Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı’nın “Hâtemü’l-Evliyâ” Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (220) - Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (24) - Ömer Öngüt
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (24)
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı’nın “Hâtemü’l-Evliyâ” Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (220)
Dizi Yazı - "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatlar
1 Nisan 2019

 

EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN
"HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (220)

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (24)

"Menâzilü'l-Kurbe": "Yakınlık Menzilleri" / 15

 

[Kalp Hakkında] Bir Mesele (4)

Amel, ilim, marifet, fehm (anlayış), kiyâset (akıl), zihin, kalp, hevâ ve heves, şehvetler, rahatlıklar ve ziynet nefsin askerleridir. Her kim mücâdeleyi terk ederse nefis, kalbi alıp götürür ve kendi esareti altına alır. Onun için artık emir ve nehiy diye bir şey yoktur. Onun göğsü artık düşman (şeytan)'ın beldelerinden bir belde olmuştur.

Her kim de, tâ ki nefsi esareti altına alıncaya kadar kalbi ile mücadeleye girişirse, emir de nehiy de kalp ile olmuştur; artık kendi ordularını ibraz eder, hükümranlığını izhâr eder ve onun [çirkin] işini tasfiye eder.

Erişilmesi gereken bu hale erişince, artık o kimse üzerinden onların bağlantılarını ve kötü sıfatlarını sürüp def eder. Nitekim onun kuruntularından ve pisliklerinden sıyrılıp çıkar; bu ise [81] masiyetlerin ta kendisidir. Aynı şekilde, buna mukabil olarak pisliklerden, çirkinliklerden ve necisliklerden de sıyrılıp çıkar ki; o ise şirk, küfür ve geri kalan düşük ve aşağılık sıfatlardır.

İlgi ve bağlantılarını böylece koparınca, ona geriye sadece Allah'a karşı utanç ve mahcubiyetinin keder ve üzüntüleri kalır. O şu haliyle, kalbiyle ilgili olarak Allah'a karşı bir hırsızdır. Bu gamlar ise onun yakıcılığındandır.

Bu şeylerle birlikte olduğu içindir ki, âdem (insan)ın mukabelesi Allah'a karşı ya iman etmek, ya da Allah'tan uzak düşmek şeklinde kendini gösterir. Emniyete kavuşunca çirkeflik ve pisliklerden sıyrılıp uzaklaşır. Bundan sonra masiyetlere de son verince, artık kötülükler ve aşağılık vasıflar da sıyrılıp ortadan kalkar. Daha sonra ilgi ve bağlantılarını da kesip koparınca, her düşük sıfat ve hastalıktan kendini kurtarıp çıkarır ve geriye sadece üzüntü ve kederler kalır.

O'nunla konuşan dedi ki: Onu Allah'a karşı utandırıp mahcup düşürdüğünü söylediğin bu üzüntü ve kederler neden ileri gelir?

Buyurdu ki: Allah Azze ve Celle'nin kendisine bahşettiği lütuflar hakkında nefsine meyledip yüz vermesi; aklının dileğini kendisiyle kontrol ettiği arzu ve irâdesinin, içinde bulunduğu emniyete nüfûz etmesi yüzündendir. Halbuki kul olanın hiç dilemesi olur mu? O artık tüm dilek ve isteklerini O'nun dilek ve isteğine bırakmış, kendi dilek ve isteklerinin hepsini terk etmiş ve çıkarıp kenara atmıştır. Allah kendi dilemesini ibraz edince, dileyip sonra onu takdir de edince, daha sonra o geride bıraktıklarını hiç ister mi?..

Bu dilek ve istekler ki onun içine gelir, onları kalbinin dışında tutarak kontrol altına alır. Sonra gelen düşünce ve hatıraları da terk eder, tâ ki onun üzerinde fikir yürütebilsin; daha sonra ise damarlarındaki mânevî tatla onu tefekkür edebilsin.

Damarlar nefsin ve hevesin dilek ve arzularını âdeta içine çeker. Bu elem ve üzüntüler ise kalplerin utanç ve mahcubiyetinden ileri gelir. İşte bu hırsızlıklar da, onun kalbiyle ilgili olarak Allah'a karşı yapmış olduğu bir hırsızlıktır. Çünkü Allah'ın âdemle birlikte olmasının şartı, onun kalbinin O'nunla olmasıdır. Diğer organ ve âzâlar zaten kalp iledir, kalbin muhabbet edebileceği ise ancak O'dur. O'ndan gayrısını sevmek bile O'nu sevdiren sevgi ile gerçekleşir. Çünkü onu da O yaratmış, ortaya çıkarmış ve harekete geçmesini sağlamıştır ki, bunların hepsi de yine O'nun sevgi ve ferahlığına dönüşüp ulaşmasını sağlasın.

O kalbiyle yürüyüp Allah'a ulaşınca, zorlu ve büyük bir mücadele ile nefsinin esaretinden kendisini âzâd etmiş olur, artık O'na karşı hırsızlığa kalkışmaz. İşte bu bir dürtme ve [nefsi] oyuna getirmeden ibarettir; kalp hazır olduğu vakit, tâ ki Allah Azze ve Celle'nin kendisinden temizlemek istediği hırsızlıkları terk edebilsin.

O'nunla konuşan dedi ki: Peki kalp nasıl hazır hale gelir?

Buyurdu ki: Sana bir misal ortaya koymam gerekecek. Kadınlara karşı senin içinde arzu ve şehveti, sevgiyi, ziyneti ve çekiciliği yaratan Allah değil midir?

Nitekim indirdiği Âyet-i kerime'de de, sana bunu bildirmek üzere:

"İnsanın gönlünü çeken kadınlar insanlara hoş gösterildi." buyurmamış mıdır? (Âl-i imrân: 14)

Dedi ki: Tamam, güzel…

Buyurdu ki: Öyleyse bu arzu ve şehvetin gelişi karşısında senin edebin ve tavrın nasıldır? Dayanma gücün ve süren ne kadardır? Bundan dolayı nikâh O'nun izin verdiği şey olup, sifâh ve zinâ izin vermediği şey olmamış mıdır? Edep ve hayanı terk ettiğin zaman, ilâhi emir senin recmedilmen ve taşlanarak öldürülmen değil midir?

Dedi ki: Elbette!..

Buyurdu ki: Şu halde bu onun üzerine, korunmasını sağlamak için vâcip kılınmamış mıdır?

Dedi ki: Ama bir şahıs ne zaman kendini koruyabilir ki?

Buyurdu ki: Kendisini teslim alan hararet ve ateşi teslim alınca, ne kadar fazla olursa olsun onun arzu ve şehvetinden korunup onu yok eder. Çünkü ümmet onun karşısında noksanlık içindedir, teslimiyet gösteremediği başka şeylerde de aynı noksanlık başgösterir. Mânevi hürriyet bir araya toplanınca, İslâm ve kemâlât da o nispette çoğalır, artık senin için başka bir şeye ihtiyaç kalmaz. Burada sen edebi terk ettiğin taktirde ise zinâya düşersin ve artık taşlarla recmedilip öldürülmeyi hak edersin. Buna benzer şekilde, burada eğer sen itaati sevme konusunda ve yüz çevirmeyi sevme noktasında devamlılık gösterirsen, artık takvâya karşı da muhabbet besler ve ilâhi ihsanları da seversin. Bunların hepsine muhabbet ancak Allah tarafından verilir. Lâkin Allah'ın seni sevmesi, senin bir insan olabilmenle ilgilidir. Her sevgi bir bağdır, bu insaniliğin getirebileceği asıl sevgiye ulaşmadıktan sonra ilâhi vuslat imkânsızdır. Sen O'na vasıl olunca O senin kalbini korur, seni temizleyip arıtır, hırsızlığı sana terk ettirir. Çünkü O burada senin kalbini kendi muhabbetiyle doldurmuş; göğsüne ilâhi bir feyiz, damarlarına ise mânevi bir lezzet koymuştur. Bu nedenledir ki O şöyle buyurmuştur:

"Ben evlerde oturmam; zira hangi ev beni içine sığdırabilir? Her kim beni talep ederse, şüphesiz ki ben ancak arınmış, terk etmiş, yumuşamış olan kalpteyim." (Ahmed bin Hanbel)


  Önceki Sonraki