Medine dışında karargâhını kurmuş bulunan Üsâme -radiyallahu anh-in ordusu hazırlanıyordu. Fakat hareket etmemişti. Çünkü Resulullah Aleyhisselâm hastalanmıştı. Hastalık günden güne ağırlaşıyordu. Münâfıkların dedikodusu da araya girmişti. Vefatlarından beş gün evvel, öğleye doğru kendilerinde biraz iyilik hisseden Resulullah Aleyhisselâm, vücuduna bol bol sular döktürdü, giyinerek mescide gitti. Ashâb-ı kiram'ına namaz kıldırdıktan sonra, minberde oturup hutbe irad etti. Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra:
"Ey insanlar! Üsâme ordusunu yola çıkarınız. Üsâme'nin kumandası için bir şeyler söylediğinizi duydum. Evvelce babası Zeyd hakkında da aynı şeyleri söylemiştiniz. Allah'a yemin ederim ki, Üsâme'nin babası kumandanlığa lâyıktı. Kendisini çok severdim. Ondan sonra oğlu o makama lâyıktır. Onu da çok sevdim. Ona itaat ediniz!" buyurdu.
Hutbesine şöyle devam etti:
"Ey insanlar! Dünyada hiçbir peygamber yoktur ki, ümmeti içinde daimî olarak yaşayabilmiş olsun. Benden evvelki peygamberlerden biri ebedî olarak yaşadı mı? Biliniz ki, ben de Rabb'ime kavuşacağım. Muhakkak ki siz de Allah'ınıza kavuşacaksınız. Dünyada hiç kimse kalmaz. Her şey Allah'ın iradesine bağlıdır. Allah'ın takdir buyurduğu zaman, ne öne alınır, ne de o zamandan kaçılır! Sizinle buluşacağımız yer, Kevser havzı kenarıdır. Her kim havuz kenarında benimle buluşmak isterse, elini ve dilini günahlardan sakınsın.
Ey insanlar! Allah, kullarından birini dünya hayatıyla ahiret hayatını seçmekte serbest bıraktı. Fakat bu kul, ahiret hayatını tercih etti."
Bu sözleri duyan Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- ağlamaya başladı. Çünkü orada bu sözün mânâsını anlayan yalnız o idi. Bu ifadesiyle Resulullah Aleyhisselâm kendisinin vefatına işaret ediyordu.
"Ağlama yâ Ebu Bekir!" diye onu teselli etti. "Bana her bakımdan en faydalı olan Ebu Bekir'dir. Kendime bir dost edinmek isteseydim, mutlak o dostum Ebu Bekir olurdu. Lâkin İslâm dini hepimizi kardeş yapmıştır. Din kardeşliği şahıs kardeşliğinden üstündür." buyurdu.
Daha sonra:
"Mescide açılan kapılardan Ebu Bekir'inkinden başkasını bana kapayınız!" emrini verdi. (Buhârî. Namaz, 80)
Minberden inerek Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ-nın hücresine döndü. Ancak, Ashâb-ı kiram'ın endişesi üzerine tekrar mescide çıktı. Fazl bin Abbas -radiyallahu anhümâ- ve Hazret-i Ali -radiyallahu anh- koltuğuna girmişlerdi. Minberin alt basamağında durdu. Son hutbesini irad edip Muhâcirler'e Ensâr'ı vasiyet etti.
Allah-u Teâlâ'ya hamd ve senâdan sonra buyurdu ki:
"Ey Muhâcirler! Size Ensâr hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim. Onlar benim hâs cemaatim ve mahrem-i esrârımdır. Onlar sizi vaktiyle evlerinde misafir etmediler mi? Her hususta sizi nefislerine tercih etmediler mi?
Ey insanlar! Bugün insanlar Medine'de günden güne çoğalmakta, fakat Ensâr yemek içindeki tuz kadar azalmaktadır.
Sizden biriniz iş başına geçer de iyilik veya kötülük edebilecek kadar nüfuz sahibi olursa, Ensâr'ın iyilerinin iyiliklerini alsın, kusurluların da kusurlarını bağışlasın.
Ashâb'ım! İlk muhâcirlere de hürmet etmenizi vasiyet ederim. Bütün Muhâcirler de birbirlerine hayırlı olsunlar! Her iş Allah'ın izniyle olur. Allah'ın iradesine galebe etmeye çalışanlar, sonunda mağlûp olurlar. Allah'ı aldatmak isteyenler, muhakkak aldanırlar."
Ashâb-ı kiram'ı ile helâlleşti. Bu son hutbesinden sonra minberden indi, yine geldiği odasına döndü ve bir daha orada görünmedi.
Bir yatsı vaktiydi. Namaz vakti gelmiş, ezan okunmuştu. Resulullah Aleyhisselâm namazın kılınıp kılınmadığını sordu. Cemaatin kendilerini beklediği söylendi. Yıkandı, hazırlandı, fakat ayağa kalkamadı, bayıldı. Ayıldıktan sonra namazı yine sordu, aynı cevabı alınca tekrar yıkandı, fakat tekrar bayıldı. Aynı hâl, üç defa tekerrür edince:
"Söyleyin Ebu Bekir'e cemaate namaz kıldırsın" buyurdu.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz babasının imamlık yapmasını istemiyordu. Babası adına mazeret beyan etti.
"Yâ Resulellah! Babam çok duygulu bir adamdır, sesi de gür değildir, hem Kur'an okurken çok ağlar." dedi.
Fakat Resulullah Aleyhisselâm, sanki o hiç konuşmamış gibi emrini üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- üç gün imâmet edip namaz kıldırdı. Bir perşembe günü akşamı, yatsı namazı ile başlayan bu imâmet, Pazartesi günü sabah namazına kadar devam etti.
Ümmü Eymen -radiyallahu anhâ- sürekli onun yanındaydı ve zaman zaman oğlu Üsâme -radiyallahu anh-a Resulullah Aleyhissselham'ın durumu ile ilgili haberler gönderiyordu.
Vefatlarından iki gün önce, Cumartesi günü İslâm ordusu kumandanı Üsâme -radiyallahu anh- geldi, başını eğip Resulullah Aleyhisselâm'ı öperek vedâ etti. Ordu erkânından birçokları da vedâ etmişlerdi. Fakat Pazar günü hastalıkları şiddetlenince ordu hareket edemedi.
Ahirete intikallerinden dört gün önce Perşembe günü hastalığı ağırlaştığında, hâne-i saâdet'te bulunan bir zâta:
"Bana yazılacak bir şey getirin. Size yazayım da benden sonra yolunuzu şaşırıp sapıtmayasınız." buyurdu.
Oradakiler münakaşaya başladılar. Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-:
"Resulullah Aleyhisselâm sıkıntılıdır, rahatsız etmeyelim. Yanımızda Kur'an var, Allah'ın kitabı bize yeter!" dedi.
Konuşmalar çoğalınca Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Beni kendi halime bırakınız! Hiçbir peygamberin yanında böyle konuşmak yakışmaz."
Ashâb-ı kiram'dan bazıları:
"Peygamber başka hastalar gibi sayıkladı mı?" diye sordular. Resulullah Aleyhisselâm:
"Beni kendi halime bırakınız! Benim şu içinde bulunduğum (Allah'a rücû için hazırlık) hâli, sizin beni çekmek istediğiniz şeyden daha hayırlıdır." buyurdu. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1275)