Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Gündem - Batı Uygarlığı Çöküyor - Emperyalist Batı'nın Kültürel İşgalinden Kurtulmamız Lâzım! - Ömer Öngüt
Batı Uygarlığı Çöküyor - Emperyalist Batı'nın Kültürel İşgalinden Kurtulmamız Lâzım!
Gündem
Uğur Kara
1 Aralık 2019

 

- Batı Uygarlığı Çöküyor -

Emperyalist Batı'nın Kültürel İşgalinden Kurtulmamız Lâzım!

Batı ile; Batı kaynaklı, Batı'nın tanımladığı değerlerle ilerleyebileceğimize dair bir algının toplumun kayda değer bir kesiminde kabul görmesi Türkiye'nin enerjisini tüketiyor, yönünü bulmasına engel oluyor.

 

Gündeme dair yapılan tartışmalardaki konuşmalara bakıldığında toplumun bir kesiminde şöyle bir ütopya ve algı ile karşılaşıyoruz:

"Batı kaynaklı küresel değerlere sahip çıkarsak, Batı ülkeleri ile dostane ilişkiler geliştirirsek ekonomimiz de, huzurumuz da yerine gelir. Ortadoğulu değil, modern bir ülke oluruz."

Bu algıda öncelikli olarak çok temel bir sorun var, sonrasında da halihazırdaki küresel gelişmeleri okuyamama var.

Bunun temelindeki ana sorun çok az kişinin değindiği "Medeniyet" tartışmalarının da merkezinde olan, Türkiye'nin yönünü ve gücünü önemli ölçüde belirleyecek bir sürecin akıbetini de ilgilendiriyor.

Bu önemli konunun bir parçası olması sebebiyle önce küresel gelişmelerin bu ütopya-algı ile çelişen boyutunu izah etmeye çalışalım.

Bu algıda Batı ülkelerinin Türkiye'de ve dünyada huzur ve istikrar inşa etmek istediğine dair bir ön kabul var. Yahut Türkiye'de ve dünyada huzur ve istikrarı tehdit ettiği düşünülen kişileri, yönetimleri gerekirse Batı'nın da desteğini alarak uzaklaştırdıklarında kendilerince iyi gitmeyen şeylerin düzeleceğini düşünüyorlar.

Bunun böyle olmadığına dair çok acı örnekleri İslâm dünyası fazlasıyla yaşıyor olmasına rağmen ısrarla bu fikrin peşinden gidenlerin olması gerçekten hayrete şayan bir durumdur. Irak'ta, Suriye'de, Libya'da diktatörü indiriyoruz diyerek devleti yıktılar. Mısır'da, Arabistan'da diktatörleri destekleyip iktidara getirdiler. Hiç şüphe olmasın bugün İran'da olduğu gibi ilerde Mısır ve Arabistan'da da devletleri yıkmak için plan yapıyorlar. (Suriye ve Irak'ta yaşanan DAEŞ terörünün benzerini bu iki ülkede de çıkartabilirler.) Türkiye için yaptıkları planları bizatihi son 5-6 yıldır her birimiz gözlerimizle görüyoruz.

Daha önceleri de söyledik, küffarın İsrail çevresindeki, Ortadoğu'daki Müslüman ülkeler için biçtiği kefen; devletsiz, ordusuz, birbiri ile didişen, kabileler düzeyine indirgenmiş, nüfusu azaltılmış bir kaos ve kargaşa düzenidir.

Bu plan 11 Eylül ile uygulanmaya başlandı.

Afganistan işgal edilmeden önce, 11 Eylül saldırılarından sadece iki gün önce 9 Eylül 2001'de Afganistan'ı gerçek bir devlet yapma potansiyeline sahip olan Ahmet Şah Mesud bombalı bir saldırıda öldürüldü. Irak'ta bilim insanları, entelektüeller bilinçli bir şekilde suikaste uğradı. Bütün bölgede DAEŞ, PKK, FETÖ gibi terör örgütleri semirtilip büyütüldü, ülkesine faydası olabilecek insanlar bu örgütler eliyle ya yok edildi, ya da tasfiye edildi. (NATO'da kırmızı düşman kuvvetlerinin yerini yeşil düşman kuvvetleri almaya başladı. Türkiye'yi düşman ülke gibi gösteren harp oyunları icra edildi.)

Dünya tarihinde yaşananlardan farklı olarak bu yeni düşmanlık konseptinde bir devleti devlet yapan kişiler, kurumlar hedef alınıyor. Ordu, bilim insanları, yetişmiş insan gücü. Bu sebeple küffarın bu niyetine ve planlarına karşı çok dikkatli olmalıyız. Zira bunların kaos ve kargaşa çıkartmaya çalışmalarının arkasındaki esas amaçları budur. FETÖ ile yapamadıklarını şiddetli bir kutuplaşma oluşturarak yeniden denemeye çalışıyorlar.

Binaenaleyh bugün Türkiye'yi, İslâm Dünyası'nı ve bütün dünyayı etkisi altına alan istikrarsızlık ve kaosu planlayan küresel bir şeytanî akıl var. Ve bu aklın harekât merkezi Batı. Maalesef; insanları birbirine düşürerek, toplumların huzur ve asayişini bozarak, ekonomileri harap ederek, terörü azdırarak, harp ve çatışmaları artırarak; Türkiye'yi, İslâm dünyasını ve bütün dünyayı karıştırmayı ve sonra aradan sıyrılıp gerçek amaçlarına ulaşmayı planlıyorlar. Bunlar Batı'nın Haçlı kodlarını kaşıyarak-kullanarak harekât alanını genişletiyorlar. Batı da -özellikle Avrupa- bu şeytanî aklın tehdidi altında. Zira Avrupa'da yükselen ırkçılığın arkasında da bunlar var. Basın kullanılarak halkın zihninde öyle bir baskı oluşturulmuş durumda ki, mütemadiyen Türkiye aleyhine kararlar alıyorlar. Batılı ülkelerin liderleri özel görüşmelerinde bizimle başka konuşuyor, kamuoyuna başka konuşuyor, konuşmak zorunda kalıyor. Türkiye'ye yatırım yapmak isteyen otomobil firmaları bile Türkiye aleyhinde açıklama yapıyor. (İngiltere bu oyunun farkında olsa gerek ki kendi kamuoyunun bu derece esir alınmasına fazla müsaade etmiyor. Zira bu esaret devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda karar almasını engelleyecek boyutta.)

Bu şeytanî akıl Batı'yı esir almış durumda ve biz ne yaparsak yapalım bu planlarına göre hareket edecekler.

Bu Batı'nın desteği ile bir yerlere gelen olursa iyi bilmesi lâzım ki, Mısır'daki Sisi'nin, Arabistan'daki Prens Selman'ın bunların nezdinde ne kadar kıymeti varsa onun da o kadar kıymeti olacak.

Diğer bir husus; Türkiye'nin Batı'ya rağmen terörle kararlı mücadelesi, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Pençe operasyonları bir kesim tarafından adeta askerî bir saldırganlık gibi gösterilmeye çalışılıyor. Halbuki Amerika Türkiye'nin can düşmanı bir terör örgütünü nasıl ki Suriye'nin üçte birinde, Suriyeli Arapların yaşadığı geniş bir coğrafyada devlet haline getirdi ise aynısını Türkiye'de de yapmak istiyordu. Türkiye için hadise beka meselesi idi ve buna cevap vermek zorundaydı. Ve Türkiye cevabını sahada verdi. Türkiye'yi harp sahasına Amerika çekti. Amerika-İsrail ikilisi hesabını yanlış yaptı, Türkiye'nin bu derece başarı sağlayacağını, Amerika'ya rağmen buralara gireceğini hesap edemedi. Türkiye mecburiyetten Amerika ile karşı karşıya geldi. Amerika bizim can damarımıza bastığı için, şartlar bizi zorladığı için harekete geçtik, Allah-u Teâlâ'nın yardımı ile kısa zamanda önemli zaferler kazandık, büyük devletlerle masaya oturan ülke konumuna geldik.

Gelelim bu düşünce yapısında olanların, Batı değerleriyle, Batı ülkeleriyle hareket edersek her şey güllük gülistanlık olacak zannedenlerin algılarındaki temel soruna;

Bu algı-düşünce yapısındaki temel sorun şu:

Biz ülke olarak, millet olarak siyasî bağımsızlığımızı elde etmek için, vatanımızı korumak için bir bağımsızlık savaşı, Kurtuluş Savaşı verdik, emperyalist ülkelere karşı büyük bir zafer kazandık. Ancak aynı savaşı kültürel-manevî bağımsızlığımızı kazanmak için veremedik. Batı'nın kültürel saldırılarına karşı hâlâ Kuvayi Milliye düzeyinde, yerel direnişlerle ayakta kalmaya çalışıyoruz. Tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllarında önemli bir kesimin siyasî bağımsızlığı bir macera olarak görüp Batı'dan medet umması gibi bugün de entelijansiyamızın önemli bir kısmı kültürel bağımsızlık fikrini bir macera olarak görüyor, hatta kültürel esareti benimsemiş vaziyetteler. Bu kültürel-manevî esaret ayağımızdaki en büyük prangadır. Yukarıda yazmaya çalıştığımız algı çarpıklığının en büyük sebebi budur.

Bu konuyu, zihinlerimizdeki bu kargaşayı yerli yerine oturtamazsak Türkiye'nin bir iç savaş yaşama tehlikesi ortadan kalkmayacaktır.

Türkiye'nin yaşadığı ikilemlerin temelinde bu sorun yatmaktadır. Diğer bir ifade ile; bağımsızlığımızı askerî zaferlerle elde etmemize rağmen tanzimattan beri gelen kültürel emperyalist saldırılara karşı ciddi bir savaş henüz verilememiştir. Batı uygarlığı bir hedef olarak kabul edildiği için bir yandan emperyalizme karşı ilk bağımsızlık savaşını kazanmış bu ülke diğer yandan emperyalizmin kültürel saldırılarına karşı adeta teslim bayrağı çekmiştir. İşte bu teslimiyeti kabul etmediği için bu millet bir ikilem ve fikrî çatışma yaşamaya devam ediyor.

Eğer küresel iddiası olan, insanlığa bir medeniyet götürme iddiasında olan bir ülke olmak istiyorsak, her türlü tarafgirlikten sıyrılarak bu temel sorunu korkmadan ortaya koymamız icap etmektedir. Yoksa fikir dünyamızdaki çatışmalar süregidecek ve Türkiye en büyük enerjisini bu çatışmaya vermeye devam edecektir.

Dikkat ederseniz, ülkemizin kuruluşuna kültürel-manevî cepheden bakıp ortada büyük bir mağlubiyet görenler askerî-siyasî zaferi küçümsemeye, yok farzetmeye çalışırken; askerî-siyasî zafer cephesinden bakanlar kültürel-manevî mağlubiyeti teşhis edemedikleri için farkında olmadan bu mağlubiyete teslim oluyorlar. Bu teslimiyet, siyasî, politik sahada Batı'dan bağımsız hareket etmemizi çok zorlaştırıyor ve Batı'ya karşı atılan bağımsız adımlara karşı muhalefet de haddinden fazla kuvvetli olabiliyor.

Amerika'nın, Batı'nın PKK gibi terör örgütlerine aleni desteği olmasa gözümüz sanki hiç açılmayacaktı. Bugün şu aşamada bile, Amerika, Avrupa bize "Düşmanlıktan, PKK'yı desteklemekten vazgeçtik" demiş olsa büyük bir kitle koşa koşa Batı'nın kucağına gitmeye hazır beklemektedir.

Bu ikilem çözümlenemediği için kutuplaşma çoğalmaktadır.

Bunun basit, aynı zamanda zor bir çözümü var:

Zordur; zira insanların fikirlerinde, zihinlerinde yer eden algıları, önyargıları kırmanın zorluğu atomu parçalamaya benzetilmiştir.

Basittir; zira Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri dergimizin logosundaki şu özlü sözü ile bu çetrefilli konuyu hülâsa edip çözümlemektedir;

"İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez."

Binaenaleyh iman olmadan, kendi medeniyet kodlarımıza sahip çıkmadan vatanımızı muhafaza edebilmemiz mümkün değildir. Unutulmamalıdır ki bu milletin bütün zaferleri imanlı neferlerinin kılıçları ve süngüleri ile kazanılmıştır.

Batı uygarlığı dediğimiz şeyin cilâsı, maskesi bütün perişanlığı ile sapır sapır dökülürken kültürel-manevî bağımsızlık savaşının verilmesi çok daha kolaylaşmış durumdadır. Medeniyet denilen mevzuya kafa yoran birkaç fikir adamımız var. Biz kendimizi hâlâ Batı'dan gelen kavramlarla tanımlıyoruz. Bu kısmıyla kendisini kültürel-manevî anlamda bağımsız zanneden birçok muhafazakârımız da bu esaretin etkisi altında olduğunun farkında değil maalesef. Yakın zamanda AB üyeliğinin en büyük savunucularının muhafazakâr kesim olmasının sebebi budur. AB çökmeye başlamışken AB üyeliğinin hâlâ bir hedef olarak dile getirilmesi, kuyumuzu kazan ülkelerle hâlâ ortak olarak kalabileceğimizin düşünülmesinin derinlerinde bu kültürel mağlubiyetin farkına varılmadan özümsenmesi yatmaktadır. Oysa çağdaş değerler dediğimiz "Adalet", "Eşitlik", "Hukuk" vs. gibi değerler bizim medeniyetimizden Batı'ya geçmiştir. Ve Batı bu değerleri işine geldiği gibi ikiyüzlü bir şekilde kullanmıştır. Batı'da Fransız devrimine rağmen Fransa'da bile aristokrat, faşist kültür sinsi bir şekilde devam eder. Batı diğer milletlere kendisine hizmet etmek zorunda olan, sömürülmesi gereken kunta-kinteler olarak muamele yapa dururken geçtiğimiz yüzyılda her türlü adaletsizliğini, hukuksuzluğunu, eşitsizliğini, sömürüsünü …. çok profesyonel bir şekilde maskelemeyi becerebilmiş ve sömürü düzeninden gelen zenginliğini kullanarak kendisini üstün medeniyetin temsilcisi olarak pazarlamıştır. Ancak bugün artık içyüzünü maskeleyemiyor, maskeleme ihtiyacı hissetmiyor. Zenginliği kayboldukça cilası da dökülüyor.

İnsanlık bizim medeniyetimizi arıyor, bizim medeniyetimize susamış vaziyette.

Kültürel-manevî bağımsızlığımızı ilan edebilirsek işte o zaman bütün insanlığa gerçek bir medeniyeti; gerçek adaleti, gerçek huzuru götüren küresel bir aktör olabiliriz.

Bu yola girmemizi engellemeye çalışan şeytan var, şeytanî akılla bütün dünyayı kasıp kavurmaya çalışan, dünyevî hırs ve ihtirasların peşinde her şeyi yakıp yıkmaya çalışan insan müsveddeleri var.

Zor bir zamanda zor bir vazife bizi bekliyor. Allah yar ve yardımcımız olsun.


  Önceki Sonraki