Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (95) - Ancak Lütufla Çekilen Kurtulur - Ömer Öngüt
Ancak Lütufla Çekilen Kurtulur
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (95)
Dizi Yazı - İnciler ve Hatıralar
1 Şubat 2019

 

Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (95)

 

Ancak Lütufla Çekilen Kurtulur:

Allah'ım bizi lütuf birliğinden ayırmasın. Bunlar hep oranın hazırlığı. Allah'ım ayırmasın. Muhabbet çok güzel bir bağdır. Hangi muhabbet? Gaye, maksat, menfaat olmayan bir muhabbet.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz'den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:

"Allah'ın öyle kulları vardır ki, ne peygamber ne de şehid olmadıkları halde, peygamberler ve şehidler o kimselerin Allah indindeki derecelerine gıpta edecekler. Bunlar; aralarında ne akrabalık ne de mal menfaati olmadığı halde, birbirlerini sırf Allah rızâsı için seven kimselerdir.

And olsun ki, kıyamet gününde bunların yüzleri nûr saçacak, bütün vücudları da nur içinde olacak. Herkes korktuğu zaman onlar korku yüzü görmeyecek, herkes kederlendiği vakit onların gönlüne hüzün girmeyecek." (Ebu Dâvud)

"Allah için sevenler." buyuruluyor.

Burası o kadar mühim...

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Kıyamet gününde insanlardan ilk olarak suâle çekilecek olan üç kişiden birincisi şehid edilen bir kimse olacaktır. Huzur-u ilâhi'ye getirildiğinde Hazret-i Allah ona ihsan ettiği nimetlerini bir bir sayar, o da bu nimetleri ikrar eder.

– Bu nimetlere mukabil ne yaptın?

Senin rızân uğruna savaştım ve şehid düştüm.

– Hayır, yalan söylüyorsun! Sana cesur desinler diye savaştın, nitekim bu söz de söylenmiştir.

Sonra verilen emir üzerine yüzüstü sürüklene sürüklene cehenneme atılır.

İkincisi de ilim öğrenmiş ve öğretmiş, Kur'an okumuş bir kimsedir. Cenâb-ı Hakk ona da lütuf ve ihsanlarını sayar, o da bu nimetleri itiraf eder.

– Bu nimetlere mukabil ne yaptın?

Senin rızân uğrunda ilim öğrendim ve öğrettim, Kur'an okudum.

– Hayır, yalan söylüyorsun! İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur'an-ı kerim'i de, sana ne güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim bu söz de söylenmiştir.

Sonra verilen emir üzerine yüzükoyun sürüklenerek ateşe atılır.

Üçüncüsü ise, Hakk Celle ve Alâ Hazretleri'nin kendisine geniş çapta zenginlik verdiği ve her türlü servetten ihsan ettiği bir kimsedir. Huzur-u ilâhi'ye getirilince, Cenâb-ı Hakk ihsanlarını ona da ayrı ayrı anlatır. O da onları itiraf eder.

– Bütün bunlara mukabil ne yaptın?

Yâ Rabb'i! Servetimi sırf senin uğrunda, sevdiğin işlere harcadım.

– Hayır, yalan söylüyorsun! Sana ne cömert desinler diye bunları yaptın, bu söz de söylenmiştir.

Sonra o da emir üzerine sürüklene sürüklene ateşe atılır." (Müslim)

Bir diğer Hadis-i şerif'te Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:

"İnsanlar helâk olmuşlardır, ancak âlimler müstesnâ. Âlimler de helâk olmuşlardır, ilmi ile amel edenler müstesnâ. İlmiyle amel edenler de helâk olmuşlardır, ihlâs sahipleri müstesnâ. İhlâs sahipleri de büyük bir tehlike üzerindedirler." (Keşf-ül hafâ)

Süzgeç ince, fakat insan zannediyor ki, geniş. Değil!

Geçen gün bir sahne seyrediyorum; bütün insanlar gidiyor, fakat bir süzgeç var süzüyor. Büyük taşlar kalıyor, küçükler süzülüyor. Süzülenler dahi pirinç olarak süzülüyor. Fakat meğer pirincin içinde de taş varmış, onu da ayıklıyorlar. Baktım pirinci de yıkıyorlar ancak pırıl pırıl olanları içeri alıyorlar.

Allah'ım beni ilmimle, amelimle değil ancak beni lütfunla çekersen kurtarırsın.

İçeriye baktım o pirinçler pırıl pırıl parlıyor. Çünkü yıkanmış, temizlenmiş ama içindeki küçük taşları dahi ayıkladılar. O taşlar İslâm gibi görünüyor ama içi münafık. İslâm olarak süzülmüş ama hayır! Onlar biliyorlar, atıyorlar.

Onun için; "İhlâs sahipleri de büyük bir tehlike üzerindedirler."

Çok dikkatli olmamız lâzım.

 

Hazret-i Allah'ın Arslanı:

Dikkat ederseniz Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Hazretlerimiz Hazret-i Allah'ın arslanı olarak anılıyor. Siz bunu sadece isim sanırsınız. Hâlbuki o gerçekten Hazret-i Allah'ın arslanıdır.

Bu nasıl olur? Bunun izahını yapalım:

Hani Cenâb-ı Hakk:

"Siracen münira = Nûr saçan bir kandil." buyuruyor. (Ahzâb: 46)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir nurdur, Hazret-i Allah'ın nurudur. Cenâb-ı Hakk ona bu nuru vermiş, o kandilin içine koymuş ve kâinatı aydınlatıyor. Ama nur Hazret-i Allah'a aittir. İşte Hazret-i Allah dilediğini arslan yapar kullanır, dilediğini kılıç yapar kullanır. Yani istediği gibi kullanır. Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz'i de arslan olarak kullanmış. Bunlar Allah-u Teâlâ'nın kullandığı kimselerdir. Hangi azmi, hangi şekli verirse o kimse; o azimde, o şekildedir. Ama onu o hale koyan da, kullanan da Hazret-i Allah'tır. Fakat ona o ismi, o şekli vermiştir. Yani "Benim arslanım! Benim kılıcım!" diyor. Bu kimseler Allah-u Teâlâ'nın benimsediği, kendi desteği ile yürüttüğü kullarıdır. Bu güne kadar bu hiç açılmamıştı.

Bunlar gizlinin de gizlisi işlerdir. Hazret-i Allah kuluna nasıl sıfat veriyor, nasıl kullanıyor? İşte gizli sır burada. Oysa sıfat veren de O, kullanan da O, hepsi O. Ama perdede başkası görünüyor.

Bugün "Allah'ın arslanı!" beyanındaki sırrı anladınız. O, Hazret-i Allah'ın arslanıdır; doğrudan doğruya öyledir de siz bunu isim olarak zannedersiniz.

Yani siz isimde kalmışsınız. Oysa Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; "Allah'ın arslanı" derken, görerek ve bilerek söylüyordu.

Cenâb-ı Hakk verdiği bu nimeti dilediğine intikal ettirir. Yani onda kalmaz. Kime hangi vazifeyi verecekse ona o sıfatı verir ve o sıfatta onu kullanır.

 

Akıllı Olan Hazret-i Allah'a Yönelir:

Akıllı insan Hazret-i Allah'a yönelecek, o kadar. Bugünkü durumunu düşünecek. Çünkü yarının ne olacağını yalnız O bilir. Durum o kadar nazik. Önümüzdeki otuz sene zarfında neler olacağını bir Allah bilir. Hazret-i Mehdi çıkacak ama çıkmadan önce çok hadiseler olacak. O kadar büyük harpler, zelzeleler, afatlar olacak ki çok az insan kalacak. Akıllı olan Hazret-i Allah'a yönelir orada kalır; takdir ne ise o olacak.

Önümüzde çok büyük badireler var. İhvan şimdiden dolacak ki o gün o badireleri Cenâb-ı Hakk'ın izniyle geçebilsin. Dalgalar büyük, tekne küçük. Ancak biz O'nun lütfuyla yüzebiliriz. Allah'ım bizi lütfuyla desteklediği kullardan etsin.

Dünya çalışma yeridir, burada çalışma ihmal edilmeyecek. Çünkü ahirette mertebeler üst üste. Orada herkes şöyle diyecek: "Keşke biraz daha çalışsaydım da bir üst mertebeye çıksaydım!" Orası ebediyet yurdu; orada herkes "Keşke!" diyecek. Şu halde bu keşkeleri azaltmak için çok çalışmak lâzım. Ne kadar çalışmak lâzım? Gücünün yettiği kadar. Dünya durma, dinlenme yeri değildir.

Yeryüzündekiler, gökyüzüne bakıp yıldızları gördüğü gibi, gökyüzündekiler de aşağıdaki nurlara bakar. İhvan öyledir; serpilmiş birer mânevi yıldız mesabesindedir. Allah'ım ayırmasın, hamd-ü senâlar olsun.


  Önceki Sonraki