Münâfıklar, müslümanları birbirlerine düşürmek için çareler arıyorlardı. Kuba'daki mescide karşı başka bir mescid yapmayı, Kuba mescidinin cemaatini ayırmayı düşünmüşlerdi. Ensâr'dan iken vaktiyle Mekkelilerle birleşen, Huneyn harbinden sonra Suriye'ye kaçmış bulunan papaz Ebu Âmir-i fâsık, münâfıklarla mektuplaşarak bunları müslümanlar aleyhine teşvik etmiş: "Siz mescidinizi yapınız içine silâhları depo ediniz. Ben size Bizans'ın yardımını sağlar, Muhammedîleri Medine'den çıkarırım!" demişti. Münâfıklar bir taraftan Kuba mescidi'ne yakın bir mescid yapıyorlar, diğer taraftan da Ebû Âmir'in vaadini bekliyorlardı.
Ebu Lübâbe -radiyallahu anh- de, münâfık olmadığı halde, kötü niyetle yapıldığını bilmediği için onlara kereste yardımında bulunmuştu.
Resulullah Aleyhisselâm, Tebük seferi'ne giderken münâfıklar kendisini bu mescide dâvet ederek namaz kılmasını rica etmişler, ondan vaad bile almışlardı. Resulullah Aleyhisselâm Tebük'ten dönerken münâfıklardan bir heyet tarafından karşılandı. Evvelce verdikleri vaad hatırlatıldı. Resulullah Aleyhisselâm da gitmeye hazırlanıyordu, fakat ilâhî vahy ile bu mescide girmekten men edildi.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resul'üne karşı savaşmış olan (adamın gelmesini) beklemek için bir zarar mescidi kuranlar var ya: 'Bizim iyilikten başka bir niyetimiz yoktu.' diye mutlaka yemin ederler. Halbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şâhitlik eder." (Tevbe: 107)
Onların maksatları başkadır. Müslümanların birliğini parçalamak, bir nifak ocağı kurmaktır.
Allah-u Teâlâ, Mescid-i dırar'da namaz kılmayı yasaklayarak şöyle buyurdu:
"Orada (o mescid-i dırar'da) aslâ namaza durma!" (Tevbe: 108)
Çünkü orası münâfıklar için sığınak olmaktan başka bir gaye ile yapılmadı.
Daha sonra Allah-u Teâlâ ilk gününden Allah'a, Resul'üne itaat ve takvâ üzere müminleri toplamak üzere inşâ edilmiş olan Kuba mescidinde namaz kılmaya teşvik etmiştir.
"Tâ ilk günden takvâ üzere kurulan mescidde bulunman daha lâyık ve uygundur." (Tevbe: 108)
Senin içinde bulunmana en çok hak kazanmış olan yerdir.
"Orada temizlenip arınmayı seven erkekler vardır. Allah da çokça temizlenenleri sever." (Tevbe: 108)
Mescid-i dırâr adındaki bu mescid bir mescid değil, bir eşkiya yatağı idi. Resulullah Aleyhisselâm'ın emriyle yıktırıldı, enkazı yakıldı ve yeri de herkesin çöplük mahalli oldu. İki ay sonra da münâfıkların başı Abdullah'ın ölmesiyle onların düşmanlığı sona erdi. Böylece müslümanlık hem harici düşmanlardan hem de iç düşmanlardan kurtuldu.
•
Allah-u Teâlâ sonra gelen Âyet-i kerime'lerde Takvâ mescidinin Dırar mescidinden üstün olduğuna işaret ederek şöyle buyurdu:
"Binasını Allah korkusu ve rızâsı üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasını çökecek bir yâr kıyısına kurup da onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanıp giden kimse mi hayırlıdır?
Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez." (Tevbe: 109)
İşte böyle zayıf temelli bir binanın sahibi, binası ile birlikte bâtıldır, kendisini cehennemin ateşine sürükler. Din işlerini nifak ve fitne üzerine bina edenlerin durumu tam buna benzer.
"Yapmış oldukları binaları, kalpleri parçalanıncaya kadar, yüreklerinde devamlı olarak bir kuşku ve ızdırap kaynağı olarak kalacaktır.
Allah her şeyi hakkıyla bilendir, hükmünde hikmet sahibidir." (Tevbe: 110)
Kalplerinin gizlediği nifaka kadar bütün hallerini bilir. Onlar hakkında vereceği hükümler hikmetsiz değildir.
Resulullah Aleyhisselâm Ramazan'da Medine'ye dönmüştü, şehir görülünce:
"İşte Tâbe (Medine), şu da Uhud! Bizi seven, bizim de kendisini sevdiğimiz bir dağ!" buyurdu. (Müslim: 1392)
İslâm ordusu'nun Resulullah Aleyhisselâm ile birlikte dönüşü Medine'de duyulunca bütün halk, kadınlar, çocuklar, sokağa döküldüler, şehrin dışına çıktılar. Kasideler okuyarak Seniyetü'l-vedâ'ya kadar vardılar. Coşkulu bir merasimle karşıladılar.
Sâib bin Yezîd -radiyallahu anh- der ki:
"Tebük gazvesi dönüşünde biz çocuklarla birlikte Resulullah Aleyhisselâm'ı karşılamak üzere Seniyetü'l-vedâ'ya gittik." (Buhârî)