Tâif'in muhasarası esnasında Yemen'de bulunmuş olan Tâifliler'in reisi Urve bin Mes'ud, aklı başında bir adamdı. Tâif'e döndükten sonra Resulullah Aleyhisselâm'ın Tebük seferinde parlak zafer kazandığını duymuştu. Medine'ye geldi, müslümanlığı kabul etmekle kalmadı, kendi kabilesini İslâm'a dâvet etmek istediğini de bildirdi. Resulullah Aleyhisselâm Urve'nin müslüman oluşuna çok sevindi. Sakif kabilesi'nin inatçı olduğunu bildiği için, bu teşebbüsünden vazgeçmesini Urve'ye ihtar etti. Fakat Urve kabilesi arasındaki mevkiine güveniyordu. "Yâ Resulellah! Onlar beni uykuda bulsalar, uyandırmaya kıyamazlar." dedi. Tâif'e döndü, halka müslümanlığı kabul ettirmek için uğraştı. Bir sabah erkenden evinin damına çıktı. Müslüman olanları namaza çağırmak için ezan okumaya başladı. O zaman Sakif kabilesi'nin ayak takımı hiddetlendiler, Urve'nin evini muhasara ettiler. Öldürünceye kadar Urve'yi ok yağmuruna tuttular. Son nefesini verirken Urve, İslâm dini uğrunda şehit olduğundan Allah'a şükretmiş, müslüman şehitlerin yanına gömülmesini istemişti.
Resulullah Aleyhisselâm Urve bin Mes'ud -radiyallahu anh-in şehit edildiğini haber aldığında şöyle buyurdu:
"Onun, kavmi ile olan hâli Yâsin sahibi'nin kavmi arasındaki haline benzer. O, kavmini Allah-u Teâlâ'ya imana dâvet etmişti de, kavmi onu öldürmüşlerdi.
Hamdolsun o Allah'a ki, ümmetim içinde Yâsin sahibi gibi birini bulundurdu."
Urve -radiyallahu anh-in şehit edilmesi müslümanlığı kabul etmiş olan Hevâzin kabilesi'yle Tâifliler'in arasını açtı. Hevâzin kabilesi'nin reisi Mâlik bin Avf -radiyallahu anh-, Resulullah Aleyhisselâm'ın emriyle fırsat buldukça gidip onları yağma ediyorlardı. Sakif kabilesi yaptıklarına pişman oldular. Müslümanlığı kabul etmeye karar vererek Abd-i Yalil başkanlığında Medine-i münevvere'ye bir heyet gönderdiler.
Aslen Sakif kabilesi'nden olan Muğire bin Şûbe -radiyallahu anh- Kanat vâdisinde müslümanlara âit develeri otlatma nöbetinde bulunuyordu. Onları görünce, geldiklerini Resulullah Aleyhisselâm'a müjdelemek için koştu. Mescid'in kapısında Ebu Bekir -radiyallahu anh-e rastladı, Tâif'ten bir heyet geldiğini söyledi.
O da: "Allah aşkına yâ Mugîre, önüme geçme de, bu haberi Resulullah Aleyhisselâm'a ben eriştireyim!" dedi, hemen huzur-u nebevî'ye girerek Sakifliler'in geldiklerini haber verdi.
Resulullah Aleyhiselâm çok sevindi. Henüz müşrik olmasına rağmen Abd-i Yalil'i mescid'de misafir etti, diğerleri için Mescid'in avlusunda çadırlar kuruldu.
Sakif heyeti birkaç gün Medine'de kaldılar, İslâmiyet hakkında bilgiler edindiler. Müslümanların mahviyet ve tevâzularını yakından gördüler. İçlerine İslâmiyet sevgisi düştü. Fakat müslümanlığa girebilmek için bazı şartlar ileri sürdüler. Önce putlarının bir müddet için muhafaza olunmasını istediler ise de heyetin bu teklifi reddedildi. Kendilerinin namazdan hariç tutulmalarını ricâ ettiler, Resulullah Aleyhisselâm:
"İbadetsiz din olamaz. Namazı olmayan dinde hayır yoktur." buyurdu.
Daha sonra bütün şartları kabul ederek, yurtlarına dönmek üzere yola çıktılar.
Resulullah Aleyhisselâm, Tâif heyeti yurtlarına dönerken müslümanlığı ve Kur'an-ı kerim'i öğretmek için, müslümanların en gençlerinden Osman bin Ebul-Âs -radiyallahu anh-i verdi. Aynı zamanda onu Tâif'e vali olarak tayin etti.
Heyet Tâif'e gelip de durumu Sakîfliler'e anlattığı zaman, halk önce kabul etmek istemediler, daha sonra da hepsi müslüman oldular.
Sakîf temsilcileri Medine'den ayrıldıktan iki veya üç gün sonra Resulullah Aleyhisselâm Tâifliler'in Lât adını verdikleri putlarını kırmak için Ebu Süfyan bin Harb -radiyallahu anh- ile Muğire bin Şûbe -radiyallahu anh-ı gönderdi. Hususiyetle bu ikisini seçti ki, daha düne kadar şirk ordusunun başında bulunan ve bir işaretle müşrikleri müslümanların üzerine saldırtan Ebu Süfyan -radiyallahu anh-, yarın artık putlara taraftar çıkamasın.
Her ikisi de Tâif'e vararak Sakifliler'in gözleri önünde Lât putunu parçalayıp yerle bir ettiler. Böylece Arabistan'da şirkin son âbidesi de temizlenmiş, putperestlik kökünden kazınmış oldu.
Tâif kadınları üzüntülerinden başlarını açarak gelmişler, erkeklerin kılıçla çarpışmaksızın Lât'ı iki kişiye teslim ettiklerine yanıyorlar, saçlarını yolarak ağlıyorlardı.
İman kalplerine yerleşince, çok geçmeden adını bile unuttular.
Tâifliler'in İslâm'a girmesiyle müslümanlık bütün Hicâz bölgesine yayılmış oldu.
Münâfıkların reisi durumunda olan Abdullah bin Ubeyy bin Selül İslâmiyet'i içten yıkmaya, müslümanları birbirine düşürmeye çalışmış durmuştu. Fakat Resulullah Aleyhisselâm ona ve etrafındakilere karşı tedbiri hiç elden bırakmamış, her zaman için ihtiyatlı davranmıştı.
Nihayet Abdullah bin Ubeyy hicretin dokuzuncu yılı Şevval ayının sonuna doğru hastalandı. Resulullah Aleyhisselâm hastalığı sırasında sık sık gidip kendisini yoklardı. Öleceği gün yine uğramıştı. Ölmek üzere olduğunu anlayınca:
"Yahudilere karşı duyduğun sevgi en sonunda seni mahvetti." buyurdu.
O ise cevap olarak: "Yahudileri sevmenin ne zararı olabilir ki? Es'ad bin Zürâre onlara kin besledi de ölümden kurtulabildi mi?" dedi.
Daha sonra tenine değen gömleğini öldüğünde kendisine kefen yapmasını, cenaze namazını kılmasını ve Allah-u Teâlâ'ya yarlığanması için duâ edivermesini rica etti. Hastalığı yirmi gün sürmüştü, Zilkade ayında öldü.
•
Babasının ölümü üzerine oğlu Abdullah Resulullah Aleyhisselâm'a cenazenin namaz için hazırlandığını haber verdi.
Resulullah Aleyhisselâm namaz kıldırmak üzere kalktığında Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- elbisesinden tutarak:
"Yâ Resulellah! Rabb'in seni onun üzerine namaz kılmaktan nehyetmedi mi?" dedi ve kötülük yaptığı günleri birer birer saydı.
Resulullah Aleyhisselâm gülümseyerek:
"Allah beni muhayyer bırakmıştır. 'Onlar için ister mağfiret dile ister dileme. Onlar için yetmiş defa af dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır.' (Tevbe: 80) buyurmaktadır. Eğer ben yetmişi arttırınca bunun yarlığanacağını bilseydim, muhakkak arttırır, yarlığanmasını sağlardım." buyurdu.
Sonra da onun cenaze namazını kıldı ve kabri başına kadar da gitti.
Resulullah Aleyhisselâm Hazret-i Abdullah -radiyallahu anh-e başsağlığı dileyerek oradan ayrıldı.
Aradan çok geçmeden Allah-u Teâlâ inzâl buyurduğu Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma! Mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah'ı ve Peygamber'ini inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler." (Tevbe: 84)
Çünkü Resulullah Aleyhisselâm'ın namazı rahmettir, onlar ise o rahmete lâyık değildirler. İman ettiklerini söylüyorlar, kâfirliklerini gizliyorlardı, neticede ikiyüzlü münâfık olarak öldüler.
Bundan sonra Resulullah Aleyhisselâm hiçbir münâfığın cenaze namazını kılmadı, kabrinin başında da durmadı. Bir cenaze namazı kıldırması teklif edildiği zaman, ölen kimsenin durumunu araştırmaya başladı.
•
Abdullah bin Ubeyy'in bu şekilde Resulullah Aleyhisselâm'ın mübarek gömleğinden ve üzerine kılacağı namazdan fayda beklediğini gören Hazreçliler'den bin kadar münâfık İslâmiyet'i ciddi şekilde kabul etmişlerdir.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- der ki:
"Sonra Resulullah Aleyhisselâm'a karşı izhar ettiğim cüretime hayret ettim. Allah ve Resul'ü elbette daha iyi bilirler."