Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (152) - İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (10) - Ömer Öngüt
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (10)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (152)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Mart 2019

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (152)

İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -Kuddise Sırruh- (10)

 

Mühim Bir İfşaatları ve İzâhı (1)

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mektûbât" adlı eserinin "491. Mektûb"unda, bütün velilerin ve âriflerin Allah-u Teâlâ'nın ancak isim ve sıfatlarının tecellîsine mazhar kılındığını ve onların bu tecelliyâtı tek bir asıldan aldıklarını ifade etmiş; ancak onlardan kat be kat daha üstün olan bir Ârif'in, O'nun Zâtî tecellîsine mazhar olup, kendi aslından geçerek aslın da aslı ile beraber kılındığını ve bu has tecellî sayesinde "Ene" kelimesinin ondan bir daha dönmemek üzere kaldırıldığını haber vermiştir.

Buyurur ki:

"Merhametlilerin en merhametlisi yüce Zât, rahmet ve merhametinin kemâlinden dolayı, tamamen keyfiyetle sıfatlanan mümküne, keyfiyetsiz olandan bir nasip vermiştir. Böyle olunca da o, gerçek keyfiyetsizi anlamış, onda şuur hâsıl olmuş olur. Mısra;

'Büyüklerin kadehinde yerin de nasibi vardır!'"

.............

"Bu anlatılanlar, hiç duyulmamış bir marifetdir ve birçok incelikler bulunan meseledir. Keşif ve irfan sahiplerinden de çok az zuhur etmiştir.

Tafsilâtı ile beyan ettiğim, keyfiyetsizlikten nasibi olan bu mücerret zât, yüce mukaddes Hazret-i Zât'a vâsıl olmuştur. Sonra o yüksek mertebede kendisine 'Fenâ' ve 'Beka' dahi hasıl olmuştur. Bu devlet hiç şüphesiz ki, Zât'a mahsus o 'Beka'nın eseridir. Bu Ârif zât hariç, diğer varlıkların hiçbirinin, Zât'tan yana aslâ bir nasipleri olmaz. Onların hiçbir şekilde bir zâtı yok ki, kaim olan sıfatları da olsun. Haddi zâtında onların bütün varlıkları, isimlerin ve sıfatların gölgesidir, şanların ve itibarların akisleridir. Bu gölge ve akisler dahi o isimler ve sıfatlar olan asılları ile kâim olmaktadır. Yoksa kendisinden 'Zât' olarak bahsedilen bir iş ile değildir."

..............

"İşte bu mârifeti tam olan Ârif, yüce mukaddes Zât mertebesine vâsıl olmuştur. Kendisine o Zât ile 'Bekâ' hasıl olmuştur. Onun hükmü, bütün vakitlerinde 'Ankâ-i mağrib' kuşu hükmündedir. Çünkü onun varlığı bulunmaz bir şey olup, gerçekleşmesi ise enderdir.

'Fenâ' ve 'Beka' hâsıl olduktan sonra ona bir zât verilir. İsimlerin ve sıfatların gölgeleri ve akisleri o zât ile var olur. Ki bunlar o Ârif'in hakikatidir."

.......

"Bu Ârif'in muamelesi, âlemin muamelesi hâricindedir. Onun hükmü, âlemin hükümlerinden ayrıdır. O irfan sahibi:

'Kişi, sevdiği ile beraberdir.' (Buharî)

Hadis-i şerif'inin hükmü ile, zâtî muhabbetle beraberliğe nâil olmuştur. Aslını geçerek, aslın aslı ile bir olmuştur. Kendini asılların da aslında ifnâ etmiştir.

Keremlilerin en keremlisi Allah-u Teâlâ:

'İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir?' (Rahman: 60)

Âyet-i kerime'sindeki mânâ gereğine göre; onun fenâsı karşılığında, bekasını ikram etmiştir. Fâni kıldığı şeyde, onu baki yapmıştır. Onu zâtının, isimlerinin ve sıfatlarının zuhur yeri, her şeyi toplayan bir ayna yapmıştır.

Bu âşık Ârif'in yanında âlemin diğer fertlerinin hükmü, okyanusa nispetle bir damla hükmünde olur. Çünkü isimlerin ve sıfatların, Hazret-i Zât'ın yanında herhangi bir kıymeti ve miktarı yoktur. Halbuki okyanusa nispetle bir damlanın dahi bir miktarı vardır.

İşte onlara şöyle denilebilir:

'Onlar, bunların yanında hiçbir şeydir.'

O halde diğerlerine nispetle bu 'Ârif'in ilmini ve marifetini, idrak ve derinliğini anlatılan mânâ ile kıyaslamalıdır. Onun büyük şânı ve derecesinin yüceliği bu mânâdan anlaşılmalıdır.

"Bu Allah'ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir. Allah büyük lütuf sahibidir." (Cum'a: 4)

'Zâtî Beka' ile şereflenen ve kendisine zât verilen bu Ârif'in sıfatlarının kıyam edişi, tıpkı ondaki ilim ve kudret sıfatı gibi zât iledir.

Nitekim daha önce, âlemin diğer fertlerinde olduğu gibi asılları ile kaimdi.

Bu en kâmil 'Beka'nın varlığı ile daha evvel ondan kaldırılmış olan Ârif'e: 'Benlik' mânâsına gelen 'Ene' kelimesi tekrar dönmez. 'Beka' mertebelerinden hiçbir mertebe: 'Ene' kullanılmasına güç yetmez. Çünkü en kâmil 'Beka' en tamam 'Fenâ' üzerine oturtulmuştur. Böylece 'Ene' kelimesinin ne ismi, ne resmi, ne de nâmı kalmıştır, ne de öyle bir mecal kalmıştır.

'Giden geri dönmez.' sözü meşhur bir kâidedir. Geriye dönen ise zâil olmamıştır, belki de o ağırlık altında mağlup olup saklanmıştır. Sonra ona bir şey ârız olur, kuvvetleşir ve galip gelir. Zira mağlup da bazen galip olabilir.

Şu hususun da bilinmesi gerekir ki:

Yüce mukaddes Hazret-i Zât mertebesinden nasip almak, bu Ârif'e mahsustur. Zira bu Ârif, Hazret-i Zât ile bâki olmuştur. Sıfatları da Hazret-i Zât'ta bâki olmuştur. Ondan başka 'Fenâ' ve 'Beka'dan elde edilen ne varsa, onun nasibi isimlerden ve sıfatlardan olup, Yüce mukaddes Zât'tan değildir. İsimlerin ve sıfatların Yüce Zât'tan ayrılma durumu olmasa da, lâkin zâttan alınan nasip sıfattan alınan nasipten başkadır. Her ne kadar sıfatların Zât'tan ayrılma durumunun olmayışı, bir grubu sıfatlardan gelen nasibin Zât'tan gelen nasiple birleşmesi ve ayniyeti vehmine düşürmüş ise de lâkin onlardan her birinin kendine has alâmetleri, emareleri ve ilimleri, hususi mânâda marifetleri vardır. Bu husus, bu büyük devlete ulaşan kimselere gizli değildir.

Fakat şu mânâ sana gizli kalmasın;

Zâtî tecellî, yalnız anlatılan bu Ârif'e mahsus değildir. Bu tecellînin ondan başkasına da müyesser olması câizdir. Lâkin başkalarının Zât'ın kendinden yana nasipleri olmaz. Çünkü tecellî bir nevi gölge gerektirir. Zira o ikinci mertebede zuhur eden bir şeydir. Daha önce arzedildiği üzere, Zât'ın kendisinden nasiplenmenin ise gölgeden yana bir şâibeye tahammülü yoktur. Böylelikle tecellînin kendisinden de ve aynı zamanda zuhurundan da kaçar.

Zât'ın sıfatlardan bir sıfatla ortaya çıkması ise, aynı şekilde Zât'ın ikinci mertebede bir zuhurudur. Fakat o, Zâtî tecellî değildir. Belki de Yüce Mukaddes Zât itibarlarından bir itibarın tecellîsidir. Çünkü şanı yüce Zât bütün itibarları kendinde toplamıştır, hatta bütün itibarlardan münezzehtir. Dolayısıyla itibarlardan bir itibarın tecellîsi, zâtî tecellî olamaz." ("Mektûbât"; 491. Mektûb)


  Önceki Sonraki