Ebu Abdullah [Muhammed bin Ali el-Hakîm et-Tirmizî] -rahimehullâh- buyurdu ki:
Bana:
"İnsanlar ihtilâfa düştükleri vakit siz Sevâdü'l-âzam'ın izi üzerinde bulunun!" (Ahmed bin Hanbel, Müsned; 17722, 18544)
Buyruğundan suâl ediyorsun!
"Sevâdü'l-Âzam" beş vakit namaz hakkında Allah'ın çağrısına icabet eden, bir araya toplanıp ayrılan; Ramazan ayında oruç tutan, Beyt'e Hacc eden, Zekât'ı yerine getiren ve umumla birlikte şeriat yolunda yürüyen kimsedir. İşte 'Sevâdü'l-âzam" budur.
Bana cennete ve cehenneme dair de soruyorsunuz ki; her ikisinin de bir sonu var mıdır?
Bunların her ikisi de O'nun ilâhi rahmet ve hükmünü yürütme kılıfının himayesi içinde korunmuştur; şu halde O'nun ilâhi rahmet ve hükmünü yürütüşü nasıl fenâ bulur? Her ikisi de sevap ve ikâb için yaratılmışlardır, kulların hareketlerine ve maksatlarının değişimine göre ikisi de her geçen gün yenilenip değişmekte, her ikisi de ilâhi nimet ve azabın renkleriyle kulların burada girdiği renge göre yeniden renklenmektedir; nasıl olur da fenâ bulması mümkün olur?
Hiç şüphe yok ki ben ancak:
"O'nun Zât'ından başka her şey helâk olucudur." diyebilirim. (Kasas: 88)
"Helâk", "Fenâ"nın aynıdır; bu, senin sözünü ettiğin bu şeyin içine dahil değildir.
Yine bana hayırdan ve şerden de sormuştunuz!
O Allah'ın Rubûbiyet'inden, kulların hareketlerine göre gerçekleşir. Ehl-i Hakk herhangi birinin diğerine gâlip gelmesini bekleyip gözetlerler. Hiç şüphesiz ismi mübarek olan Allah'ın Rubûbiyet'inin kesilip bitmesine imkân ve ihtimal yoktur. Yaşamaya devam ettikleri sürece kulların hareketlerinin de sonu bitip tükenmez. Allah'ın Rûbûbiyetle ilgili herhangi bir matlubu yoktur, kul ise hareketlerine karşılık taleplerde bulunur. Allah bu hususta onların üzerine gâlip olur.
Bana "Tuğyan"dan da sormuştun!
Tuğyan eden, ameli hususunda nefsi kendisini şaşkınlığa düşürdüğü için eder. O kendisi üzerindeki minnetin Allah'tan olduğunu görmez, müstağni olduğunu sandığı için tuğyan eder.
Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
"Gerçek şu ki, insan azgınlık eder; kendini zengin ve kendi kendine yeterli gördüğü için." (Alâk: 6-7)
Kendini müstağni görmek, O'nu bilmekten yana şaşkınlık içinde olmaktan ileri gelir; nimeti görüp de küfrân-ı nimette bulunmak demektir.
Yine bana sen:
"Ne mutlu gariplere!" sözünden de sormuştun! (Ahmed bin Hanbel, Müsned, Had. no.: 6362, 6775)
İşte onlar dinleri nedeniyle kaçanlardır. Âhir zaman olunca münker marûf, marûf münker olarak görülür. İşte takvâ ehli olan bunlar, dinleri nedeniyle onlardan kaçarlar. Onlar halkın arasında gariplerdir.
Aynı şekilde bana kişinin ne zaman Allah'ı birleyen bir "Muvahhid" olabileceğini dahi sormuştunuz.
Allah size rahmet etsin! Bilin ki her fiil için birtakım dereceler vardır. O'nun en düşük derecesi senin kalbinle O'nu bir bilip tevhid etmen, lisânınla da O'nun bir olduğunu itirâf etmendir.
O'nun en yükseği ise O'ndan başka her şeyi terk ederek O'nu birlemendir.
Ebu Abdullâh [Muhammed bin Ali el-Hakîm et-Tirmizî] -rahimehullâh- buyurdu ki:
Âdemoğlu yedi şeye sarılıp tutunur ki; gaflet, şekk ve şirk de bunlardandır. O Rabb'ini yakinen bilir ve şirki kendisinden yok eder, onda artık şirk zevâl bulur.
Sonra şehvet geldiği zaman göğsü onun dumanı ve feverân etmesi nedeniyle kararıp zulmetle dolar. O'nun bilmenin ve O'nunla nurlanmanın ışığı sönüp gider. Şüpheye düşmüşçesine Rabb'inin işinde şaşkınlığa düşer. Sebeplere şirk koşarak ortak aramak da artık onda zuhur eder.
Kulun Rabb'ini tanıması ve bilmesi ne kadar artarsa, kalbi ve göğsü de o nispette nurlanır ve gafletten uyanır. Bu yedi hasletin hepsi ondan giderse, nihâyet sadrı (göğsü) Allah'ın Azamet ve Celâl'iyle dolar.
Bize göre perdenin kaldırılması; yakînin ortaya çıkması, sebeplere ortak koşmanın ortadan kalkması, şehvetlerin ölmesi, gazabın gitmesi, rağbet ve endişenin götürülmesi, Allah-u Teâlâ'ya ulaşmaktan başka hiçbir şeye rağbet etmemek, O'ndan başkasından korkmamak, Allah-u Teâlâ'nın Zât'ı hakkında olan ve Allah-u Teâlâ için olan dışında hiç kimseye öfkelenmemek, Allah'ın zikrine uygun olan dışında şehvetle iş işlememektir.
Allah'a hamd olsun ki tamamlandı. O'nun salâvâtı Efendimiz Muhammed'in, temiz ve tâhirlerden olan âlînin ve ashâbının üzerine olsun -rıdvanullâhu anhüm ecmaîn-.
Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl'dir!