Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı'nın "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (226) - Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (30) - Ömer Öngüt
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (30)
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı'nın "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (226)
Dizi Yazı - "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatlar
1 Ekim 2019

 

EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN
"HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (226)

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (30)

 

"İlâhî Sıfatlar Hakkında Bir Bâb"

Ebu Abdullah [Muhammed bin Alî el-Hakîm et-Tirmizî] -rahimehullah- buyurdu ki:

Bana:

"Azamet benim izârım (elbisem)dir, Kibriyâ benim ridâm (örtüm)dür; Rahmet ise benim gömleğimdir." (Müslim:Sâhîh-i Müslim, Ebu Dâvud, İbn-i Mâce)

Buyruğundan soruyorsunuz.

Allah ile izâra (elbiseye) ve gömleğe ulaşan için hâcet yoktur. İşte bu, kullar için ilâhi minnetin ta kendisidir.

Eşya ilâhi "Azamet" ile dolmuş, tamamlanmış ve çoğalmış; kullar "Kibriyâ" ile O'nun ilahi affına ulaşmış; ilahi gömlekle ise O'nun rahmeti kullara yayılmış ve onları sarmıştır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in:

"Dünya semasına iner." (Tirmizî, Had. no.: 21; İbn-i Mâce, Had. no.: 1378-1379; Ahmed bin Hanbel, Müsned, nr.: 24825; Muttakî el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl, Had. no.: 38295)

Buyruğundan da bana sordunuz.

Mukâtilâ -rahimehullah-ın Maarrü'l-Firâr'dan, onun Abdüssamed bin Süleymân'dan, onun İbrahim bin Mukassam'dan, onun Hılâü'r-Re'sî'den, onun ise Ali bin Ebî Tâlib -radiyallahu anh-den rivâyet ettiğine göre, şöyle demiştir:

"Havvâ Rabb'imiz Teâlâ'nın kendisini cidden yeryüzüne indireceğini anladığı vakit, kendisine yönelecek olan şeye doğru ilerledi ki, O'nun var ettiklerinin bulunduğu yerlerde hiçbir şey onunla ilgilenmedi. Bu indiriliş ve yeryüzüne gönderilişin keyfiyyeti vasfedilemez. Zuhurunu onunla murâd etti."

Nitekim arş üzerindeki zuhur, Rubûbiyyet'in zuhur etmesidir. Sonra da onu "Sidretü'l-müntehâ" üzerine düşürüp sarkıttığından söz edilmiştir; "Sidre" her şeyi sarıp kuşatan ve kaplayan şeydir.

Nitekim Haber'de şöyle rivâyet buyurulmuştur:

"Hâlık'ın Nûr'u onu sarıp kaplamış, çepeçevre kuşatmıştır."

Onun dünya semasına nüzûl ve indiriliş yolu işte budur.

Nitekim bir topluluk bu hususta serkeş ve başıboş davranır; hatta bu rivâyetleri çürütmeye, üstünü örtmeye ve üzerine birtakım çelişkili teviller yüklemeye çalışırlar, böylece de bu şeylerin bereketinden mahrum olurlar.

Halbuki bu, Allah'ın müminler üzerindeki en büyük zikri ve ilâhi lütfudur. Onları bizzat kendinden pay sahibi kılması, onlarda Arş'ın üzerinde zuhur ederek kendi semasında onları izhar kılması, uykularında dahi onların karşısına çıkmasıdır.

Arş üzerinde ilâhi zuhur kalplerde, uykuda ilâhi zuhur ise nefisler için gerçekleşir. O uykusunda ölü gibidir, çıkıp gider; O'nun Celâl ve Azamet'inden, kendisinde zuhur ettiği şeyde taayyün edip görünür hâle gelir. O artık Arş'a muhtaç değildir.

Kalpler, O'na seyreden kulların kalpleriyle zuhur kazanır. O şehvâni perde ve örtülerden arınmış; nefisler uykuda ölünce şehvetlerden de sıyrılıp çıkmıştır. Onun yerleştirilmesi ise fıtrî zuhurdandır.

Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den yazılan haberlerde şöyle buyurulmuştur:

"Uykuya daldım, gözümü kapayınca Rabb'imi gördüm."

Bu Hadis rivâyetini daha başka bir şekilde Muâz ibn Cebel Sevbân'dan, Abdurrahmân bin Abbâs el-Hadramî'den, o ise Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den rivâyet etmiştir.

Uyku esnasındaki görüş hakkında pek çok haberler vardır. Her inatçı zorbadan başkası onu yok saymaz. O miskin zanneder ki O'nu tenzîh eder, tenzîh etmekle de tazîm eder. Hâlbuki o [böyle] olunca, O'na olan medihlerini, O'nun cömertliğini, keremini ve kullarına verdiklerini de hüsrana uğratmış olur.

Bana:

"Şüphesiz ki Allah kuluna güler." kelâmından da soruyorsunuz.

İşte bu da söylediğimiz ve tefsir ettiğimiz şeylerin içine dahildir. Şüphesiz bu sözle Rabb'in bu kulundan bu fiille memnuniyetini ve hoşnudluğunu bildirmek murâd edilmiştir.

"Gülme" lügatte herhangi bir şeyin açılması ve açığa çıkması mânâsına gelir. Bunun "çiçek ya da bitki dikmek" anlamına geldiği de söylenir.

"O esnâda güldü, biz de ona İshak'ı müjdeledik." (Hûd: 71)

Buyruğuna göre ise o ilâhi rahmetin açılmasıdır. Nitekim müfessirlerin "gülme"yi mânâlandırmaları da aynı şekildedir ki, yine bizim söylediğimiz şeye dönüşür. Nitekim gülen kimse içinde bir açılmadan da uzak olmaz.

Bu sıfatın benzeri, marifet ehli dışında kalan birinin Rabb'imiz -Azze ve Celle-den anlayıp düşünememesidir. Onlar irâde ve dilemelerinden doğan bilgilerin dışına çıkıp onu durdurarak O'nunla lezzetlenen ve O'nu gerçekten bilmeyi yerine getiren kimselerdir.

O'nun hakkı onu kabul etmektir, nüzûle varan Allah ile ihtiyaç değildir. Artık ona ulaşan "gülme" de değildir. Hiç şüphe yok ki bu O'nun keremi, sevgililerini kendisiyle nimetlere boğduğu cömertliğidir.

Onlar dünya zindanında işte bununla eğlenirler, tâ ki kıyamet gününde O'na ulaşmayı elde edebilsinler. İşte bunların hepsi onlarda aynıyla var olur.

Bunları boşa çıkaranlar ise hüsrana uğrar ve bazıları onların ellerindekine bakıp nedâmet ve hasret bile duyarlar; Allah-u Teâlâ tarafından düşüklük ve sefillikleriyle benzerlerini de aynı şeye meftûn kılarlar. İşte bunlar da adetâ kara birer koyundur.


  Önceki Sonraki