Türkiye'yi hedef alan düşman saldırılarının önemli bir ayağı -belki en önemlisi- algı operasyonları, psikolojik harp taktikleridir.
Dikkat ederseniz Amerika bir ülkeyi hedef alacağı zaman siyasi, ekonomik, askerî saldırılarla beraber aynı zamanda o ülkeyi yönetilemez, despot vs. bir ülke olarak göstermeye çalışıyor. Hatta İran gibi bazı ülkeleri "Şer ekseni", "Terör devleti" gibi yaftalarla tanımlıyor.
Son yıllardaki safahata baktığımızda Türkiye'ye karşı da benzer bir saldırı yapıldığı bariz bir şekilde görülüyor. Düşman Türkiye'ye baskı uygulamaya, sindirmeye, içeriden de karıştırmaya çalışıyor. Aynı zamanda büyük bir algı operasyonu yürütüyor. Venezuella örneğinde olduğu gibi Türkiye'yi de despot, hak-hukuk olmayan, halkına baskı uygulayan, yönetilemeyen bir ülke olarak göstermeye çalışıyor.
Bu operasyonlar hem içeride hem dış kamuoyunda bir karşılık buluyor ve Türkiye'ye zarar veriyor.
Bu yüzden düşmanın algı operasyonlarına karşılık vermede daha becerikli olmamız lâzım.
Bu algı operasyonu en az ekonomik, siyasi, askerî operasyon ve baskılar kadar tehlikeli bir durumdur. Ama maalesef Türkiye askerî, siyasî manevralardaki başarısını algı operasyonlarında gösteremiyor. En basitinden FETÖ, PKK gibi terör örgütlerine karşı algı Türkiye içinde dahi bazı kesimler nezdinde bu örgütler lehine işleyebiliyor.
Hatırlarsanız 2014 yılında FETÖ'nün büyük ihaneti ile Türkiye teröre destek veren bir ülke gibi gösterilmek istendi. 2014 Ocak ayında FETÖ'cü savcı-jandarma-medya organizasyonunda Adana ve Hatay'da durdurulan MİT tırları ve tırlardaki silahlar hemen dünya medyasına servis edildi ve Türkiye DAEŞ'e yardım gönderen ülke gibi gösterilmeye çalışıldı. Halen Türkiye'yi DAEŞ, El-Nusra gibi terör örgütleri ile el altından iş tutan bir ülke gibi göstermeye çalışıyorlar.
Yine Türkiye düşmanı FETÖ diasporasının da katkılarıyla Türkiye diktatörlükle yönetilen, muhalefetin büyük bir polisiye baskı altında olduğu, masum insanların hapislere atıldığı bir ülke gibi gösterilmeye çalışılıyor.
Bu operasyonlar bizzat Amerika-İsrail ve bazı Avrupa ülkelerinin istihbarat örgütleri tarafından yürütülüyor.
Şu anda -başta Almanya- Avrupa kamuoyu Türkiye'nin seçilmiş cumhurbaşkanını diktatör zannediyor ve bu algı oradaki Türklerin de dışlanmasına sebep oluyor. Amerika'daki evanjelikler ise daha beter durumda:"... belki inanmayacaksınız ama bu tipler Amerika gibi bir süper gücün başkentine de tamamen hâkimler; Kongre bunların sözünü dinliyor, Beyaz Saray kontrolleri altında." (Serdar Turgut, 15.05.2018)
Yine FETÖ mensupları "Siyasî muhalif" oldukları için tutuklanan, dini baskıya uğrayan bir hareket gibi gösterilmeye çalışılıyor. Nitekim geçtiğimiz ay ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Komisyonu tarafından yayınlanan 2019 yılı raporunun Türkiye bölümünde FETÖ mensuplarının "dini baskıya uğrayan Sünni Müslümanlar" olarak nitelendirilmesi Türkiye'nin sert tepkisine sebep olmuştur.
Yine Batı kamuoyunda yıllardır PKK teröristleri zulme direnen Kürt savaşçılar olarak gösteriliyor. PKK'nın uzantısı PYD gibi oluşumlar IŞİD gibi tehditlere karşı savaşan demokrat, özgürlük savaşçısı, modern bir örgüt gibi gösterilmek isteniyor.
Her ne kadar bütün bu yaftaları Türkiye'nin üzerine yapıştırmakta zorlansalar da, "Çamur at izi kalsın." hesabı durmadan üzerimize çamur atıyorlar, insicamımızı, iç huzurumuzu bozmaya, milletimizin içinde ikilik çıkarmaya çalışıyorlar. Belli bir mesafe de aldılar.
Peki bu algı operasyonlarına karşı ne yapılması lâzım?
Yukarıda da değindiğimiz gibi bu algı operasyonları devletlerin bizzat istihbarat örgütleri tarafından organize edilmektedir. Dolayısı ile Batılı devletler nezdinde "Biz terörü desteklemiyoruz, hatta terörün mağduruyuz.", "FETÖ darbe yapmaya çalışan, 250 masum insanımızı katleden bir terör örgütüdür.", "PKK bizzat sizin de terör örgütü kabul ettiğiniz cani bir örgüttür.", "YPG PKK'nın uzantısıdır." türlü izah ve açıklamaların çok bir tesiri olmuyor. Zira adamların niyeti zaten bu.
Bu sebeple biz de algı savunmalarımızı, kendimizi anlatma stratejilerimizi, hakikati ifade etme ameliyemizi ağırlıklı olarak bu ülkelerin "kamuoyu" üzerine yoğunlaştırmamız lâzım. Aynı şekilde dini-milli-tarihi-coğrafi hinterlantımızdaki ülkelerle de alâkamızı öncelikle halklar nezdinde derinleştirmemiz lâzım. Zira düşman o kadar kinli ve saldırgan ki, bize yakın olan bütün hükümetlere saldırıyor, devirmeye çalışıyor. Birçoğunu da devirdi.
Türk insanında -özellikle muhafazar kesimde-, "darbe" mefhumu onlarca yılın mağduriyetlerini ve birikimini temsil eden çok olumsuz bir kavramdır. Bu yüzden kendi algımızın esiri oluyoruz ve bütün söylemlerimizi "Darbe" kavramı üzerinden şekillendiriyoruz. Bütün savunmalarımızı, konuşmalarımızı dışarıya bile bu darbe mefhumu üzerinden yapıyoruz. "Darbe" dediğimiz zaman zannediyoruz ki adamlar "Aaa bu FETÖ'cüler darbeciymiş, hemen bunlardan uzaklaşalım." diyecekler. Halbuki bir batılı kafası dile getiremese de arka planda şöyle düşünüyor: "Aaa ben Türkiye'nin karışmasını, devletin zayıflamasını istiyorum, bu adamlar madem hükümeti yıkmaya çalışıyor, ne güzel, ben bunları destekleyeyim."
Ekonomik menfaati için, petrol için, sömürmek için Afrika'da Amerika'da, Ortadoğu'da milyonlarca insanı soykırımdan geçiren, ülkeleri karıştıran, işine gelmeyen hükümetleri darbelerle deviren bu Batılılar "Bunlar darbeci" deyince bizim tezlerimizi kabul edip insafa gelecekler öyle mi?
Yahut her askerimiz, polisimiz şehid oldukça gizli gizli elini ovuşturan bu Haçlılar'a "Şu PKK terör yapıyor, askerimizi polisimizi şehid ediyor!" dediğimizde yanımıza gelip "Hadi şu alçak terör örgütünü beraber yok edelim" mi diyecekler?
Tabii ki demeyecekler. Adamlar terör örgütüne devlet kurmaya çalışıyor. Bize vermediği silahları onlara veriyor. Aynı desteği FETÖ'ye veriyor.
O halde ne yapmamız lâzım?
Yapılması gereken kanımızca şudur:Bu terör örgütlerinin yüz kızartıcı suçlarını öne çıkartmalıyız. Zira acı bir gerçek şudur ki; adam öldürmek, darbe yapmak büyük bir suç olsa da özellikle Batı tarafından yüz kızartıcı bir suç olarak görülmüyor. Bu yüzden hırsızlık, başkasının hakkını gasbetmek, uyuşturucu ticareti yapmak gibi yüz kızartıcı suçları ön plana çıkartarak uluslararası kamuoyu nezdinde bunları vicdanlarda mahkûm etmeye çalışmamız lâzım.
"FETÖ sınav sorularını çalarak taraftarlarını devlete yerleştiren bir suç şebekesidir."
"FETÖ örgüt mensubu savcı, hakimlerini kullanarak masum insanlara ahlâksızca kumpas kuran ahlâksız bir örgüttür."
"FETÖ örgüt mensubu medyasını kullanarak iftira atmaktan, iftira attığı insanları örgüt mensubu mahkemelerde yargılayıp hapse tıkmaktan çekinmeyen alçak bir örgüttür."
"FETÖ Amerika'nın işgal planını uygulamaya çalışan Amerikan ajanı bir örgüttür." (15 Temmuz'da halk Amerikan işgalini ve ihaneti gördüğü için canını feda ederek direndi.)
……..
"PKK bir uyuşturucu mafyasıdır."
"PKK küçük çocukları zorla kaçırıp savaştırarak savaş suçu işleyen bir terör örgütüdür."
"PKK masum insanları yerinden yurdundan eden, malına mülküne el koyan vicdansız bir örgüttür."
"PKK kendisine itaat etmeyen Kürtleri gözünü kırpmadan öldüren vahşi bir terör örgütüdür."
………
Buna mümasil örnekleri olay bazında; şu şahıs şu kumpasa uğradı başına şu geldi; filan tarihde filan sınıftaki şu kadar askerî okul öğrencisi ahlâksızlık yaftası ile okuldan atıldı; filan tarihte PKK şu köyde yaşayan şu kadar Kürt'ü sürgün etti; PKK uyuşturucudan şu kadar para kazanıyor... gibi örnekleri çoğaltarak sosyal medya vs. bütün mecraları kullanmak suretiyle bu örgütlerin yüz kızartıcı suçlarını öne çıkartmak, özellikle bize taarruz yapmaya çalışan Batılı ülkelerin kamuoylarını ve yönetim kademelerini etkilemeye çalışmak lâzım.
Hatta bırakın dışarıyı kendi iç kamuoyumuzu bile bu terör örgütlerinin karşısında ortak bir cephede buluşturabilirsek bu bile büyük bir başarı olacaktır. Zira dikkat ederseniz Türkiye'de iktidarı ele geçirmek için darbe vs. yöntemleri seçenek olarak kabul eden ve bu yüzden FETÖ, PKK gibi örgütlerle işbirliğine yatkın durmaya başlayan bir kesim var.
Bu tehlikeli zihniyet dönüşümünü tersine çevirmek için algı operasyonlarına karşı ciddi bir algı savunması ve taarruzu geliştirilmesi lâzımdır.
ABD'nin İran Devrim Muhafızları'nı terör örgütü ilân etmesinden sonra bölgeye yaptığı askerî yığınak ve gittikçe artan savaş dili, ABD-İran savaşı tehlikesinin daha çok konuşulmasına yol açtı.
Ancak İran "Amerika bize saldıramaz" havasında. "Saldırsa bile şöyle mahvederiz, böyle yok ederiz." şeklinde açıklamalar yapıyor. Birçok uzman da sıcak (konvansiyonel) savaş seçeneğini uzak görüyor.
Ancak "Büyük Amerika"ncı, savaşçı Trump zihniyetinden bakınca İran zor ama çok tatlı bir av olarak görünüyor. Büyük bir ekonomik küresel krizin yaklaşmakta olduğu bir ortamda doların rezerv para özelliğini devam ettirmek isteyen, "Bir kuşak bir yol" projesini engellemeye çalışan, Çin'le ticaret savaşını kızıştıran Amerika; doların tahtını sarsan, dolar karşıtı cephenin gittikçe kuvvetlendiği bir konjenktürde, tehditlerini fiiliyata dökmediği müddetçe bu gidişe dur diyemeyecek. İran'a vurduğu zaman bu hamle; Çin, Rusya, Avrupa gibi bütün küresel güçlerin ilerleyişine bir set vuracak. Siyonist İsrail'in de İran'a vurdurmak için can attığı bir ortamda sıcak savaşın her zamankinden daha yakın olduğu söylenebilir.
Bu ihtimali öteleyen sürpriz gelişmeler olur mu bilemeyiz. Ancak; ama bugün ama yarın İran'a yönelik bir ABD askerî müdahalesi ihtimaline hazırlıklı olmak lâzımdır.