Dünya hakimiyetlerini devam ettirmeye çalışan büyük ülkeler ve küresel güçler; insanları sömürme, ellerindeki varlıkları alma, her türlü haklarını gasp ederek bir lokma ekmek ile yaşamaya mahkûm etme üzerine kurulu dünya sömürge sistemini büyük bir hız ve hırs ile devam ettirmeye çalışıyorlar.
Doymak bilmeyen bu hırs ve ihtiras düzeni bir taraftan büyük yokluk ve yoksulluklara sebep olurken, diğer taraftan "Tüketim toplumu" adı altında aynı zamanda büyük bir israfı teşvik ediyor. İhtiyaçtan fazla çeşit çeşit yemek tüketilirken bir o kadarı çöpe gidiyor. Fakat milyarlarca insan karnını doyurmakta zorlanıyor. Moda ve marka tutkusunun esiri yapılan insanlar satın aldıkları çeşit çeşit, renk renk elbiseleri, ayakkabıları eskimeden çöpe atarken birçok insan bir çift ayakkabıya, kışın kendisini soğuktan koruyacak bir paltoya sahip olamıyor.
Dünya insanlarının katlandığı yokluklar ve fakirlikle ilgili olarak kuruluşlar tarafından rapor üstüne rapor yayınlanıyor. Ama bunu dikkate alan, üzerinde duran ve gerekli adımı atan da olmuyor.
Adına 'küreselleşme' denen hırsızlık, sömürge sisteminin insanlığı daha fazla aç bırakacağı, insanlıktan uzaklaştıracağı, ilaçsız, insan haklarından mahrum bırakacağı BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)'nün raporları ile de tescillenmiş bulunuyor. Savaşlar, kuraklıklar, iç çatışmalar, iklim değişiklikleri artarak devam ederken buna bağlı olarak da açlık, sefalet, susuzluk alıp başını gidiyor.
Fakir ülkeler açlığın pençesinde kıvranırken zengin ülkelerde ise israf artış gösteriyor.
Ülkemiz de dahil olmak üzere pek çok ülkede günlük israf edilen, çöpe atılan gıda milyonlarca insanı doyuracak boyutta.
Bir araştırma raporunda şu tespitlere yer veriliyor:
"-Ülkemizde bir yılda çöpe atılan ekmekle, 542 bin ton buğdayı israf ediyoruz. Her gün 101 milyon ekmek üretiliyor ve bunun 95 milyonu tüketilirken, 6 milyonu çöpe gidiyor. Ülkemizde bir yılda çöpe atılan 2,1 milyar adet ekmeğin para ile değeri 1,5 milyar TL. Bu parayla 80 hastane, 500 okul inşa edilebilir. Tüketebileceğiniz kadar ekmek almak, ekmek israfını önlemede en büyük adımdır. Dilimlenmiş ekmekleri tercih ederseniz, tüketmediklerinizi buzdolabında saklayabilir, sonrasında ısıtarak kullanabilirsiniz…"
Yaşanan israf o kadar büyük ki hepimize büyük yükümlülükler düşüyor. Yarın gelecek olan kıtlığı, açlığı, susuzluğu hesaba katarak şimdiden faaliyete geçelim. İktisadi değerlerimizi çöpe atmayalım.
TÜBİTAK Gıda Enstitüsü Başuzmanı Araştırmacı Dr. İbrahim Sani Özdemir'in şu tespitleri yapılabilecek daha birçok şey olduğunu gösteriyor:
"Ülkemizde yıllık yaklaşık 43 milyon ton yaş meyve sebze üretiliyor. Üretilen sebze ve meyvenin büyük bir kısmı iç piyasada tüketiliyor. İki milyon tona karşılık gelen yaklaşık yüzde 5'lik bir kısmı ise Rusya başta olmak üzere Almanya, Ukrayna, Romanya, Bulgaristan gibi değişik ülkelere ihraç ediliyor. Kayba uğrayan ürün miktarı 10 milyon ton civarında. Bu da yıllık yaş meyve ve sebze ihracatımızın beş katına yakın bir değer. Bu önemli sorunun aşılması için nakliye, depolama, sıcaklık-soğukluk, havalandırma ile yükleme-boşaltma konularında gerekli tedbirlerin alınması gerekir. Bu zor şartlarda üretilen milyonlarca ton ürünün çöpe gitmesi ekonomiye büyük zararlar veriyor."
Dünyadaki israfın boyutları daha büyük:
"Dünyada her yıl 1,3 milyar ton yiyecek israf ediliyor. İsraf edilen yemekler yaklaşık olarak 1 trilyon dolarlık bir zarara karşılık geliyor. Sadece Avrupa'da yapılan israf, 200 milyon aç insanı doyuracak boyuttadır. Avrupalı ya da Kuzey Amerikalı tüketici, Afrikalı bir tüketiciden 15 kat daha fazla yemek israf ediyor. İsraf edilen gıdanın sadece 4'te 1'i, dünyada açlık çeken 795 milyon insanı doyurmaya yetiyor. Türkiye'de günde 6 milyon ekmek israf ediliyor. Otellerde her şey dâhil yemeklerin 3'te 2'si çöpe gidiyor. Bu israfın dörtte biri önlense açlık ortadan kaldırılmış olur. Türkiye'de israf edilen gıda maddelerinin bir yıllık ekonomik boyutu milyarlarca TL'yi buluyor. Ülkemizde yapılan gıda israfı ile nüfusu 25 milyon olan açlık sınırındaki bir ülkenin insanları doyurulabilir."
Batılı ülkelerde de zengin daha zengin olurken, fakir halkın durumu gittikçe kötüleşiyor. Amerika'da 47 milyon Amerikalı devletin verdiği gıda karneleriyle karnını doyurabiliyor. Zenginlik ve refah içinde yüzen Avrupalılar da artık açlık tehlikesini ensesinde hissediyorlar. AB'nde geçen yıl nüfusun 117,5 milyonu yoksulluk ve sosyal dışlanma riskiyle karşı karşıya kalmış. Bulgaristan, Yunanistan, Romanya bunların başında geliyor. Çekya, Finlandiya, Danimarka sırayı takip ediyorlar. AB nüfusunun yüzde 7,5'i faturalarını ödeme, evlerini ısıtma gibi temel ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan yoksun bulunuyorlar.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik hızla artarken buna bağlı olarak, işsizlik, açlık ve sefalet aynı oranda artmakta. Zenginler daha da zenginleşmekte, sefih hayatlarını yeni gettolar, sırçadan saraylar inşa ederek, şehirleri kuşatarak, ülkelerin zenginliklerini soyarak artırmaktadırlar.
Dolar milyarderleri dünyada artıyor. Birincilik ABD'nde, ikinci sırada Çin, Almanya, Hindistan birbirlerini takip etmektedirler. Küresel kukla devletlerindeki baronlar hızla zenginliklerini katlayarak artırırken, yeni zenginler türerken, açlık da o denli artıyor. Küresel baronlar sömürüyor, insanlık o denli yoklukla, açlıkla karşılaşıyor, fakirleşiyor.
Pek çok ülke, özellikle Asya ve Afrika ölüm-kalım mücadelesi verirken Batı dünyası bu bölgelerin kanını emmeyi, sömürmeyi sürdürmektedir.
Böyle giderse çatışmalar, kargaşalar, savaşlar artarak devam edecek ve yeni bir büyük paylaşım savaşı insanlığın sona yaklaşmasını hızlandıracaktır.
Soygun sistemi ve düzeni bütün hile ve tuzakları ile insanlığı soymayı sürdürüyor. Bu durum tersine çevrilebilir mi? Böylesine acımasız ve katliamcı bir dünya sistemi ile mümkün değildir. Eldeki teknolojik imkânlar zenginleri daha zengin kılacak şekilde dizayn edilmektedir.
"Küreselleşme yoksulların canına okuyor!
Gerçekten de küreselleşmeye toplumsal adaletsizlik açısından bakıldığında istatistikler ürkütücü. Bunun için Birleşmiş Milletler'in "İnsani kalkınma raporu"na ve Dünya Bankası'nın raporlarına şöyle bir göz atmak bile yeterli.Dünya nüfusunun en yoksul beşte birinin küresel gelirdeki payı giderek sıfıra doğru düşüyor. Birkaç yüz küresel milyarderin toplam servetinin dünya nüfusunun yarısının toplam gelirlerine eşit hale geldiği bu dünyadaki manzarayı yeni bir "yol kesip soyma" yöntemi olarak nitelemek mümkün. Dünyanın mevcut tablosu, sanıldığı gibi küresel bir köyden (village) ziyade küresel bir yağmaya (pillage) benziyor. ...
Yerel kültürleri giderek yok olan ve artan eşitsizlikleri her gün daha çok yaşamlarında hisseden Güney'in yoksul insanları hem küreselleşme ile karşılarına çıkan yeni dünyaya özeniyor, öykünüyorlar hem de küreselleşmeyi "Batılılaştırma" ve "Amerikanlaştırma" olarak algılıyor, kendi gelecekleriyle ilgili yoğun bir kaygı ve şüphe duyuyorlar. ... toplumsal adaletsizlik bakımından küreselleşme, bizzat Kuzey'in yoksul kesimlerinde de tepkiye neden oluyor. Yalnızca gelir dağılımdaki uçurumlar değil, toplumun McDonaldslaştırılması ve tüketim merkezli oluşu ve küreselleşmenin temel teknolojisi olan enformasyon teknolojilerine yönelik olarak da ciddi eleştiriler yapılıyor. Şehirlerin merkezlerinde yoksullar sefalete terk edilirken, elitler şehrin çevresinde kendilerine müstahkem mevkiler kuruyorlar. Duvarların arkasındakilerle önündekiler arasındaki gerilim giderek artıyor; bu durumun önüne geçilemez ve düşmanlığa dönüşürse, sistemin çöküşü kaçınılmaz olur. ... yoksul Güney'de tüm nüfus, zengin Kuzey'de ise sadece yaşlı nüfus artıyor. Fazladan olarak bir de güç mücadeleleri yoksul (genellikle Müslüman) coğrafyalarda sürdürülünce, savaşların, çatışmaların yıkımından kaçanlar, son bir gayretle, kendilerine hep "dünya cenneti" olarak sunulan Batı'ya doğru yöneliyorlar ve çok acıklı tablolar ortaya çıkıyor. …" (Prof. Dr. Erol Göka, 21.09.2017)
İsraf önlenebilse, zengin-fakir arasında adalet sağlanabilse açlık büyük oranda azaltılacak ve insanlık insan olma onuruna kavuşabilecektir.
Bu lüks ve israf düzeni İslâm'ın kesinlikle tasvip etmediği bir şeydir. Müslümanlar olarak bir taraftan fakirlere yardım yaparken aynı zamanda bu lüks ve israf üzerine kurulu kapitalist düzene kendimizi kaptırmamamız gerekiyor.
Biz Türk Milleti olarak israfı önleyebilirsek, tarım alanlarını heba olmaktan kurtarabilirsek, milli bir gıda ve tarım politikası uygulayabilirsek gelecekteki tahribatı daha kolay atlatabiliriz. Bundan sonraki savaşların tam anlamıyla bir yok oluş, yıkım, ölüm, harabiyat getireceğini hiç mi hiç unutmayalım.