Allah-u Teala Ayet-i kerime'sinde buyuruyor ki:
"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları bir derece daha fazladır." (Bakara: 228)
Evlenme gayesinde erkekler, kadınlara ortak olmakla birlikte, erkeklerin kadınlar üzerinde üstünlüğü vardır. Âilenin yükünü erkekler çekerler. Onları ve ellerindekini gözetir, muhafaza ederler.
Bu üstünlük sorumluluk üstünlüğüdür, yoksa şereflendirme üstünlüğü değildir. Çünkü gerçek üstünlük takvâdadır.
Birçok erkekler kadınları yüzünden ermiştir. Birçok kadınlar da erkeklerin huysuzluğu yüzünden ermişlerdir. Yani bedavaya vermiyorlar.
Tatlı tatlı idare etmek lâzım. Sertliğimiz kadın ve çocuk üzerine olmamalıdır. Çünkü onlar zayıftır.
Zulmetme! Hazret-i Allah, zâlimleri sevmez.
Zâlimin zulmü varsa, mazlumun Allah'ı var. Allah'ın gücü her gücün üzerindedir. İşte insan bunu kavrayamıyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:
"Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Çünkü siz onları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Onların ırzlarını Allah'ın kelimesi (nikâh akdi) ile kendinize helâl kıldınız." (İbn-i Mâce: 3074)
Emanete hıyanet etmek münafıklık alâmetidir.
Nitekim İyâs bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz haksız yere eşini dövenler için şöyle buyurmuşlardır:
"Karılarını döven kimseleri hayırlılarınız olarak bilmeyiniz." (İbn-i Mâce: 1985)
Binaenaleyh iki günlük hayat, tatlı geçerse güzel olur. Bu tatlı hayat da huzur ile mümkün olur. Bu arada birçok şeyleri görmemek lâzımdır. Ahkâma muğayir olmayan hudut dahilindeki hususlarda idare etmek lâzımdır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; "Kızım Fâtıma! Sen Ali'ye câriye ol ki, o da sana köle olsun." buyurmaları, aile hayatında huzur ve huşu içinde bir geçim için ölçü olması bakımından ne kadar arza şâyândır.
Bu noktada bir hususu arz edelim:
Halife Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz çok celâlli bir zât-ı âliydi, şeytan bile korkardı.
Hanımından sıkılmış ve bunalmış olan bir zât bir gün Halife'ye giderek hanımını şikâyet etmek ister, fakat daha Halife'nin yanına girmeden Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz'in hanımının kendisiyle çekiştiğini duyar ve "Ben kimi kime şikâyet ediyorum." diyerek geri döner.
Tam dönerken Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz önüne çıkar. "Niye geldiğini" sorar, o da: "Ben hanımımdan bizar kalmış, bunalmış ve onun için şikâyete gelmiştim. Fakat sizin hanımınızın size söylediği sözleri duydum; benim hanım bu kadar ileri gitmiyor, kimi kime şikâyet edeceğim diye dönüyorum." der.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz:
"Benim hanımım evimi muhafaza eder, çorbamı pişirir, çocuklarıma bakar, cehennemde bana perdedir. Bu yaptığı hareket ahkâm dairesindedir. Onun haricinde olsa ben onu yok ederim." buyurarak "Senin hanımın bunları yapıyor mu?" diye sorar.
"Yapıyor!" cevabını alınca;
"Daha ne istiyorsun?" diyerek o zâtı gönderir.
Şu halde çok dikkat etmek lâzım. İnsan huzur ile şerefi ile yesin de kuru ekmek yesin. Onunla da karnı doyar. Amma para ile altın ile doyulmaz.
Özü; kalpte huzur, evde huzur. Bu da Hakk'a tekarrübiyetle olur.
Huzur olması için helâl lokmaya dikkat edin, gece ibadetini artırın. Nefse, şeytana yol vermeyin.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Nezafet imandandır." buyurdular.
Amma her yönde, her alanda...
Evlilik karşılıklı teşekkürle yürür. Bu karşılıklı teşekkür; sevgi ve saygı olunca, o eve fitne girmez. Bu bağlılık ve bu minval üzere devam edildiği müddetçe de gelecek fitneler önlenir.
Söz, dikenden beterdir; söz, kalbi kırar. Kabalık, sertlik, terslik bu yolda yakışmaz.
Niçin? Hakk yolu olduğu için.
"Fakirin gönlü kölelikte. Sahib-i Hakiki'ye köle olabilmek şerefi bizce en büyük olarak kabul ediliyor. Rabb'im kabul ettiklerinin yüzü suyu hürmetine bizi de köleliğe dahil etsin."
•
"Başımıza bütün bu gelenler, Hazret-i Allah'ın emrinden, buyruğundan çıkmamızdan oluyor. Başka bir şey sanmayın. Son derece hızla uçuruma doğru gidiyoruz. Bu gemiyi nerede durduracağını Hazret-i Allah kendisi bilir. Korkunç bir gidişat var."
•
"O gün dersli olmayanlar da vardı. Ekseri "Fenâfillah" ve "Bekâbillah" gibi mevzulardan sordular. İhvan bu gibi mevzulara pek girmez. Çünkü makam, rütbe ile işi olmaz. Oraya "Çıktım!" zannetse varlığa sebep olacak, "Çıkmadım!" dese üzüntü olacak.
Başka makamlara göz dikmemek kişiyi tevâzuya ve fenâya sevketmiş oluyor."
•
"Yol edep yolu olduğu için, zanla değil edeple gideceğiz. Bazı yakınlıklar lâubalîlik husule getirir, bilmeyerek de olsa birçok hatalar yapılır. Resmiyet o hataları hep önler. Onun için uzak durmak hayırlıdır. Zaten hakikat yolundaki yakınlık kalbendir, hareketle değildir. Eğer hayır istiyorsak, istediğimiz gibisini değil, istendiği gibisini tercih etmemiz lâzım. Burada müridan iç durumunu kontrol edemiyor. Zanla hareket etmeye başlıyor. Nefis de fırsat bulup şüpheleniyor. Hakikat yolunda zanla yürünmez. Zannın girdiği yerde şüphe olur, şüphenin girdiği yerden de hakikat çıkar.
Ciddiyetle, hassasiyetle işi takip etmemizin icap ettiğini bize öğretiyorlar. Fakat maalesef bunu nefsimiz öğrenmek istemiyor."
•
"Değerli insan değersiz dünyaya meyleder ve severse, otomatikman değerden düşer. Değersiz olan şeylere değer vermeyen bir insanı da Hazret-i Allah değerlendirir.
Nefsimiz bunu hem anlamıyor, hem de anlamak istemiyor."
•
– İbtilânın iki yüzünü size şöyle arzedelim; bir dostunuz var, elindeki büyük bir paketi durup dururken üzerinize atsa ne yaparsınız?
– Kızarız.
– Fakat içi altın dolu olsa, size vermek için attım dese?
– Bu sefer seviniriz.
– İşte ibtilâ budur Hacı Efendi!
•
Her şeyi bildiğimizi zannediyoruz fakat şu üç ilmi bilmiyoruz:
1. Hiçbir şey bilmediğimizi bilmek.
2. Her şeyin O'nun ve O'ndan olduğunu bilmek.
3. En büyük düşmanın nefis olduğunu bilmek.