Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Başyazı - Ahir Zaman Alimleri'nin İç Yüzü - Ömer Öngüt
Ahir Zaman Alimleri'nin İç Yüzü
Başyazı
İsmail Yavuz
1 Ekim 2019

 

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde: "Şerlilerin en şerlisi kötü âlimlerdir." buyurmuşlardır. (Dârimî)

Kendilerine sorsan âlimim diye geçinirler. "Âlimim" demekten kendilerini alamazlar.

Onlar Ahkâm-ı ilâhî'ye bakmaya lüzum bile görmezler. "Ben biliyorum" derler.

Fakat kendilerinden bihaber, kendilerini dahi öğrenememişler. Güya İslâm dinini temsil ediyorlar, fakat aslında İslâm dinini ifsad ediyorlar.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Allah-u Teâlâ ilmi size ihsan buyurduktan sonra (hafızanızdan) zorla çekip almaz. Lâkin âlimleri, ilimleri ile beraber cemiyet içinden alır, ruhlarını kabzeder. Artık kara cahil bir zümre kalır. Halk bunlardan dini ihtiyaçlarını sorarlar, onlar da (Âyet, Hadis gözetmeden) kendi düşünce ve arzularına göre fetva verip, hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar."
(Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2174)
Bugün olduğu gibi."

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

AHİR ZAMAN ALİMLERİ'NİN İÇYÜZÜ

 

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âhir zamanda ortaya çıkacak olan saptırıcı imamlar ile âhir zaman alimlerinin iç durumlarını haber vermişler, onları "Gök kubbe altındakilerin en şerlileri", "Deccal'den daha tehlikeli", "Şerlilerin en şerlisi" gibi sıfatlarla vasıflandırmışlardır. Zira Deccal iman ehline nüfuz edemez.

Ancak bunlar sûret-i hak'tan göründükleri için İslâm'a ve imana kimsenin vuramayacağı darbeyi vururlar.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz birçok Hadis-i şerif'lerinde Asr-ı saâdet'ten kıyametin kopmasına kadar geçecek zaman içerisinde zuhur edecek olan birçok fitneleri gerek kapalı olarak gerekse açık olarak haber vermiş, ümmet-i muhteremesini gelecek fitnelere karşı uyarmıştır. Günümüzde ise haber verdiği o fitnelerin gün yüzüne çıktığı bir devirde yaşıyoruz.

Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm'ın yalnız ismi, Kur'an'ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.

Onların âlimleri gök kubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir." (Beyhâkî)

Görüldüğü üzere bunlar gök kubbe altındaki en şerli ve en tehlikeli insanlardır. Çünkü onlar ilâhî hükümlere değil de kendi zanlarına uymuşlar, kendi mesnetsiz iddiâlarını hüküm yerine koymuşlardır.

Gök kubbe altındaki en şerli kişiler olan âhir zaman âlimleri, İslâm dinini menfaatleri için aslından çıkarmaya çalışırlar.

Bu gibi kimseler, uymaları ve yoluna girmeleri gereken dinlerini oyun ve eğlence edindiler. Dini hükümleri kendi arzularına göre yalan-yanlış yorumlamaya kalkıştılar. Zan, nam, gaye, maksat ve menfaatleri için bu Din-i mübin'i vasıta olarak telâkki ettiler.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde âhirzamanda gök kubbe altında en şerli insanların âlimler olacağını haber vermişlerdir.

"Yeryüzünde haksız yere böbürlenip büyüklük taslayanları, âyetlerimi idrâkten çevireceğim, anlamaktan mahrum edeceğim." (A'raf: 146)

Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğuna göre, kendilerini beğenip, haksız yere tefahür ettiklerinden ötürü Allah-u Teâlâ onları idrakten çevirmiştir.

Zirâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Kendinde varlık görmen, diğer günahlarla kıyaslanmayacak kadar büyük günahtır." buyurmuşlardır.

Şöhretin afât, riyânın ise imanı götürdüğünü bile bilmezler. Kendilerine Allah-u Teâlâ'nın hükmü hatırlatıldığı zaman iman etmezler.

"Kendisine Rabb'inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!" (Secde: 22)

İşte Allah-u Teâlâ bu zâlimlerden nasıl öç alacağını, onları nasıl bir azap ile cezalandıracağını haber veriyor.

Âhirzaman ulemâsı, İslâm'a halel getirdiği için bu duruma düşmüşlerdir. İslâm dini'ne leke sürüyorlar, küçük düşürüyorlar.

Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a uymuyor, şeytana tabi olmuş, nefis putunu eline almış ve irşada kalkmış. Bunlar Hazret-i Allah ve Resulullah'ın izinden çıkalı çok olmuş.

Kötü âlimler din hırsızlarıdır. Şu Âyet-i kerime'ler onların durumlarını anlatmaktadır:

"Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.

Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah'ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır." (Mücâdele: 18-19)

Bunların ilimlerinden kendilerine bir fayda olmaz. Hatta bu ilimleri kendilerine zararlı bile olur. Çünkü kıyamet gününde "Günah olduğunu bilseydik yapmazdık." diyemezler.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Kıyamet gününde en şiddetli azap görecek kimse, ilminden istifade edilmeyen âlimdir." (C. Sağir)

 

Âhir Zaman Ulemâsı:

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İnsanlardan iki sınıf vardır ki, sağlam ve sâlih oluşları, umumun sağlam oluşunu, fesatları ise umumun bozulmasını mucib olur. Onlardan biri ulemâ diğeri ümerâdır." (Câmiu's-sağir)

Ulemâ istikamette olduğu müddetçe cemiyeti istikamete yöneltirler. İstikametten ayrılırlarsa, halkı da dalâlete sürüklerler.

Ulemânın en faziletlisi bu âlemin en faziletlisidir. İnsanların en şerlisi de kötü âlimlerdir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Dinin felâketine yol açan üç sebep vardır: Günahkâr fakih, zâlim devlet başkanı ve cahil müctehid." (Feyz-ül Kadir)

Çünkü onlar hükm-ü ilâhîye değil de kendi zanlarına uymuşlar, kendi mesnetsiz iddiâlarını hüküm yerine koymuşlardır.

Dine uymak şöyle dursun, dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Dinde yenilik isterler. Asıl gayeleri ise dini aslından çıkarmak, bid'at ve küfrü yaymaktır.

Dışarıdan âlim zannettiğiniz fesatçılar Allah-u Teâlâ'nın hudutlarını kaldırmak isterler. Kendilerine âlim süsü veren bu gibi kimseler, hem İslâm'ın ön safında görünmek isterler, hem de din-i mübini kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar.

Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri Âyet-i kerime'sinde bize tanıtıyor ve şöyle buyuruyor:

"Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler." (Bakara: 9)

Allah-u Teâlâ'nın en çok buğzettiği kimseler bunlardır. Onun içindir ki sapmışlık ve kötülüklerini açıklamakta, cahilliklerini tescil etmektedir.

Âlim geçinen, fakat aslında zâlim olan bu gibi kimselerin bu cehaletleri, din adına işlenen bir cinayettir. Dinimizin maruz kaldığı en büyük tehlikedir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Şerlilerin en şerlisi kötü âlimlerdir." buyurmuşlardır. (Dârimî)

Kendilerine sorsan âlimim diye geçinirler. "Âlimim" demekten kendilerini alamazlar. Onlar Ahkâm-ı ilâhî'ye bakmaya lüzum bile görmezler. "Ben biliyorum" derler. Fakat kendilerinden bihaber, kendilerini dahi öğrenememişler.

Güya İslâm dinini temsil ediyorlar, fakat aslında İslâm dinini ifsad ediyorlar.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Allah-u Teâlâ ilmi size ihsan buyurduktan sonra (hafızanızdan) zorla çekip almaz. Lâkin âlimleri, ilimleri ile beraber cemiyet içinden alır, ruhlarını kabzeder. Artık kara cahil bir zümre kalır. Halk bunlardan dini ihtiyaçlarını sorarlar, onlar da (Âyet, Hadis gözetmeden) kendi düşünce ve arzularına göre fetva verip, hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2174)

Bugün olduğu gibi. Çünkü onlar kendileri câhildir, câhillere de babalık yapıyorlar, yani Ebu Cehil oluyorlar, ümmet-i Muhammed'i ifsât ediyorlar, din-i mübin'i kökünden yıkmaya çalışıyorlar.

İşte bu cühelâ böylece insanları hakikatten kaydırmak, menfaatleri için arzularını hüküm yerine koymak isterler.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" buyurmaktadır. (Hûd: 112)

Bunlar bu ilâhî emirden çıktıkları için, dinden de çıkmışlardır.

Kötü âlimler Allah-u Teâlâ'nın dinini bıraktıkları, şeytanın adımlarına uydukları için bu hale düşmüşlerdir.

Âlim olduklarını sandılar, ulemâ sıfatı altında cehaletlerini ve küfürlerini yaydılar. Bu gibi kimselerin ifsatları çok, tahribatları büyüktür.

Onlar Allah-u Teâlâ ile ilgilerini kesmişler, halk ile ilgilerini kurmuşlar. Onların alış-verişi halk iledir. Yalnız ve yalnız nam, şöhret, gösteriş, riyaset ve mevki düşünürler.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Onlar hem insanları Kur'an'dan menederler, hem de kendileri ondan uzak dururlar.

Böylece ancak kendilerini helâke atarlar da farkına varmazlar." (En'am: 26)

Kendileri Hazret-i Kur'an'ın nûr ışığından faydalanamadıkları gibi, başkalarının da faydalanmasına engel oluyorlar.

Müctehidim diyenler Allah-u Teâlâ'nın kelâmını hükümsüz saydı, kendi arzusunu hüküm yerine koydu. Kendi nefsini ilâh edinmiş olanlar onların bu ifsâdına irşad diyor, onlar ise kendilerini müctehid sayıyorlar.

Âyet-i kerime'de:

"Resul'üm gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" buyruluyor. (Furkan: 43)

Allah-u Teâlâ'nın en çok buğzettiği, gadaplandığı kimseler bunlardır.

Onun içindir ki sapmışlık ve kötülüklerini açıklamakta, cahilliklerini tescil etmektedir.

Onların kalpleri nifak ve şüphe ile doludur.

Âyet-i kerime'de buyurulduğu üzere:

"Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını arttırmıştır.

Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle onlara elem verici azap vardır." (Bakara: 10)

Onlar Kitabullah'a itibar etmeyince, Allah-u Teâlâ da bu hastalığı taşıyanların hastalığını daha da arttırmıştır. Bu yüzdendir ki Allah-u Teâlâ'nın kahrına müstehak olmuşlardır.

Kendilerinin nasıl bir cehalet ve dalalet çukuruna düşmüş olduklarının hiç farkında değildirler.

Madde ve makam için dinine de, icabederse vatanına da ihanet ederler.

Âyet-i kerime'de:

"Onların kalpleri iman etmedi." buyuruluyor. (Mâide: 41)

Zan, nam, şöhret, madde ve menfaat uğruna dinden çıktıkları gibi, başkalarını da çıkarmaya çalışırlar.

Bu halleri ile kendilerini halkın en iyileri, en faziletlileri zannederler. Oysa bunlar Hazret-i Allah'ın yanında en düşük kimselerdir.

Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ ilmi insanlardan çekip alıvermez. Lâkin ilmi, âlimleri almakla kaldırır. Nihayet hiçbir âlim bırakmadığı vakit, insanlar bir takım kara cahilleri baş edinirler. Onlara sual sorulur. İlimsiz fetvâ verirler. Bu suretle hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar." (Müslim: 2673)

Hakiki âlimlerin sayıca azaldığı, ilim yerine cehaletin ortalığı kapladığı, kendilerine âlim süsü veren bir takım kara cahillerin Hadis-i şerif'leri, geçmiş ulema ve fukahanın kıyas ve fetvâlarını reddedip hiçbir esasa dayanmadan keyiflerine göre fetvâlar verdikleri zamanlarda bilenlerin bildiklerini neşretmeleri, üzerlerine düşeni yapmaları gerekmektedir. Halbuki ilmin azalması ile hakiki âlimlerin yok olması sebebiyle bu vazife yapılamamaktadır.

Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:

"Kim insanların dini işlerinde Allah'ın faydalı kıldığı bir ilmi gizlerse, Allah kıyamet gününde onu ateşten bir gem ile gemler." (İbn-i Mâce: 265)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz'den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Ümmetimden birtakım zümreler türeyecektir. Onlar Kur'an'ı öyle okurlar ki; sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir hiç kalır. Orucunuz da oruçlarının yanında bir hiç kalır. Kur'an'ı okurlar, onu lehlerine zannederler, halbuki o aleyhlerine olacaktır. Namazları köprücük kemiklerinden öteye geçmez.

Nitekim onlar, okun yaydan çıktığı gibi İslâm'dan hemen çıkacaklar. Onlarla harp eden ordunun askerleri Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-inin dilinden kendilerine ne (kadar ücret)ler takdir edilmiş olduğunu bilselerdi (başkaca) çalışmaktan mutlaka vazgeçerlerdi."

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- bu Hadis-i şerif'i ve devamını rivayet ettiği zaman Ubeyde es-Selmânî -radiyallahu anh-:

"Ey müminlerin emiri! Kendisinden başka ilâh olmayan Allah aşkına söyle! Sen bu Hadis'i Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bizzat işittin mi?" diye sordu.

O da: "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki evet!" dedi. Ubeyde -radiyallahu anh- ona üç sefer yemin verdi, o da üç sefer yemin etti. (Müslim: 1066)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Saîd ve Enes -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinin bir noktasında da şöyle buyuruyorlar:

"Onlar insanları Kitabullah'a çağırırlar, fakat Kitap'tan zerre kadar nasipleri yoktur." (Ebu Dâvud: 4765)

Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur'an okuyacaklar, fakat Kur'an'ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır." (Müslim: 1067)

Bunlar nefislerini ilâh edinmiş, Hazret-i Allah'a hasım kesilmişlerdir. Niyetleri bozuk olduğundan ötürü Hazret-i Kur'an boğazlarından öteye geçmedi. İçlerine iman yerleşmediği için, boş oldukları için boşluğa düşüverdiler.

 

Amelsiz İlim Sahipleri:

İlmiyle amel etmeyen, sözleriyle icraatları birbirini tutmayan bu gibi kimseler hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:

"Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmadığınız şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir gazaba sebeb olur." (Saff: 2-3)

"İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?" (Bakara: 44)

Allah katında en makbul ilim, amel edilen ilimdir. Amelsiz ilim vebalden ibarettir. Yalnız öğrenmekle iktifa edenler âlim değil, ilmin kabıdır.

"İstediğiniz kadar ilim öğreniniz. Bildiğinizle amel etmedikçe, Allah'a yemin olsun ki mükâfata nail olamazsınız." (C. Sağir)

Bir Hadis-i şerif'lerinde ise Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:

"Kıyamet günü bir kişi getirilip cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o haliyle değirmen döndüren merkep gibi döner. Cehennem halkı onun yanına toplanır da 'Ey filân! Bu ne hal? Sen bize iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya çalışmaz mıydın?' derler. O da 'İyiliği emrederdim de kendim yapmazdım, kötülükten vazgeçirmeye çalışırdım da onu kendim yapardım.' cevabını verir." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 1351)

Bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:

"Kendisinden sorulan bir meseleyi ehlinden gizleyip cevabını vermeyen âlimin ağzına cehennem ateşinden bir gem vurulur." (Tirmizî)

Tedris ve fetva işleri makam, mevkî, mal ve şöhret için olmadığı ancak Allah rızâsı için olduğu zaman faydalı olur. Dünyaya gönül kaptırmayan, mal ve riyaset sevdasında olmayan din âlimleri Hadis-i şerif'lerde övülmüştür:

"Ancak iki şeye imrenilir: Birine Allah mal vermiş hak yolunda harcatıyor. Diğerine ilim vermiş onunla amel ediyor ve onu başkalarına öğretiyor." (Buhârî)

"Şeytan, dini ilimlere âlim olan bir zâttan korktuğu kadar bin âbidden korkmaz." (Münâvî)

İyilerin icraatları budur, bu işaretlerden tanıyın.

Her şeyi kendisinin bildiğini zanneden, Âyet-i kerime'ler üzerinde delilsiz ve mesnedsiz olarak tartışmaya girişen, kendi zannına göre yorumlar yapıp fetvalar veren kötü âlimler hakkında da Resul-i ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöylebuyurmaktadır:

"Sizden cehennem ateşine en ziyade cesur olan kimse, sağlam bilgisi olmaksızın dini meselelerde fetva vermeye cesaret gösterendir." (C. Sağir)

"İlmi olmadan şer'i meselelere fetva veren kimseye melekler lânet okur." (Münâvî)

Madde ve menfaat uğuruna dinden çıktıkları gibi başkalarını da çıkarmaya çalışırlar.

Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:

"Kendilerine kitaptan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar." (Nisâ: 44)

"Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilerek hakkı gizlemeyin." (Bakara: 42)

Bu gibi kimselerin cezasını Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurmaktadır:

"Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanları görmez misin? Nasıl da döndürülüyorlar?

Onlar Kur'an'ı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlardır.

Pek yakında bilecekler!

Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde kaynar suda sürükleneceklerdir, sonra da ateşte yakılacaklardır.

Sonra da onlara denilecektir ki: Ortak koştuklarınız nerede?" (Mü'min: 69-73)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Dikkat edin! Birtakım adamlar benim havuzumun başından kayıp, develerin kovulduğu gibi kovulacaklardır. Ben onlara: 'Hey, beri gelin!' diye nidâ edeceğim. Bunun üzerine bana: 'Onlar senden sonra hakikaten (dinde) tebdilât yaptılar.' denilecek. Ben de: ''Öyleyse uzak olsunlar, uzak olsunlar!' diyeceğim." (Müslim: 249)

Kötü âlimler gök kubbe altında en şerli kimselerdir, tahripçidirler. İlimleri zandan ibarettir, zan ile hareket ederler, bütün iş ve icraatları zandan öteye geçmez. Cehaletlerinden ötürü hem kendileri dinden çıkarlar, hem de başkalarını dinden çıkarmaya çalışırlar.

İslâmiyet son dindir, kıyamete kadar bâkidir. Her yönü ile ilâhîdir, günün şartlarına uymaz, o şartları değiştirip kendine uydurur. Zamanın değişmesiyle ilâhi hükümler değişmez ve değiştirilemez. İnsanların yeni bir dine ihtiyaçları yoktur. Fakat zamanla vesveslere dalıp arzu ve heveslere kapıldıkları için, hakikati hatırlatmaya, ruhlarını kuvvetlendirmeye ihtiyaçları vardır.

"Ben âlimim!" diyenlerin, kendilerine âlim süsü verenlerin ekserisinin imanları "Suretâ" olduğu gibi, ilimleri de zandan ibarettir. Bütün iş ve icraatları zandan öteye geçmez. Zannın ise hakikat karşısında hiçbir hükmü yoktur.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez.

Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını tamamen bilmektedir." (Yunus: 36)

Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:

"Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini ortaya koyan ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi.

Şüphesiz ki kâfirlere can yakıcı bir azap vardır." (Şûrâ: 21)

Bu beyan kötü alimler için en büyük bir ihtar-ı ilâhîdir.

Çünkü haram ve helâl ahkâmını beyan etmek, bir şeyi meşru kılmak, Allah-u Teâlâ'ya ve O'nun gönderdiği Peygamber'e mahsustur. Hüküm koyucu tek makam O'dur, hükmünde asla kimseyi ortak kabul etmez. O'nun ortaya koyduğu ahkâmdan başka bir hükmü ortaya koymaya kimsenin hakkı yoktur.

Âyet-i kerime'de geçen "Ortaklar",insanların kendilerine Allah ile beraber hüküm koymada ortak kabul ettiği kimseler demektir. Allah'tan başkasına kulluk yapmak nasıl şirkse, bu da onun gibi şirktir. Bu sefihler Din-i mübin'in ahkâmını kendi arzularına uydurmak suretiyle değiştirmek isterler. Çünkü şeytanları onlara bu yolda talimat verir ve yaptıklarını kendilerine güzel gösterir.

Allah-u Teâlâ'nın hüküm olarak koymuş olduğu dosdoğru dine uymayıp muhalefet etmeye kalkışmak, dünya hırsı adına yapılan fenalıkların ve şirklerin başında gelir.

İmanları suretâ, ilimleri zandan ibaret olan saptırıcı, Din-i mübin'i yıkıcı, halkı şaşırtıcı âlimler, cehaletlerinden ötürü hem kendileri dinden çıkarlar, hem de başkalarını dinden çıkarmaya çalışırlar.

Şu Hadis-i şerif cidden çok mühim ve çok korkunç:

"İnsanlar helâk olmuşlardır, ancak âlimler müstesna. Âlimler de helâk olmuşlardır, ilmi ile amel edenler müstesna. İlmiyle amel edenler de helâk olmuşlardır, ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahipleri de büyük bir tehlike üzerindedirler." (Keşf-ül hafâ)

 

İlmi İle Dünyalık Elde Edenler:

Allah-u Teâlâ onları "İlmi ile dünyalık elde edenler" diye vasıflandırarak şöyle buyurmuştur:

"Onlar ise bunu arkalarına attılar ve az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kötü!" (Âl-i imran: 187)

Zira onlar hem kendileri yoldan çıkmış, hem de başkalarını yoldan çıkarmışlardır. Onların zararları yalnız kendilerine değil, başkalarının küfürlerine sebep oldukları için, zararları umuma sirayet etmektedir.

Allah-u Teâlâ ilmi aziz kıldığı halde, kötü âlimler ilmi mal ve mevki elde etmeye âlet ederler.

"Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları, dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak." (En'am: 70)

Bu gibi kimseler, uymaları ve yoluna girmeleri gereken dinlerini oyun ve eğlence edindiler. Dini hükümleri kendi arzularına göre yalan-yanlış yorumlamaya kalkıştılar. Zan, nam, gaye, maksat ve menfaatları için bu Din-i mübin'i vasıta olarak telâkki ettiler.

Ve onlar dünyayı ahirete tercih ederler.

"Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir." (Bakara: 86)

Onlar artık Hazret-i Allah ile ilgilerini kesmişler, halk ile ilgilerini kurmuşlar. Onların alış-verişi halk iledir. Yalnız nam ve şöhret düşünürler, gösteriş, riyaset ve mevki düşünürler. Halk da bunlara rağbet eder. Sözüne, kalıbına, elbisesine bakar.

Bu halleri ile kendilerini halkın en iyileri, en faziletlileri zannederler. Oysa bunlar nefislerine değer verdikleri için, Hazret-i Allah'ın yanında gerçekten en düşük insanlardır.

Cabir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"İlmi, âlimlere karşı böbürlenmek, cahillerle münakaşa etmek veya mevki-makam elde etmek için öğrenmeyin. Kim bunu yaparsa ona ateş gerekir ateş!" (Kütüb-i Sitte Muhtasar-ı Tercümesi. c. 16 sh. 551)

Tedris ve fetvâ işleri makam-mevki, mal-şöhret için olmadığı, ancak Allah-u Teâlâ'nın rızâsını kazanmak için olduğu zaman faydalı olur. Aksi halde çok büyük zararlar açar.

Diğer bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Kim ki onunla, Aziz ve Celil olan Allah'ın rızâsı aranan ilimlerden bir ilmi dünyevi bir menfaat için öğrenirse, kıyamet gününde cennetin kokusunu bulamaz." (Ebu Dâvud)

Şimdi bir bu Hadis-i şerif'e dikkat edin, bir de "Ben âlimim!" diyenlere bakın. Zira menfaatsız adım bile atmazlar.

"Allah'ın âyetlerini az bir dünya menfaati karşılığında sattılar da insanları O'nun yolundan alıkoydular. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür!" (Tevbe: 9)

Halbuki dünyaya düşkün olmak Allah-u Teâlâ'nın sevmediği bir şeydir.

"Dünya malına tama, mârifetullah'ı âlimlerin kalplerinden izâle eder." (Münâvî)

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Bu ümmetin ulemâsı iki kısımdır:Biri Allah-u Teâlâ'nın kendisine ilim verip onu insanlar için sarfeden ve ona karşı ücret almayan, onu para ile satmayan kişidir. İşte böyle bir kişi için denizin balıkları, yeryüzünün hayvanları ve gökyüzünün kuşları istiğfar ederler.

Diğeri ise öyle bir adamdır ki, Allah ona ilim verdiği halde o ilimle Allah-u Teâlâ'nın kullarından bahillik eder, o ilimle ücret alır ve onu bir paha ile satar. İşte böyle bir adama kıyamet gününde ateşten bir gem vurulur.

Bir nidacı şöyle seslenir: 'Bu kimseye Allah ilim vermişti, o ise onunla Allah'ın kullarına cimrilik etmişti ve onu bir paha ile satmıştı.'

Bu ateşten gem hesaptan ayrılıncaya kadar onun üzerinde kalır."

Bir de şu var ki, halka âlim olduğu zannını verdirmek için konuşuyorsa, halkı başına toplamak gibi bir gaye güdüyorsa gizli şirktir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Gizli şirk, insanların methini ve ihsanını veya tazimini kazanmak maksadıyla amel ve ibadet eylemektir." (C. Sağir)

Aslında bütün iyilikler Allah-u Teâlâ'dan gelir. Fakat insan O'nun bu lütfunu ve ihsanını bilmediği için kendi nefsine mâlediyor.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Sana gelen her iyilik Allah'tandır, bütün kötülükler de kendi nefsindendir." (Nisâ: 79)

Buna rağmen bir çok kimseler o ilmi kendine âitmiş gibi halka göstermeye çalışırlar. Bu ise vereni bir nevi inkâr demektir. Çünkü onun nefsi Allah-u Teâlâ'nın lütuf ve ihsanını kendisine mâletmiş, dolayısı ile dalâlete gitmiştir.

 

Bir Âlimin Mümin mi, Kâfir mi, Münafık mı Olduğu Nasıl Anlaşılır?

Eğer cân-ı gönülden Din-i mübin'i savunuyorsa, Hazret-i Kur'an'ı yaşıyorsa, Resulullah Âleyhisselâm'ın Sünnet-i seniyye'sini tatbik ediyorsa, bu gibi kimseye "İyi âlimdir" zannını verebiliriz. Hakiki âlimler bütün hâl ve ahvâlini dine uydururlar, Resulullah Âleyhisselâm'ın izinde bulunurlar.

Ve fakat "Ben âlimim!" diyor, ahkâmca hareket etmiyor, ilâhî hükümleri arkasına atarak kendi zannını yürütüyorsa; bu gibi kimseler sapmış, kendileri saptığı gibi halkı da saptırırlar.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Sizden hiçbirinizin arzuları benim tebliğ ettiğim şeylere tâbi olmadıkça iman etmiş olmazsınız." (Buhari)

Hazret-i Allah'ı bilmeyen ve O'ndan korkmayan, emirlerine riâyet edip nehiylerinden kaçınmayan kimselere "Âlimdir" demek en büyük hatadır. Mâsiyet işleyene âlim denmez. Zira Allah-u Teâlâ'dan en çok korkanlar âlimlerdir. Bunlar korkmadıklarına göre ulemâ vasfını kaybetmişlerdir.

Dine uymak şöyle dursun, dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Tahripçidirler, dinde yenilik isterler. Asıl gayeleri ise dini aslından çıkarmak, bid'at ve küfrü yaymaktır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de acıklı bir azap vardır." (Sebe: 5)

Âyet-i kerime'de geçen "Ricz" azabın gayet çirkini ve en murdarı mânâsına gelmektedir. Allah-u Teâlâ'nın âyetlerini çürütmek isteyen, hükümsüz bırakmak ve kendi arzusunu hüküm yerine koymak isteyenlerin bu cürümleri pek büyük olduğu için kendilerine verilen ceza da o nispette iğrenç ve acıklı olacaktır.

Allah-u Teâlâ'nın en çok buğzettiği kimseler bunlardır. Onun içindir ki sapmışlık ve kötülüklerini açıklamakta, cahilliklerini tescil etmektedir.

Dışarıdan âlim zannettiğiniz fesatçılar, ifsatlarını yürütürler ve Din-i mübin'e en büyük tahribâtı yaparlar.

Bunun içindir ki her kelimesinin ahkâma uyup uymadığına dikkat edin.

"Âlimim" diyen kimse, eğer Allah-u Teâlâ'nın ahkâmı mucibince hareket ediyorsa, sözlerini kabul edin, etmiyorsa reddedin. Emir ve yasaklarını tatbik ediyorsa iyi nazarla bakın, etmiyorsa kötü nazarla bakın. Söz ve davranışları Hazret-i Kur'an-ı Azîmüşşan mucibince değilse o ifsatçıdır ve kötü âlimdir. Sakının onlardan, sakın lâflarına aldanmayın!

Resulullah Âleyhisselâm'ın Hadis-i şerif'lerine uygun hareket ediyorsa, fiili Sünnet-i seniyye'sini işliyorsa iyi olarak kabul edin, işlemiyorsa reddedin. Çünkü o, onun yolunda değildir.

Zira bir Hadis-i şerif'lerinde:

"Sünnet-i seniyye'me tâbi olmayan benden değildir." buyuruyorlar. (Münâvî)

Çünkü onun gayesi ve maksadı var. Senin dinini kökten yıkmaya çalışıyor. Allah-u Teâlâ'nın hudutlarını kaldırmak istiyor. Fakat sen hâlâ onu âlim zannedip sözünü dinliyorsun ve fakat yanlış mıdır, doğru mudur diye tefrik etmiyorsun.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Sizden cehennem ateşine en ziyade cesur olan kimse, sağlam bilgisi olmaksızın dini meselelerde fetva vermeye cesaret gösterendir." (Câmi'üs-sağîr)

Onlar fetva için gelenlere akıllarına cazip olan şeyleri söylerler. Hazret-i Allah'ın ahkâmını inkâr eder, kendi zannını ahkâm yerine koyar ve halka fetva verirler. Gerçekten hakikatten mahrumdurlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Dillerinizin yalan yere vasfettiği şeyler hakkında 'Bu helâldir, bu haramdır.' demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz.

Allah'a karşı yalan uyduranlar ise iflâh olmazlar." (Nahl: 116)

Bir şeyin helâl veya haram olduğunu beyan etmek, peygamberler vasıtasıyla ancak Allah-u Teâlâ'ya mahsustur. Hüküm verme yetkisi sadece O'na aittir. İnsanların kendi görüş, anlayış ve mantıklarına göre rastgele hüküm vermeleri, Allah-u Teâlâ'nın haram kıldığı bir şeyi kendi cehalet ve heveslerine uyarak helâl kılmaları; Allah-u Teâlâ'nın hükmüne muhalefet etmektir, O'nun şeriatını tahrif, ahkâmını tağyir arzusundan başka bir şey değildir. Bu iddiaların her biri Allah-u Teâlâ'ya karşı uydurulmuş bir yalan ve iftiradır.

Hidayeti dalâletle değiştiren, sapmışlığı satın alan bu iftiracılar her zalimden daha zalimdirler. Doğruyu yalanlamak, gerçeği reddetmek hiç şüphesiz ki Hakk'a karşı bir zulümdür, suçların da en büyüğüdür.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Allah'a karşı yalan uydurandan ve kendisine gelmiş olan doğruyu yalanlayandan daha zâlim kim olabilir?

Cehennemde kâfirler için bir yer yok mudur?" (Zümer: 32)

Elbette vardır! Onların ebedi ikametgâhları cehennemden başka bir yer olmayacaktır.

Çünkü onlar çok kötü bir çığır açmışlar, beşeriyete çok kötü bir numune olmuşlar, kendi nefislerini de en acıklı azaplara maruz bırakmışlardır.

Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:

"Allah'a karşı yalan uydurandan veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir?

Zâlimler şüphesiz ki iflâh olmazlar." (En'am: 21)

En büyük gadâb-ı ilâhiye maruz kaldıkları husus, Allah-u Teâlâ'nın kesinlikle yasak etmiş olduğu şeylere "Allah-u Teâlâ böyle emrediyor." diye kendi zanlarını ortaya koymaya çalışmalarıdır.

Bilmeden veya kasten fetva verenler Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'sini inkâr etmiş, kendi hükmünü âyet yerine koymuş olur.

İşte bunlar nefislerini ilâh edinenlerdir. Bunlara uyanlar da bunlara tapmış olur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde onları:

"Allah'ın ve Peygamber'inin haram kıldığını haram saymayanlar." (Tevbe: 29)

"Hak dini kendilerine din edinmeyenler." olarak vasıflandırmaktadır. (Tevbe: 29)

İlâhî hükümler üzerine onların batıl fikirlerini tercih edip benimsemekle, onları mabud edinmiş oldular ve şirke düştüler.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Kıyamet gününde azabın en şiddetlisiyle azap görecek olan kimse, ilmi kendisine fayda sağlamamış bulunan âlimdir." (Câmi'üs-sağîr)

Âlim sıfatında görünüp zâlim olduğu için Din-i mübin'in yıkılmasına çalışır. Çünkü o gerçek müslüman değildir, başkasına hizmet eder.

Allah-u Teâlâ bu gibi kimselerin iç yüzünü bize tanıtıyor.

Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:

"İnsanların bir takımları vardır ki, inanmadıkları halde 'Allah'a ve ahiret gününe inandık.' derler." (Bakara: 8)

"Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir." (Bakara: 9)

Allah-u Teâlâ onların iddiâlarını reddetmektedir. Her ne kadar müslümanları aldatmaya çalışıyorlarsa da, aslında aldanan bizzat kendileridir, en büyük zararı yine kendileri görürler, yaptıklarının vebali kendilerine döner.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Kendilerine 'Yeryüzünde fesad çıkarmayın!' denildiği zaman 'Biz ancak ıslah edicileriz.' derler." (Bakara: 11)

Allah-u Teâlâ onların bu cevaplarını şiddetli bir şekilde reddederek Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"İyi bilin ki asıl ortalığı ifsad edenler kendileridir. Lâkin anlamazlar." (Bakara: 12)

Kalplerinden iman nuru silindiği için bunun böyle olduğunu hissedip anlamazlar.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, onlar seni Allah'ın yolundan saptırırlar.

Onlar sadece zanna uyarlar ve yalandan başka söz de söylemezler." (En'am: 116)

"Onlar durmadan yalana kulak verirler." (Mâide: 41)

Ne inançlarında yakin, ne ölçülerinde hakkaniyet, ne de kararlarında isabet bulunur. Bütün iş ve icraatlarında nefsânî arzu ve heveslerine uyarlar. Şahsi takdir ve tahminlerini hüküm yerine koyarlar.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Senin Rabbin kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. Hidayete ermiş olanları da en iyi bilen O'dur." (En'am: 117)

Allah-u Teâlâ yeryüzü halkının çoğunun durumunun sapmışlık olduğunu haber vermektedir.

Nitekim diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Andolsun ki onlardan önce gelip geçenlerin de çoğu sapıtmıştı." (Saffat: 71)

"İnsanların çoğu gerçekten fasıktır." (Mâide: 49)

Kişi dine uymak zorundadır, din ona uymaz. Ya inanacak müslüman olacak veya inkâr edecek kâfir olacak. Başka bir te'vil yolu yoktur.

İşte iç yüzlerini ortaya koymaya çalıştığımız kötü âlimlerin durumu budur. Kendilerine âlim süsü veren bu gibi kimseler, hem İslâm'ın ön safında görünmek isterler, hem de Din-i mübin'i kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar. İlâhî hükümleri değiştirmek ya da aslından uzaklaştırmak suretiyle bir takım çözümler ortaya koyarlar. Zamanın değişmesiyle ahkâmın da değişebileceğini, günün şartlarına göre hükümlerin ayarlanabileceğini ileri sürerler.

Bu ise apaçık bir küfürdür. Bu küfre rızâ göstermek de küfürdür. Zira bir tek Âyet-i kerime'yi inkâr etmek küfre mucip olduğu gibi, bir küfrü hoş gören de aynı küfre ortaktır, o da küfre kayar.

Allah-u Teâlâ'nın helâl kıldığı şey kıyamete kadar helâldir, haram kıldığı şey de ebediyyen haramdır. Zira İslâm'ın hükümleri zaman ve zeminle sınırlı değildir. Mevki ve rütbesi ne olursa olsun; İslâm'ın helâl kıldığına haram, haram kıldığına da helâl demeye hiç kimsenin hakkı ve salâhiyeti yoktur.

Zira yaratmak da emretmek de Allah-u Teâlâ'ya mahsustur, mahlûkun hükmü yoktur.

Âyet-i kerime'sinde:

"İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabb'i olan Allah'ın şanı ne yücedir." buyuruyor. (A'raf: 54)

Mülk O'nundur, O'ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmesine hakkı ve salahiyeti yoktur. Hükmünü hiç kimse değiştiremez, verdiği kararı hiç kimse bozamaz. Emir, yasak, tedbir ve idare, tam tasarruf O'na âittir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Hüküm yücelerin yücesi Allah'ındır." (Mümin: 12)

Tatbikini emir buyurduğu bütün hükümler kemale ermiş, tamamlanmıştır. Hiçbirisinde noksanlık ve eksiklik tasavvur edilemez, hükmünde yanılması düşünülemez. O'nun haber verdiği her şey gerçeğin ta kendisidir. O'nun emrettiği her şey adaletlidir, O'nun dışında hiçbir şey adaletli değildir. O'nun yasakladığı her şey batıldır. Hiç kimse O'ndan daha doğru söz söyleyemez, hiç kimse O'ndan daha âdil hüküm koyamaz. Hükmünde hikmet sahibidir, her şeyi hikmetle yapar.

O'nun sözlerini değiştirecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.

"Rabb'inin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemalindedir. O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur." (En'am: 115)

Söz O'nun sözü, hüküm O'nun hükmü, Kitap O'nun Kitab'ıdır.

Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, kasten bir Âyet-i kerime'yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlûkun hükmü yoktur, O'nun hükmü esastır.

O'nun hükmünü kim bozabilir? O'nun hükmünden kim kurtulabilir?

O'nun hükmü böyledir.

Bazıları da hidayetten uzak kimseleri İslâm'a ısındırmak için din adına bazı tavizler vermekte bir mahzur görmezler. Böylece akıllarınca bir münkiri veya bir münafığı dine ısındıracağız derken hem kendileri dinden çıkıp uzaklaşırlar, hem de etraflarını dinden çıkarırlar.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor.

"Rabb'inin dosdoğru yolu işte budur. Biz öğüt alacak bir topluluk için âyetleri uzun uzadıya açıkladık." (En'am: 126)

Ancak Allah-u Teâlâ'nın haber verdiği esastır.

Nitekim diğer bir Âyet-i kerime'de:

"Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez." buyuruluyor. (Fâtır: 14)

Bu Âyet-i kerime'ye gönülden iman eden kimsenin kurtulmasına vesile olduğu gibi, umursamayanların da helâkine vesile olur.

Gerek fetvâcılar, gerek din kurucular ve gerekse âhir zaman ulemâsı, bunların hepsi bu kapsamın içindedir. Şu kadar var ki bu yaptıkları yanlarına kalmayacak. Bu fitneleri, bu fesatları çıkardılar ve fakat yine onlara dönecek ve bunun zararını onlar çekecekler.

"Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı; kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?" (Câsiye: 23)

 

Hem İfsatçıdır, Hem Tahribat Yaparlar:

Cühelâ gürûhu nefislerini ilâh edinmişler, Allah-u Teâlâ'ya hasım kesilmişler, İslâm'mış gibi görünüyorlar ve fakat küfre hizmet ediyorlar. Din-i İslâm'ı tahrif ve tahrip etmek için çalışıyorlar. Din-i İslâm'da olmayan şeyleri; hurafe, bidat, yalan-yanlış olarak bütün güçleriyle yaymaya çalışıyorlar. Öyle ki Hazret-i Kur'an'ın üzerine münakaşa yapıp çekişerek bu yolla tahrip ve tahrif etmeye çalışıyorlar. Böylece de münafık durumuna düştüler.

Halbuki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Sen o münafıkları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider, ne söylerlerse dediklerine kulak verirsin. Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidirler." (Münâfikun: 4)

Onlar Allah-u Teâlâ'nın dinini tahrip etmeye çalışırken Allah-u Teâlâ da dünyayı tahrip ediyor ve edecek.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt, aklını kötüye kullanan bir zümre yetişecektir. Onlar, iyiler gibi peygamberin tebliğatından -Âyet ve Hadis'ten- bahsedeceklerdir. Fakat onlar, tıpkı okun hedefi delip geçtiği gibi İslâm'dan hemen çıkıvereceklerdir. İmanları boğazlarından ileri geçmez." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1472)

Bunların içinde her ne kadar ilim-irfan iddiâsında bulunanlar varsa da, bu onların dış yüzüdür, kaplamasıdır. İçyüzleri ise başkadır.

Hiçbir zaman bunların ismine aldanmayın, maskesine kanmayın, iç yüzlerine dikkat edin ve ona göre kararınızı verin.

Diğer Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:

"Ümmetimden yalancılar, deccâller vücuda gelir." (Münâvi)

Yalancı ve deccâlden maksat, dıştan insanları irşad ve ıslah etmek sıfatıyla görünüp gerçekte ise halkı ahkâma uymaktan alıkoyanlardır.

Güya İslâm dini'ni temsil ediyor, fakat aslında İslâm dini'ni ifsad ediyor. Onlar İslâm'a halel getirdiği için bu duruma düşmüşlerdir. İslâm dini'ne leke sürüyorlar, küçük düşürüyorlar. Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a uymuyor, şeytana tâbi olmuş, nefis putunu eline almış ve irşada kalkmış. Bunlar Hazret-i Allah ve Resulullah'ın izinden çıkalı çok olmuş.

"İlim cifeyi örten bir örtüdür." Aslında niyeti bozuk, icraatı kötü, âlim olduğu zannıyla o kötülüğünü örtüyor. Eğer âlim olsaydı o işi yapmazdı. İcraatını yapmak için o örtüyü kullanıyor. Onlar aslında âlim değil ifsatçıdır.

Din-i mübin'i ifsat etmek, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü çürütmek istemektedirler. Sen onları bırakmazsan, sen de onlarla berabersin.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur." (Hud: 113)

Kendilerinde zulüm bulunan kimselere meyletmek insanı ateşe götürürse, zulmü kökleşmiş olanlara eğilim duymanın, üstelik tamamen meyletmenin neticesini düşünmek gerekir.

"Yoksa siz de onlar gibi olursunuz." (Nisâ: 140)

 

Hak ve Hakikatten Yüz Çevirenler:

Allah-u Teâlâ yeryüzünde haksız yere büyüklenenlerin, koyduğu hükümlerden yüz çevirenlerin, ne kadar delillerle karşılaşsalar bile inanmayanların, doğru yolu apaçık görseler bile o yolda yürümeyenlerin, dalâlet yollarına daldıkça dalanların durumlarını ve âkıbetlerini bir Âyet-i kerime'sinde şöyle beyan buyurmaktadır:

"Yeryüzünde haksız yere böbürlenip büyüklük taslayanları âyetlerimi idrakten çevireceğim, anlamaktan mahrum edeceğim." (A'râf: 146)

Kalpleri öyle mühürlenecek ki; dinin inceliklerini, ilâhî hükümlerdeki hikmet ve hakikatleri anlamazlar, gerçeklere nüfuz edemezler.

"Onlar bütün âyetleri görseler yine de inanmazlar." (A'râf: 146)

Büyüklük taslamaları onları tasdik etmelerine mâni olur, tefekkür etmezler, ibret almazlar.

"Doğru yolu görseler onu yol edinmezler." (A'râf: 146)

Kendilerini sapmışlık kapladığı için Hakk'a yönelmezler ve o yolun doğru olduğunu görmelerine rağmen o yolu tutmazlar.

"Azgınlık yolunu görseler hemen onu yol edinirler." (A'raf: 146)

Hevâ ve heveslerine uygun ve bâtıl arzularına ulaştırıcı olmasından dolayı, dalâlet yolunu kendilerine hiç ayrılmayacakları bir yol olarak seçerler.

"Çünkü onlar âyetlerimizi yalanladılar ve onları umursamaz oldular." (A'raf: 146)

Onların bu gafletleri yanılmak ve bilgisizlikten kaynaklanan bir gaflet değil, Hakk'a ve hakikate yüz çevirmelerinden kaynaklanan bir gaflettir.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde eski İsrâiloğulları'na halef olan bir takım kimselerin, Tevrat'ın hükümlerine uymaları için kendilerinden söz alınmış olmalarına rağmen, o kitabın hükümlerine muhalefet ederek dini dünyaya âlet ettiklerini, dünyanın geçici menfaatine yöneldiklerini haber vererek onları kıyamete kadar gelecek insanlara numune-i imtisal olarak göstermiştir:

"Arkalarından onların yerine Kitab'a vâris olan bir takım kimseler geldiler." (A'raf: 169)

Okumasını yazmasını öğrendiler, fetvâ ve hüküm verme mevkilerine geçtiler. Şu kadar var ki kendileri o kitaba sahip çıkmadılar, hükümlerine sarılmadılar. Gönüllerinde onun azametini hissetmediler. O kitapta bulunan emir ve yasakları, helâl ve haramları bildikleri halde gereğince amel etmediler. Onu keyiflerine göre, işlerine geldiği gibi kullandılar.

Allah-u Teâlâ'nın hüküm olarak koymuş olduğu dine uymayıp muhalefet etmeye kalkışmak, dünya hırsı adına yapılan fenalıkların ve şirklerin başında gelir.

"Şu aşağılık dünyanın geçici menfaatini alıyorlar." (A'raf: 169)

Gerçeği saptırıyorlar, gayrimeşru yollarla geçici menfaatlerini elde ediyorlar, sonra da bu yaptıkları hareketi tevile yelteniyorlardı.

"Ve: 'Biz nasıl olsa bağışlanacağız.' diyorlardı." (A'râf: 169)

Elde etmiş oldukları bu dünyalık sebebiyle, bu menfaatlerinden dolayı Allah-u Teâlâ'nın kendilerini mesul tutmayacağını iddiâ ediyorlardı.

"Onlara buna benzer bir menfaat daha gelse onu da almaktan tereddüt etmezler." (A'râf: 169)

Almaya devam ederler, mesuliyetten korkmazlar, bu suretle bayağı servetler elde ederek, haris bir halde yaşarlar.

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-ya bu Âyet-i kerime'den sorulduğunda şöyle buyurmuştur:

"Bir takım kimseler ki, dünyaya rağbet ederler. Kur'an'ın ruhsatlarıyla amel etmek isterler ve: 'Allah bizi bağışlar.' derler. Dünyadan her ne ki ellerine geçerse alırlar, haram helâl noktasına lâyık-ı veçhile dikkat etmezler.

Bugün ellerine geçeni aldıkları gibi, onun aynısı yarın gelse tekrar alırlar."

Kur'an-ı kerim'in ahkâmına riâyet etmeyenlerin durumları burada anlaşılmış oluyor.

Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruluyor:

"Allah'a karşı gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dâir Kitap'ta onlardan söz alınmamış mıydı?" (A'râf: 169)

Buna rağmen mâsiyetlerde ve haram yemede ısrar ediyorlar, Allah-u Teâlâ'nın kendilerini bağışlayacağını kuvvetle savunuyorlar.

"Ve onun içindekileri ders olarak okumuşlardı." (A'râf: 169)

Kitap'ta yazılı olan bütün bilgileri çok iyi bildikleri halde dünya menfaati için Allah-u Teâlâ'nın hükmüne aykırı davranıyorlardı.

Bunların gök kubbe altında en şerli kişiler oluşunun sebeplerinden birisi de budur. Din-i mübin'e en büyük zarar bunlardan gelmektedir.

"Allah'tan korkanlar için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Hâlâ düşünmüyor musunuz?" (A'raf: 169)

Onlar akıllarını kullanıp düşünselerdi, fâni olanı bâki olana tercih etmezler, azaba götürücü âdi şeyler karşısında ebedî saâdetlerini fedâ etmezlerdi. Bu geçici hayatın zevklerini ancak Allah'tan korkmayanlar tercih ederler.

"Kitab'a sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz ıslah edenlerin mükâfatlarını zâyi etmeyiz." (A'raf: 170)

Onlar kitaba sımsıkı sarılırlar, mucibiyle amel ederler. Onların mükâfatını vermek Allah-u Teâlâ'nın üzerinedir.

 

Gök Kubbe Altındaki En Şerli Kişiler:

İnsanların en şerlisi de kötü âlimlerdir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimizden rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde âhir zamanda gök kubbe altında en şerli insanların kötü âlimler olacağını haber vermiştir:

"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm'ın yalnız ismi, Kur'an'ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.

Onların âlimleri gök kubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir." (Beyhakî)

Burada görülüyor ki bunlar gök kubbe altındaki en şerli ve en tehlikeli insanlardır.

İmanları surette kalan, ilimleri zandan ibaret olan saptırıcı, Din-i mübin'i yıkıcı, halkı şaşırtıcı âlimler, gök kubbe altındaki en şerli ve en tehlikeli insanlardır. Bunlar hem kendileri dinden çıkarlar, hem de başkalarını dinden çıkarmaya çalışırlar.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez.

Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını tamamen bilmektedir." (Yunus: 36)

Bunlar nefis putunu ilâh edinmişler, şeytanın yoluna girmişler, hem kendileri sapmışlar, hem de başkalarını sapıtmışlardır.

Görünüşte iman etmiş gibi görünürler;

"Onların çoğu Allah'a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar." (Yusuf: 106)

Âyet-i kerimesinde beyan buyurulduğu üzere müşrik olarak yaşarlar. müslüman gibi göründükleri için bunların tahribatı dış düşmandan daha büyüktür.

Allah-u Teâlâ'nın hükmünü kaldırmaya çalışıp kendi arzusunu hüküm yerine koymaya çalışmak bir şirktir, bunu yapan müşriktir. Bu bir ulûhiyet dâvâsıdır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Resul'üm gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkan: 43)

O'nun hükmü böyledir. Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara tâbi olan kimse, bunları ilâh olarak kabul etmiştir.

"İşte böyle... Çünkü onlar Allah'ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır.

Bunun için Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır." (Muhammed: 9)

Çünkü yapılan iş ve icraatların kabulü için iman şarttır. Şirk ve küfür ise bütün iyilikleri heder eder.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bugünkü mescidleri olduğu gibi görmüşler. Kubbeli kubbeli camiler, yeşil yeşil halılar ne kadar güzel, ne kadar imarlı, fakat içinde adam yok.

Bir Hadis-i şerif'lerinde de buyurur ki:

"İnsanlar mescidlerle birbirine karşı övünmedikçe kıyamet kopmaz." (Nesâi)

"Ben daha güzel cami yaptım, filân şehir şöyle cami yaptı!.." diyerek, Allah için değil de nam ve şöhret için yapacaklar. Bununla iftihar edecekler.

Tahareti bilmez, istibraya dikkat etmez, daha camiye girmeden abdesti bozulmuştur, abdestsiz namaz kılar.

Kimisi hanımının mehrini vermemiştir, öldükten sonra verileceğini zanneder, kendi âilesi ile zina yapar. Ya fâizcidir, ya bölücüdür. Mescidlerin içi adam dolu, fakat hidayetten mahrum.

Ulemânın durumu ise meydanda. Bunların yaptığı tahribatı hiçbir papaz ve hiçbir kâfir yapamaz. Çünkü onların cephesi var, tedbirini alırsın. Fakat bunlar İslâm gibi göründükleri için, çok büyük tahribat yaparlar. Dinleyenler sözüne inanır, müslümansa İslâm'dan çıkar, kâfir ise zaten küfründe devam eder.

Halk çoğunlukla nefse uydukları, İslâm'ı yaşamak, emr-i ilâhî'yi tatbik etmek nefislerine zor geldiği için açık kapı aramaktadırlar. Onlar da halkın içindeki bu arzuları bildiklerinden dolayı halkın hoşuna giden fetvâları vererek ifsad ediyorlar, beşeriyeti peşlerinden sürüklemek istiyorlar. Şu kadar var ki kendilerine modern müslüman adını verenler bunların peşindedirler.

Zaten Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âhir zaman ulemâsının gök kubbe altındakilerin en şerlileri olacağını çok zaman evvel bildirmişti. Bu gibilere hiç hayret etmeyin. Bu gibi sapmışlar, sadece bugün değil, bundan evvel de vardı, bundan sonra da çıkacak. O zaman türediği gibi, bundan sonra da türeyecektir.

Bu fitneler gök kubbe altındaki en şerli insanlar olan bu zâhirî ulemâdan çıktı. Münâfık âmirlerden de çıktı. Kâfirlerin icraatları ise zaten aleni idi. Ve fakat Allah-u Teâlâ bu fitneyi çıkaranların karşısına, çıkardıkları fitneleri çıkaracaktır. Zira Resulullah Aleyhisselâm'ın bu fitnelerin yine onları bulacağına dair işaretleri bulunuyor.

Hakiki müctehidler ictihadlarını yürütüyorlardı. Bunlar ise ifsatlarını yürütüyorlar.

Onun içindir ki gök kubbe altında en şerli insanlardır.

Gerek fetvacılar, gerek din kurucular ve gerekse âhir zaman uleması, bunların hepsi bu kapsamın içindedir. Şu kadar var ki bu yaptıkları yanlarına kalmayacak. Bu fitneyi fesadı çıkardılar ve fakat yine onlara dönecek ve bunun zararını onlar çekecekler.

 

Âhirzaman Ulemâsı Gök Kubbe Altında Niçin En Şerli İnsanlardır?

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurur:

"Sizden cehennem ateşine en ziyade cesur olan kimse sağlam bilgisi olmaksızın dini meselelerde fetvâ vermeye cesaret gösterendir." (Darimi, Sünen)

Onlardan fetvâ için gelenlere aklına cazip olan şeyleri söyler. Gerçekten, hakikatten mahrumdur. Hazret-i Allah'ın ahkâmını inkâr eder, kendi zannını ahkâm yerine koyar ve halka fetvâ verir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Allah kimi dalâlette bırakırsa ona hidayet edecek yoktur." buyuruyor. (Zümer: 36)

İşte bunların durumu budur.

Allah-u Teâlâ onlarda hayır görseydi onları dalâlette bırakmazdı.

Gök kubbe altındaki en kötü insanlar olmaları nedendir? Hiçbir din düşmanı bunların İslâm dinine yaptığı tahribatı yapamaz.

Zira bunlar âlim gibi göründüğünden halk bunlara inanır, aldanır ve dinden çıkar ve fakat din düşmanına dikkat edilir, çünkü onların cephesi var amma bunların cephesi yoktur. Tahribat çok büyüktür.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'de şöyle buyuruyor:

"Asra yemin olsun ki! İnsan gerçekten hüsran içindedir. Ancak iman edip sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnâ." (Asr: 1-3)

İşte bunların durumları budur.

Allah-u Teâlâ ümmet-i Muhammed'i bunların şerrinden korusun.

Bir hıristiyan, dininin icabını yapar, bir kâfir küfrünün icabını yapar.

Gerçek müslüman küfrü sevmediği gibi, küfürde olan da hiçbir zaman iman edeni sevmez, bu tabiidir. Ve fakat bunların tahribatı sınırlıdır, çünkü hedefleri vardır.

İçtekinin tahribatı ise çok büyüktür. Aslında küfrünü icra ediyor, fakat gizliyor. Başka isim taktığı için, bu başka isim sebebiyle saf müslümanlar onu hakikaten müslüman zanneder ve bazı faaliyetlerini görerek yardımda da bulunur. Ancak bütün yapılan bu yardımlar, İslâm dininin yıkılmasına vesile olur.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde;

"Fâsıka ikram eden kimse İslâmiyet'in yıkılmasına yardım etmiş olur." buyuruyorlar. (Münâvi)

Ve o da o kuvvetle rahat rahat İslâm dinini içten yıkmaya çalışır, çünkü etrafı da vardır.

Bunların yapacağı tahribatı hiçbir papaz, hiçbir kâfir yapamayacağından ötürü gök kubbe altında en şerli insanlardır.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"İnsan sınıflarından herbirini biz o gün imamlarıyla beraber çağıracağız." buyuruyor. (İsrâ: 71)

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Onlar ve azgınlar tepetakla oraya atılırlar. İblis'in bütün askerleri de." (Şuarâ: 94-95)

Müslüman kimliği altında, İslâm adına, küffarın yapamayacağını yapabiliyor.

Papaz, papazım diye yapacak. O ise müslümanım diye yapacak. Onun peşinden giden ve onun arzusuna uyan herkes, papazın vereceği zarar kadar dini ve memleketi tahrip etmeye çalışacaklar.

"Allah 'Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları ile beraber ateşe girin!' der. Her Ümmet (topluluk) girdikçe kardeşine (kendini saptıran yoldaşına) lânet eder. Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için 'Ey Rabb'imiz! Bizi saptıranlar işte bunlardır. Bunlara ateşten bir kat daha fazla azab ver!' derler. Zaten hepsinin azabı kat kattır, fakat siz bilmezsiniz!" (A'raf: 38)

Eskiden para topluyorlardı, şimdi işi ticarete döktüler.

 

İlmin Ortadan Kalkıp Cehâletin Yerleşmesi:

Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"İlmin kalkması, bilgisizliğin yerleşmesi, çeşitli içkilerin içilmesi, zinanın aleni yapılması elbet kıyamet alâmetlerindendir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 71)

Zaten ilmin kalkmasından sonra bütün bu haller türedi ve zuhur etti. Bütün bunlar küçük alâmetlerdir.

Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"İlmin azalması, bilgisizliğin çoğalması, fuhşun alana çıkması, kadınların çoğalması, elli kadına bir erkek düşecek kadar erkeklerin azalması kıyamet alâmetlerindendir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 72)

Yetişen âlimler sırf dünyalık elde etmek için yetişti, hakiki âlim yetişmedi.

Zamanımızda Allah için tahsil yapan yok, memuriyet alayım ve geçineyim tahsili var.

İlmin olmayışı ve kötü âlimlerin sebebiyle insanları irşad ve ikaz eden olmayacak. Dolayısı ile fuhuş da alenen olacak.

Bundan ötürü bu haller husule gelecek.

Hadis-i şerif'te:

"İlim dinden başka gaye için tahsil edildiği." buyuruluyor.

İlim Allah için değil, memuriyet için, geçim için tahsil edilecek. Görünüşte ilim tahsil ediyor denilecek, fakat menfaat, nam ve şöhret için tahsil edilecek, onların Allah-u Teâlâ ile ilgileri olmayacak.

Öyle harpler olacak ki, bu harplerde çok erkek zâyi olacak. Sayı itibarı ile elli kadın bir erkeğin himayesine girecek. Önümüzdeki harpler Allah-u âlem bunu gösteriyor.

Üçüncü dünya harbi bir âfâttır. Çinlilerin istilası ise bir helâkiyettir.

Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivâyet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Allah-u Teâlâ ilmi size ihsan buyurduktan sonra (hafızanızdan) zorla çekip almaz. Lâkin âlimleri, ilimleri ile beraber cemiyet içinden alır, ruhlarını kabzeder. Artık kara câhil bir zümre kalır. Halk bunlardan dini ihtiyaçlarını sorarlar, onlar da (Âyet, Hadis gözetmeden) kendi düşünce ve arzularına göre fetva verip, hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar." (Buhârî Tecrîd-i sarîh: 2174)

Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Bid'at sahibi, mânen küçük kişilerin yanında ilim aramak, kıyamet alâmetlerindendir." (Câmiu's-sağîr: 2475)

Halk mânen boş olduğu için boş lâfları satın almaktadırlar.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Dünyaya karşı zühd dilde kalmadıkça, takvâ da yapmacık hâline gelmedikçe kıyamet kopmaz." (Câmiu's-sağîr: 9856)

Nice müttaki görünen kimseler vardır ki, uzaktan baktığın zaman onu müslümanların en ön safında görürsünüz, fakat takvâ içine nüfuz etmemiştir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Dini ilimleri muhtaç olandan saklayan âlimlere denizdeki balıklara ve semâdaki kuşlara varıncaya kadar her şey lânet okur." (Câmius-sağir)

"Kendisinden sorulan bir meseleyi ehlinden gizleyip cevâbını vermeyen âlimin ağzına cehennem ateşinden bir gem vurulur." (Tirmizî)

"Sizden cehennem ateşine en ziyâde cesûr olan kimse sağlam bilgisi olmaksızın dîni meselelerde fetvâ vermeye cesâret gösterendir." (Camius-sağir)

"İlmi olmayan kadı ile, ilmi olduğu halde ilmiyle amel etmeyen kadı, ikisi de cehennemde, ilmiyle beraber haktan ayrılmayan kadı dahî cennettedir." (Ebu Dâvud)

"Dînî meselelerde yeterli ilmi bulunmadığı halde bir meselede kendiliğinden fetvâ veren kimseye göklerde ve yerlerde mevcûd olan melâike lânet eder." (Câmius-sağir)

"İlmi olmadan şer'i meselelere fetvâ veren kimseye melâike lânet okur." (Münâvî)

Allah katında en makbul ilim, amel edilen ilimdir. Amelsiz ilim vebalden ibarettir. Yalnız öğrenmekle iktifa edenler âlim değil, ilmin kabıdırlar.

Hadis-i şerif:

"Allah-u Teâlâ'dan faydalı ilim isteyiniz. Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınınız." (İbn-i Mâce)

Onlar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in izinden çıktıkları için bu hâle düşmüşlerdir. Dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Makamını işgâl etmek isterler amma, asla ona benzemek istemezler. Sünnet-i seniyye'ye uymazlar. Nefislerine tâbi oldukları için emr-i ilâhiye'ye mugayir söz ve davranışta bulunurlar.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Bilgisiz ibadet ehli kimseler var ki, şeytana maskaradır. Ve nice fâsık âlim var ki, ilmiyle azaba uğrayacaktır. Bunlardan hazer ediniz." (Münâvî)

Madde ve menfaat uğruna dinden çıktıkları gibi, başkalarını da çıkarmaya çalışırlar. Dünyayı ahirete tercih ederler. Tahripçidirler. Dinde yenilik isterler. Asıl gayeleri ise bozmak, bid'at ve küfrü yaymaktır. Simalarına baksan çok şey görürsün.

Kendilerine sorsan âlimim diye geçinirler, "Âlimim" demekten kendilerini alamazlar. Halbuki Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Kim ki ben âlimim derse bilsin ki o cahildir." buyuruyorlar. (Münâvî)

Hakikatte cahil olduklarını bilmezler.

İşte bunun içindir ki fenâfirrasûle çıkmak gerekiyor. Zira ancak nefsini bilen Rabb'ini bilir. Bu gibi kimseler nefislerini tanımak istemezler ki, onunla mücâdelede bulunsunlar. Mücâdele etselerdi zâten bu hâle düşmezlerdi. Çünkü nefis zâlimdir, zâlime tâbi olan da zâlimdir ve hâliyle zulüm etmek ister.

Âyet-i kerime:

"Rabb'imin merhameti olmadıkça nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emreder." (Yusuf: 53)

Hadis-i şerif'lerinde de Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:

"Kıyamet günü bir kimse getirilip cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o hâlinde değirmen döndüren merkep gibi döner. Cehennem halkı onun yanına toplanırlar da 'Ey filân! Bu ne hâl? Sen bize iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya çalışmaz mıydın?' O da 'İyiliği emrederdim de kendim yapmazdım. Kötülükten vazgeçirmeye çalışırdım da onu kendim yapardım.' cevabını verir." (Buhâri. Tecrîd-i sarîh: 1351)

İnsanın herkesten evvel kendi noksanlarını arayıp bulması ve onları düzeltmeye çalışması gibi irfan olamaz.

Zira Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz." buyuruyorlar. (Tirmizî)

Şimdiye kadar gelip geçen bütün hakikat ehlî, kendi kusur ve noksanlıklarını araştırmaktan bir an bile gafil bulunmadıkları gibi, nefislerini itham etmekten de geri kalmamışlardır. Hem kendileri saadete ermişler, hem de tabi olanları ebedî saadete eriştirmişlerdir.

Bilindiği gibi hakikat daima zâhir ise de dünya muhabbeti ve aşırı meşguliyetler sebebi ile kalp üzerine vâki olan perde insanı hakikatten uzaklaştırıyor, müşahededen ayırıyor.

Yoksa;

Mâni, men edici,

Mu'ti, verici,

Nâfi', faydalı şeyler yaratan,

Dârr, elem verici şeyler yaratan,

Muhyî, diriltici,

Mümit, hayata son verici,

Settâr-ul uyûb, ayıpları örtücü,

Ğaffâr-üz zünûb, günahları bağışlayıcı yalnız Cenâb-ı Hakk olduğu halde, başka bir şeye sevgi beslemek ve kalbi ona bağlamak câiz olamaz.

Kur'an-ı kerim'inde:

"Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamıştır." buyuruyor. (Ahzâb: 4)

Ki; birini muhabbet-i Mevlâ'ya, diğerini muhabbet-i mâsivâya hasretsin. Bir kalpte iki sevgi yaşamaz.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretlerimiz bir mektuplarında kötü âlimler hakkında şu sözleri söylemektedir:

"Ulemânın dünyâ sevgisi ve ona düşkün olmaları, güzel yüzlerinde siyah bir leke gibidir. Bu gibi âlimlerden her ne kadar insanlara fayda olsa da, kendilerine olmaz. Her ne kadar dinin takviyesi, şeriatın teyidi bunlara bağlı ise de, bazı hallerde fücur ve fütur ehlinin de bu işi yaptığı vâkidir.

Nitekim Seyyid'ül-Enbiyâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

"Allah-u Teâlâ bu dini fâcir kimselerle de kuvvetlendirir."(Buhârî)

Bunlar çakmak taşı gibidir. İnsanlar bu taşdaki ateşten istifade eder. Taşın ise hiçbir istifâdesi olmaz. Bunların da ilimlerinden kendilerine fayda olmaz. Hatta bu ilimleri kendilerine zararlı bile olur. Çünkü kıyamet gününde, günah olduğunu bilseydik yapmazdık diyemezler.

Hadis-i şerif'te buyuruluyor ki:

"Kıyâmet gününde en şiddetli azab görecek kimse, ilminden istifâde edilmeyen âlimdir."(C. Sağir)

Bu ilim o kimseye nasıl zararlı olmasın ki? Allah-u Teâlâ ilmi aziz kılmıştır, mevcutların en şereflisidir. O âlim ise Allah-u Teâlâ'nın değer verdiği bir şeyi mal, mevki ve şöhret gibi şeyleri elde etmeye âlet ediyor. Halbuki dünyaya düşkün olmak Allah-u Teâlâ'nın sevmediği bir şeydir. Durum böyle olunca, O'nun aziz kıldığı bir şeyi zelil etmek, zelil olan bir şeyi de aziz etmeye çalışmak ne büyük bir kabahattır. Hatta Hazret-i Allah'a karşı muâraza demektir.

Tedris ve fetvâ işleri makam-mevki, mal ve şöhret için olmadığı, ancak Allah rızası için olduğu zaman faydalı olur. Bunun da âlâmeti, dünyaya karşı zâhid gönüllü olmak, ârâyiş-i kâzibesine kapılmamaktır.

Anlatılan belâya mübtelâ olmuş, dünya muhabbetine esir düşmüş olan âlimler kötü âlimler olup, insanların da en şerlileri ve din hırsızlarıdırlar. Bu hâlleri ile kendilerini halkın en faziletlileri sanırlar.

Şu Âyet-i kerime onların durumunu anlatır:

"Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.

Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah'ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdırlar. İyi bilin ki, asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır." (Mücâdele: 18-19)

Büyüklerden bir zât şeytanın boş oturduğunu görüp sebebini sordu. O da şöyle dedi: "Bu zamanın kötü âlimleri benim ağır işlerimi görüyorlar, beni böyle eli boş bıraktılar."

Şu bir hakikattır ki, zamanımızda şeriat işlerindeki gevşeklikler ve duraklamalar hep kötü âlimlerin uğursuzluğundan ve kötü niyetlerinden dolayı husule gelmiştir.

Dünyaya gönül kaptırmayan, makam-mevki, şöhret, mal, riyâset sevdasında olmayan din âlimleri, âhiret âlimleridir. Peygamberlerin vârisleridir. Halkın, en iyileri en faziletlileri de bunlardır.

Yine bu zâtlar:

"Kıyamet günü ulemânın mürekkepleri, şehidlerin kanları ile tartılacak ve bunların mürekkepleri ağır gelecektir." ve

"Âlimin uykusu ibâdettir." Hadis-i şerif'leri ile methedilmişlerdir.

Âhiretin güzelliğini anlayan, dünyanın çirkinliğini gören onlardır. Bunun için âhirete bekâ nazarı ile bakmışlardır. Fâni dünyaya hiç iltifat etmemişlerdir.

Ahiretin azametini müşâhede etmek, Hakk Celle ve Alâ'yı müşâhedenin bir semeresidir. Ahiretin büyüklüğünü anlayan da dünyaya hiç kıymet vermez. Çünkü dünya ile âhiret birbirinin zıddıdır. Birini râzı edersen, öteki gücenir. Dünya aziz ise âhiret zelildir, dünya hakir ise âhiret azîzdir. Her ikisini birden azîz tutmak olamaz. İki zıd şey bir araya getirilemez.

Nefislerinin esaretinden tamamen kurtulan meşâyihten bazıları, Hakk'a dayalı bir niyetle dünya ehli suretinde görünmüşlerdir. Bu zatları zâhirde dünyaya karşı istekli görürsünüz. Aslında onların dünya ile kalbî bir ilgileri yoktur.

Şu Âyet-i kerime onları anlatır:

"Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticâret ne de bir alış-veriş zikrullahtan alıkoyamaz."(Nur: 37)

Dünyaya bağlı görünürler, halbuki kalben bağlılıkları yoktur.

Hâce Bahâeddin Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretleri buyuruyor ki "Mina" pazarında genç bir tâcir gördüm. Elli bin dinara bir ticaret yaptı. O esnâda kalbi Allah-u Teâlâ'dan bir an bile gafil değildi." (33. Mektup)


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR