Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (161) - İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (19) - Ömer Öngüt
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (19)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (161)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Aralık 2019

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (161)

İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (19)

 

Velilerin Efendisi:

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri de "Mektûbat" adlı eserinde bu tecelliyât-ı ilâhi'ye işaret ederek şöyle buyurmuşlardır:

"Bu yüce mertebe, Zâtî tecellilerin dahi üstündedir. Nerede kaldı fiillerin ve sıfatların tecellilerinden üstün olmasın? Zira tecelli, tayin şaibesi olmadan düşünülemez. Bu makam, tüm tecellilerin üstündedir." (488. Mektup)

Onun "Velilerin efendisi" diye vasıflandırılması da, melekût âleminde "Azîm" olarak adlandırılması da bu âli tecelli sebebiyledir.

Seyyid Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Gayb âleminden sesler" mânâsına gelen "Fütûhü'l-Gayb" adlı eserinin 33. Makâle'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Dördüncüsü:

En yüksek derece buna verilmiş ve melekût âleminde kendisine: 'Azîm' adı verilmiştir.

İşte Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu büyük zâtın şanını tarif ederken şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse öğrenir ve öğretirse; ayrıca bildiği, öğrettiği ile amel ederse melekût âleminde ona AZÎM ismi verilir."

Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri de Hâtem-i veli'den bahsederken kendisine "Azîm" ismi verilen en yüksek rütbenin sahibini Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bir Hadis-i şerif'iyle destekliyor ve Peygamberimiz'in o zâtı ve şanını tarif ettiğini haber veriyor. Hep O, hep O'nun lütfu, O'nun ihsanı, O'nun ikramı.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Her birine âlemlerin üstünde meziyetler verdik." (En'âm: 86)

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'i bütün âlemlere duyurduğu, fazilet ve meziyetlerini bildirdiği gibi, ona da âlemlerin üzerinde meziyetler vermiştir.

İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyuruyorlar:

"Ve bu bir dergâhtır ki, havâss (zâtlar) ona meşyen ale'l-vücuh (yüzüstü sürünerek) gelir." (Kitâbü'n-Netice; Genel, no: 1136, vr. 248a)

Bunun manası şudur ki; orada Hakk var, hakikat var, her şey var. Niçin? Bir kul varlığını ifna ederse, zerre miktar kendisinde varlık kalmazsa Hazret-i Allah'ın varlığı tecelli eder.

Nazargâh-ı ilâhi olduğu için, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in velâyeti mevcut olduğu için böyle buyuruyorlar.

İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri aynı eserinde devamla şöyle buyurmaktadırlar:

"Ve bu türbeye kubbedir ki, seri eflâkin (süratli feleklerin) fevkindedir."

Bununla şunu demek istiyor. O öyle bir tecelliyat-ı ilâhi'ye mazhar olmuş ki, kim ki o tecelliyata yönelirse istifade eder. Her kim ki meylederse tecelliyatın ziyasına nâil olur. Hayatta olsun, vefatta olsun.

Bunun da sebebi; varlığı ifnâ edildiği için, fâni olduğu için.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "234. Mektub"unda şöyle buyuruyor:

"Yükseklerdeki bütün makamları aşıp, tüm mertebeden geçerek indikten sonra, sırf yokluk makamına ulaşır ve Hazret-i Vücud'a ayna olma durumu meydana gelirse, orada bütün isimlerin ve sıfatların kemâlâtı belirmeye başlar, açığa çıkar. Onları içeren toplu makamdaki letâiflerle birlikte, bunların tüm tafsilâtı ortaya çıkar.

Bu devlet ondan başka hiç kimseye müyesser olmaz. Bu aynalık öyle övünülecek bir elbisedir ki, tam ona göre dikilmiştir."

Bu ona aittir, ona ihsan edilmiştir. Bu lütfa mahlûkun aklı ermez. Çalışmakla elde edilmez, O'nun lütfu, ikramı, ihsanı...

Ezelden konulmuştur, verilen evvelden verilmiştir.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nevâdirü'l-Usûl" isimli eserinde bu mânevi rütbeyi mühim bir Hadis-i kudsî'yi arz ederek şöyle takdim buyuruyorlar:

"İşte bu kimsenin vasfı, Resulullah Aleyhisselâm'ın Allah-u Teâlâ'dan hikâye ettiği gibidir.

Şöyle buyurmuştur:

'Velilerimden kendisine en çok gıpta edilen kişi, benim katımda derecesi ulu ve yüksek peygamberlerin derecelerinden bile daha yakın olan gizli bir kimse; Üveysü'l-Karnî'ye ve onun benzerlerine denk olan Hafîfü'l-haz bir mümindir.

İşte bu onun zâhirî sıfatıdır, bâtını ise târife sığmaz.

Velilerden bir kimse en yüksek dereceye sahip olur. Bu, Allah'ın kendi adına, veli olarak kullandığı bir kuldur." ("Nevâdirü'l-Usûl fî Marifeti Ehâdîsü'r-Resul" c. 1, s. 619-620)

Burada mahlûkun hükmü yok, hüküm O'nun. Öyle tecelli etmiş, öyle olmuş. Yani onu O seçmiş, onu göstermiş, fakat içinde O var. İçindeki hükmü yürütüyor.

Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri:

"Bu zât, âlim-i billâhtır. Mertebeler ölçülürse en yüksek derece onun olduğu ortaya çıkar." buyuruyorlar. (Fütûhü'l-Gayb, 33. Makâle)

Niçin? Hakk'ın talebesi olduğu için.

O öyle murat etmiş.

Yine İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri;

"O, öyle bir mertebedir ki, ona 'Nur'dan başka bir şey söylenmesi mümkün değildir." buyuruyor. (488. Mektup)

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri bu nokta da:

"Allah onları nefsin karanlıklarından yakınlık nuruna, yakınlık nurundan da kendi nuruna çıkarır." buyuruyor. (Hâtmü'l-Evliyâ, 3. Bölüm)

O nur O'nun nurudur.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri ise şöyle buyuruyorlar:

"O öyle bir kimsedir ki, onu yeryüzünde: 'Ey Vâhidî!' diye nidâ eden doğru söylemiştir." (Nevâdirü'l-Usûl fî Ma'rifeti Ehâdîsü'r-Resûl, c. 1, s. 613. Beyrut, 1988)

Ona "Allah'lık!" diyen doğru söylemiştir. Allah-u Teâlâ öyle murat etmiş; dilediğini bildirmiş, göstermiş ve duyurmuştur. Çünkü O'nunla halleniyor. Onu O bilir.

Müeyyedüddin-i Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nefhatü'r-Rûh ve Tuhfetü'l-Fütûh" isimli eserinin mukaddimesinde Hâtemü'l-enbiyâ'nın ve Hâtemü'l-evliyâ'nın ilim ve mertebelerinin üstünlüğüne işaret ederek, ilâhî ilme has olan bilgi ve mârifetlerin; mânevî hal, makam ve derecelerin yalnız ve yalnız bu iki kaynaktan alınabileceğini beyan buyurmuştur:

"Çünkü Hâtem olanların ilmi, hâli, zevki ve meşrebi, bütün manevî hâl ve zevkleri hâvidir. Bütün meşrebleri içine alır. Bütün makam ve mertebeleri de ihâta eder. Başka âlim ve veliler böyle değildir. Bu hususiyetlere sahip değildirler. Bu hususiyetler olmayınca da Hâtem'lik olmaz."

Hâtem-i nebi ve Hâtem-i veli bambaşkadır. Onlara verilen mânevi hâl ve zevkler, ilâhi feyz ve mertebeler, zâhir ve bâtın ilim ve hilimler, makam ve rütbeler tam ve kâmildir, mütemmimdir ve bütün meşrebleri içine alır, bütün mânevi hâl ve zevklerin üstündedir, özü bütün makam ve mertebeleri ihâta etmiş, kuşatmıştır.

"Hâtem olan zât hakkında şöyle bir açıklama yapabiliriz:

Nasıl ki Rubûbiyyet ve İlâhiyyet'in hakikatlerini içine alan, bunların kayyum ve kâimi olan, hepsini kuşatmış olan ve ehadiyyet-i cem-î zâtîsi bulunan bir isim lâzımdır ve bu da Allah Tebâreke ve Teâlâ'dır. Bunun gibi, öyle bir insan lâzımdır ki, diğer bütün insanlardan pek olgun olsun. Onun ilmi pek olgun ve şümullüdür. Makamı da en yüce ve nübüvvet mertebesinde de en yüce, en üstün seviyededir. İşte Hâtemü'l-enbiyâ bu mertebededir."

Hazret, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in makam ve rütbesini burada tarif ettikten sonra Hâtem-i veli'den şöyle bahseder:

"Hatemü'l-evliyâ ise, velâyet; yani evliyâlık mertebesinde nebevî hakikatleri ve velâyetin inceliklerini kendinde toplamıştır."

"İlâhî ve kevnî hakikatler bütün hadarât ve mertebeleri, asılları ve mâhiyetleri nasılsa, öylece aynıyla, bu iki büyük zâtın zevk ve meşreblerinden elde edilebilir." buyuruyor. (Nefhatü'r-Rûh ve Tuhfetü'l-Fütûh; s. 28-29)

Çok ince noktalara temas etmiş.

Ne ki verilmişse onlara verilmiş. Murad-ı ilâhi öyle olduğu için dünya ve ukba, zâhir ve bâtın bütün hakikatler, ilimler, feyizler, mânevi işler bu iki büyük zâtın mânevi zevk ve meşrebinden elde edilebilir.

Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri "el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs" adlı eserinde Hâtemü'l-evliyâ hakkında:

"Velîyyü'l-Hamîd olan Allah'ın Vekîl'idir." buyuruyor. ("el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs", İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 53b-54b)

Bizzat Hazret-i Allah onu vekil etmiştir.

Bunun sırrı;

Abdullah-ı Bosnevî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin; "O Resulullah'ın halifesi değil, bizzat Allah'ın halifesidir." beyanında gizlidir. ("Şerhü'l-Fusûs li'l-Bosnevî"; Nâfiz Paşa, no: 536, 500. yp.)


  Önceki Sonraki