Bil ki, O'nun kullarına hitabı şu şekildedir:
"Bu kalp benim işim ve benim emrimdir. Benim mânevi kaynaklarım da, hazinelerim de onun içindedir; ahdim dahi onun katındadır.
Benim varlığım onu sarıp kuşatmıştır.
Ben, kalbin her iki gözüyle tüm huşusunu onun sadrının (göğsünün) içine koydum.
Ben onun sadrını; ilâhi tedbirin, kâzâ ve takdirin, hükm-i İlâhi'nin oturma yeri kıldım.
İşler esnasında Hakk ile bâtıl olan şeyin arasını onunla ayıt edilir kıldım.
Onu benim kelâmımı benden, yine benimle birlikte işitici kıldım; tâ ki ona ondan hitap etmiş olayım!..
Onun iki gözünde basîret kıldım; gördüğü işlerin bâtınını ve gizli taraflarını onunla meydana getirdim.
Vakitlerin gizlediğini müşâhede edilir kıldım ve nûrumu da bu basiretin içine koydum.
Benim mânevi hayatımın Nûr'u bu işitmenin içindedir. Onu onlara koruyucu, himaye edici kıldım.
Beni talep etmede, hatta benim için mücâhede edip gayret göstermede; Onun vechi karşısında şaşkınlığa düşüp âşık olmada onu anlayıcı, idrak edici kıldım.
Benim varlığımla birlikte olunca ben de onunla oldum!
Bu sağlam ve güçlü zevk ve nasibe ulaşınca, onu ilâhi iş ve emir, rağbet edilir bir edep üzere kıldım.
İlâhi emir ve nehyimin hudutlarını onların içinde ikâme kıldım.
Yaratmamdan, emretmemden ve ilâhi tedbirimden yana konulacak her şeyi onun içine koydum. Mülklerin zaptedilmesi ve riâyet edilip gözetilmesi de bu fiil ve koruyuş sayesindedir.
Onu her ganî olandan daha ganî kıldım.
Onu Rabb'ine geldiği gün, her sevinç ve sürûr bulandan daha sevinç ve sürûr bulucu kıldım.
Bana kavuşulan günde onun ferahlık ve rahatlığını her ferahlık ve rahatlıktan öte kıldım.
Benim görülecek olduğum günde O'nun şifâsını her şifâdan ziyade kıldım.
Kalbini himaye edip koruyan kimseyi iki himaye ve korunma içinde kıldım.
O kimi zaman bana meyleder, kimi zaman nefsine meyleder; sonrasında nefsi kişiyi darmadağın hâle getirip, hesapsız bir gam ve üzüntüye sevkeder.
Bu gam ve kederlerden her bir gam ve keder, ona tatlılık ve lezzet verir. Fakat benden uzaklaşıp gider; ona sebep olan da gam ve kederin tatlılığıdır."
Kederlerden her biri bir öyle, bir böyle onu sersemletir ve şaşkınlaştırır.
[Gam ve kederin Arapça yazılışı olan] "Ham"ın teşdîdi için "hâm"'ın "Elif"i "Mîm"in içinde gizlenmiştir.
Kalbin ilâhi aşktan sersemleşmesi, onun vechini Rabb'ine döndürür. Kalp etten bir parçadır, onun yeri değişmez. Lâkin marifetin nuru, ilâhi ilmin nuru, ahd-i İlâhi'nin nuru ve Allah ile hayat bulmanın nuru da onun içine konulmuştur.
Allah ile hayat bulmanın nuruyla bu üç nur da öğrenilir. Bu nurlar, korunmuş göğsün içinde bulunur. İzinle korunmasının sebebi, bunu koyan Velî'den ileri gelir; O ise Allah -Celle Celâlühû-dur.
Korunuşun ibrazına izin verilince kişinin kabına bu nurlar akmaya başlar ki, onun içinde yer tutsun. Bu kula onu ibraz ettiği zaman artık buradaki bu mevzi içindedir; artık onu "Allah'ın kulu" olarak anarlar. Bu zikir nedeniyle aklın, ilmin ve marifetin nuruyla kalbi Rabb'ine doğru seyreder. İlâhi hayatın nuru ise bu zikri merkez alarak Allah'a vasıl olmaya kadar gider.
Her zikrin nimeti, ilâhi hayat nurundan alınan payın gücü nispetindedir. Onlar arasında bu Nur'dan en bol hisseyi alanlar, ilerleyenlerin en kuvvetlileri ve dereceler içinde terakkî ederek Allah'a kavuşanlardır. Onların en kuvvetlisi ise "Vesîle"dir.
Öyle zikir ehli vardır ki, zikrini semaya kadar çıkarır; sonra acze düşerek burada kalır.
Öyle zikir ehli vardır ki, zikrini Arş'a kadar çıkarır ve sonra acziyete ulaşır.
Öyle zikir ehli vardır ki, zikrini ilâhi Hicâb'a kadar çıkarır, sonrasında ise âciz kalır.
Öyle zikir ehli de vardır ki, yalnız O'nu zikreder ve kapı açılır, Hicâb nurundan kopup mülkün Melik'ine doğru yol alır. Hatta Allah-u Teâlâ'nın huzurunda görününceye dek ilerlemeye devam etmiş olur. İşte bu, ilâhi hayat nurunun en külliyetlisidir ki, Rabb'inin haşmetinden ona verilmiştir. Bu ise seyreden kalpler Allah'a ulaştığı içindir.
Göğsün içinde yer tutmuş olan parçaya gelince; bu ilâhi nurların içinde olan kimse O'na tutundurulmuştur. Nasıl ki insan, içindeki insanlık nedeniyle "İnsan" diye isimlendirilmişse, onların da hepsi "Kalp" diye isimlendirilmiştir.
Âdemlik, içindeki Âdemiyyet nedeniyle Âdemlik diye isimlendirilmiştir; bu ise "Vuslat"tır.
O onu kendi kudret eliyle yaratmış ve ondan dolayı yiyecek-içeceğini idâme ettirmesi hususunda "idam" diye isimlendirmiştir. Çünkü o, yiyecek-içeceğe bağlı kılınmıştır, tâ ki onunla çözülsün ve arınsın, "idâme" ve "et" ile adlandırılsın.
Kalbin hayatıyla diri olarak isimlendirilmek, ruhun hayatından başkadır. Ruhun hayatı ise nefsin hayatından daha başkadır. Kalp, sürekli inkılâb edip halden hale döndüğü için "Kalp" diye adlandırılmıştır.