Kız olsun erkek olsun, çocuğun belli bir yaşa kadar terbiyesinde birinci derecede rol oynaması gereken kimse annedir.
Enes -radiyallahu anh-den rivayet edilmiştir:
Ebu Talha -radiyallahu anh-in oğlu vefat etti. Hanımı Ümmü Süleym -radiyallahu anhâ- ev halkına:
"Ebu Talha'ya ben haber vermedikçe, oğlu hakkında hiçbiriniz bir şey söylemeyiniz!" diye tembih etti.
Sonra Ebu Talha -radiyallahu anh- eve geldi. Ümmü Süleym -radiyallahu anhâ- ona akşam yemeği yedirdi. Yemekten sonra eskisinden olduğundan daha güzel süslendi. O da hanımı ile yattı.
Kocasının karnı doyup tatmin olduğunu görünce ona:
"Ey Ebu Talha! Bir millet bir âileye emanet bir şey verseler de, sonra emanetlerini isteseler, iâde etmeyebilirler mi, ne dersin?" diye sordu.
Ebu Talha -radiyallahu anh-:
"Hayır!" diye cevap verince:
"O halde oğlunu geri alınmış böyle bir emânet bil!" dedi.
Ebu Talha -radiyallahu anh- kızdı ve:
"Madem ki öyle, niçin hiçbir şey olmamış gibi davrandın? Şimdi de tutmuş, oğlumun durumunu bana haber veriyorsun öyle mi?" dedi.
Derhal kalkıp Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e gitti ve olanı biteni olduğu gibi haber verdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Geçen gecenizi Allah hakkınızda bereketli kılsın!" buyurdu.
Ümmü Süleym -radiyallahu anhâ- o geceden hamile kaldı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir sefere çıkmıştı. Ümmü Süleym -radiyallahu anhâ- da bu sefere iştirak etmişti. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz seferden döndüğünde Medine'ye gece girmezdi. Medine'ye yaklaştıklarında Ümmü Süleym -radiyallahu anhâ-nın doğum sancıları tuttu. Bu sebeple Ebu Talha -radiyallahu anh- onun yanında kaldı, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise yoluna devam etti.
Ebu Talha -radiyallahu anh- şöyle demeye başladı:
"Ey Rabb'im! Sen çok iyi bilirsin ki ben, Resul'ün ile beraber Medine'den çıkmaktan, onunla beraber Medine'ye girmekten son derece memnun olurum. Fakat bu defa bildiğin sebepten takılıp kaldım."
Bunun üzerine Ümmü Süleym -radiyallahu anhâ-:
"Ey Ebu Talha! Şimdi artık sancım kalmadı, sen git!" dedi.
Enes -radiyallahu anh- diyor ki:
Biz yolumuza devam ettik. Medine'ye geldiklerin-de Ümmü Süleym -radiyallahu anhâ-yı yine doğum sancısı tuttu ve bir erkek çocuk doğurdu. Annem Ümmü Süleym -radiyallahu anhâ- bana:
"Ey Enes! Bu çocuğu sen sabahleyin Resulullah Aleyhisselâm'a götürmeden kimse emzirmesin." dedi.
Ben çocuğu alıp Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e götürdüm. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in elinde dağlama âleti vardı. Beni görünce:
"Herhalde Ümmü Süleym doğum yaptı." buyurdu.
"Evet." dedim. Hemen elindeki dağlama âletini bıraktı. Ben de çocuğu kucağına verdim. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Medine'ye has acve hurmasından bir tane istedi. Onu ağzında iyice çiğnedi, sonra da çocuğun ağzına çaldı. Çocuk yalamaya başladı, bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Ensar'ın sevgilisi hurmadır!" buyurdu, sonra çocuğun yüzünü okşadı ve ona Abdullah adını verdi. (Müslim: 2144)
Ümmü Süleym -radiyallahu anhâ- bu hadisede çocuğunu kaybeden hiçbir annenin gösteremeyeceği bir sabır ortaya koyarak, imanını ve olgunluğunu ispat etmiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bu âile için yaptığı veciz duâ da yapılan bu hareketin takdir edildiğini göstermektedir. Onun sabrı, kendisine Abdullah gibi hayırlı bir evlât ve hepsi de âlim olan dokuz torun kazandırmıştır.
Hadis-i şerif'ten anlaşılıyor ki, yeni doğan çocuğa tatlı birşey çiğneyerek yalatmak Sünnet-i seniye'dir, çocuğa dindar bir kimsenin ad koyması müstehaptır.
Enes -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz çocuğunun mezarı başında bağıra-çağıra ağlayan bir kadının yanından geçti.
Ona:
"Allah'tan kork ve sabret!" buyurdu.
Kadın:
"Çek git başımdan! Zira benim başıma gelen felâket senin başına gelmemiştir." dedi.
Kadın Resulullah Aleyhisselâm'ı tanıyamamıştı. Kendisine onun Resulullah Aleyhisselâm olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in kapısına koştu, orada kapıcılar yoktu. Özür beyan etmek üzere yemin ederek:
"Sizi tanıyamadım." dedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:
"Sabır dediğin, felâketle karşılaştığın ilk anda dayanmaktır." buyurdu. (Buhârî - Müslim)
Asıl mârifet, musibetle ilk karşılaşıldığı anda ona dayanabilmek, o acılı ânı kadere rızâ göstererek atlatmaktır. O anda boş bulunmak birçok acı neticeler doğurabilir. Müslümanın imanındaki olgunluğu biraz da ölüm hadiselerinde gösterdiği sabırla ölçülür.
Böyle hallerde olgun müminler:
"İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn = Biz Allah içiniz ve yine O'na döneceğiz." diyerek teslimiyet gösterirler.
Ebu Musa -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Bir kulun çocuğu öldüğü zaman Allah melekleri ile şöyle konuşur:
– Kulumun çocuğunun ruhunu aldınız mı?
– Evet.
– Kulumun gönlünün meyvesini aldınız mı?
– Evet.
– Kulum ne söyledi?
– Sana hamdetti ve: 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn' dedi.
– Kulum için cennette bir ev yapın ve adını 'Beytül-hamd = Hamd evi' koyun." (Tirmizî)