanma ile dışa bağımlı silahlarla haklarını koruması elbette mümkün değildir. Bu sebeple Milgem (Milli Gemi), Atmaca füzesi gibi geliştirilmesine deniz kuvvetlerinin mühendis subayları tarafından başlanan deniz harp silah ve platformlarının ne kadar önemli olduğu iyice ortaya çıktı.
Türkiye bir taraftan harp gemisi, denizaltı, savaş uçağı gibi yapımı en zor savaş platformlarını yaparken, diğer yandan bu platformların ihtiyacı olan elektronik aksamları, radarları ve füze gibi stratejik mühimmatları da geliştiriyor. Zira torpidosunu yapmak denizaltı yapmak kadar zor ve önemli bir iştir. Birçok şey yapıldı, bir çoğu da yapılıyor.
Önümüzdeki 4-5 yılda geliştirilmesi tamamlanacak radar, füze, uçak birçok proje var. Bunların eksikliğini bugün bile hissediyoruz.Savunma Sanayi Başkanı’nın dediği gibi “İyi gidiyoruz ama koşmamız lâzım.” Zira her geçen gün tehdit ve saldırıların boyutu büyüyor.