Dinde ittifak ve birleşmeye gelince; insanları indirilen hükümlerin içine girmeye dâvet etmeleri ve onu tazeleyip yenilemeleri, onları temyiz edip ayırt etmeleridir.
İşte ümmetin işi ancak, bizim sahâbe ve tâbiinin ismiyle isimlendirdiğimiz bir kimse üzerinden bu şekilde devredip sürebilir.
Nitekim bunun tevîli şu sözde gelmiştir:
"Dünyanın yıkımı vaktinde şu râfîzîler, dinden dönenler, fitneye düşenler ve çiğneyenler topluluğundan işte bunların yönelişi sayesinde korunulmuş olur."
Onlar (Râfızîler ve fitneye düşenler) ise, yöneldikleri şeyin O'nun ıtreti olduğunu öne sürüp, farzları yerine getirme hususunda onlara itaat kılarlar. Onlar ise şüphe, mâsiyetler ve fesad içinde onların boyundurukları altına girerler. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den sonra bir oğulu tâkiben başka bir oğula itaat kılmaları gerektiğini; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in "Ahmed: Övgüye lâyık" isimlendirmesinin işaretlerinin bu hususta kendisinde mevcut bulunduğu bir kimseden bir başkasına miras gibi kalacağını farz ederler. O'nun ricâlle ilgili haberlerini kendi hevâlarına uydururlar.
Onlardan herhangi biri onu mevcut göstermek için, bu sözü ikâme ederek ihdâs etse, istikâmetsizlik ehlinin sözleriyle konuşmuş olur. Çünkü kişinin gitmesi gereken yön sadece sahih olan ve diyanete uygun bulunandır. Çünkü Hakk onu ve Sünnet'in gösterdiği yönde yürümeyi "itaat" kılmıştır; bu ise (râfızîlerin yaptıkları) hevese uymak ve yoldan sapmaktır.
Onlar bu hususta Allah Azze ve Celle'nin şu buyruğunu delil gösterirler:
"Ey iman edenler!
Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin." (Nisâ: 59)
Onlar; "Ulü'l-emr, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den sonra Ali -radiyallahu anh-, ondan sonra oğlu Hüseyin, ondan sonra Hüseyin'in oğlu Ali, ondan sonra Ali'nin oğlu Muhammed'dir, ondan sonra Muhammed'in oğlu Cafer'dir." diyerek, onlara Kitab'ın emriyle itaat ettiklerini farz ederler.
İşte bunlar sahâbe ve tâbiinden olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in bütün ümmeti ve tüm müslüman âlimlerin kendilerine itaat etmelerine meftûn olarak işi çevirirler.
Tâbiînden öne geçip onlara galip gelerek onlara öğreten, ulemânın en temizi bu Hüseyin'in oğlu Ali'dir ve Ali'nin oğlu Hüseyin'in de -radiyallahu anhümâ- onlardan olduğu söylenir. O'nun oğlu Ali ise küçücük bir gençtir, kendisine itaat ne zaman farz olmuştur?
Hâlbuki ümmetin icmaına göre [itaat], Ebu Bekir -radiyallahu anh- ve onu tâkip eden halifelerinedir. Ali -radiyallahu anh- nerede idi, neden buna göre kendilerinden olanlara tâbi ettirmedi? Şu hâlde onların bu okuyuşları zülme ve Hakk'ı bırakmaya yönelik bir fiil değil midir?
Aynı şekilde, nasıl oldu da Muâviye kendi zamanında buna destek vermedi; bu durumda Ebu Bekir ve Ömer -radiyallahu anh- ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in bütün ashâbı -hâşâ- onu (Allah'ın emrini) terk mi etti?!..
İşte bunlar ilâhi Kelâm'dan yüz çevirip, kendi kelâmlarını düzgünlerin kelâmı gibi göstererek fitneye düşenlerin hezeyandan hiçbir farkı olmayan sözleridir.