İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mektûbât" adlı eserinin "209. Mektûb"unda ikinci bin yılın en faziletlileri olan Hâtem-i veli, Mehdi Resul ve İsa Aleyhisselâm'ın geçmiş velilere kıyasla üstünlüğünü, fitne-fesad zamanlarında gönderilen ulü'l-azm peygamberler gibi dini kuvvetlendireceklerini beyan ederek şöyle buyurmuştur:
"Bizden evvelki şeriatlerde, bir ulü'l-azm peygamberin vefatından sonra bin sene içinde, enbiyâ-i kiramdan veya rüsul-ü izâmdan bir peygamber gönderilir, bunlarla o peygamberin dini kuvvetlendirilirdi. Onun devresi tamamlanınca, ulü'l-azm peygamberlerden bir başkası gönderilirdi.
Muhammed Aleyhisselâm peygamberlerin sonuncusu olduğu için ve onun dini nesihten ve değiştirilmekten korunduğu için onun ümmetinin âlimlerine enbiyâ hükmü verildi. İslâmiyet'i kuvvetlendirme işi bunlara bırakıldı. Bunlardan başka ulü'l-azm bir peygamber (İsa Aleyhisselâm) da onun şeriatine sokuldu. Onun şeriatini kuvvetlendirme işi buna da verildi.
Anlatılan mânâ üzerine Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'de şöyle buyurdu:
"Bir zikir olan Kur'an'ı biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz." (Hicr: 9)
Bilesin ki;
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in vefatından bin sene geçtikten sonra, ümmetinden gönderilen âlimlerin sayısı az ise de, bu şeriati tam kuvvetlendirmeleri için, çok yüksek olacaklardır.
Zaten bunun için Resulullah Aleyhisselâm Mehdi'nin teşrif edeceğini haber vermiştir, bin sene sonra gelecektir. İsa Aleyhisselâm da aradan bin sene geçtikten sonra gökten inecektir.
Bin sene sonra gelen evliyânın yükseklikleri, Ashâb-ı kiram'ın yüksekliklerine benzemektedir.
Her ne kadar peygamberlerden sonra en üstün Ashâb-ı kiram ise de, sonra gelenler bunlara çok benzedikleri için, hangilerinin daha üstün oldukları anlaşılmaz gibi olmuştur.
Bu mânâ icabı olarak Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
'Ümmetim yağmura benzer. Evvelkiler mi daha hayırlıdır, sonrakiler mi daha hayırlıdır bilinmez.' (Tirmizî)
Bunu böyle anlatırken:'Bilemiyorum, evvelkiler mi daha üstündür, sonrakiler mi?' buyurmadı. Çünkü hangilerinin daha üstün olduğunu biliyordu.
Yine anlatılan mânâ icabı olarak şöyle buyurdu:
'İnsanların hayırlısı benim zamanımdaki müslümanlardır.' (Buhârî)
Fakat çok benzedikleri için, tereddüt hasıl olduğundan:'Bilinmez' tabirini kullandı.
Burada şöyle bir şey sorulabilir:
'Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb-ı kiram'ın zamanından sonra tâbiîn asrının yüksek olduğunu söyledi. Onlardan sonra da tebe-i tâbiîn asrının üstün olduğunu bildirdi. Bunların da bin sene sonra gelenlerden daha üstün oldukları anlaşıldı. Sonra gelenlerin Ashâb-ı kiram'a çok benzemesi nasıl olur?'
Bu soruya şöyle cevap verebilirim:
O iki asrın, bu son gelenlerden daha üstün olması, belki onlarda evliyâ sayısının çok ve bid'at sahiplerinin az olduğu için olabilir. Bunun için, sonra gelenler arasında birkaç evliyânın, o iki asırda bulunan evliyâdan daha yüksek olduğunu söylemek yanlış olmaz. Misal olarak Hazret-i Mehdi'yi söyleyebiliriz.
'Alsaydı kudsî ruhtan eğer yardımını,
İsa'dan başkası da yapardı onun yaptığını.'" ("Mektûbât"; 209. Mektûb)
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri bu ilmin Allah-u Teâlâ tarafından geldiğini ve bu devrin Asr-ı saâdet'e benzeyeceğini, diğer Evliyâullah Hazeratı'nın bu ilmi açıklamadığını, gizli ve kapalı sırların açılacağını ve izahının yapılacağını ve fakat birçok kimsenin anlamayacağını bir başka mektuplarında beyan etmişlerdir.
Buyururlar ki:
"Bu öyle bir kemâlât, öyle bir üstünlüktür ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bin sene sonra meydana çıkmıştır. Öyle bir sondur ki, baş tarafa benzemektedir.
Herhalde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bunun için:
'Ümmetim yağmura benzer. Evvelkiler mi daha hayırlıdır, sonrakiler mi daha hayırlıdır bilinmez.' (Tirmizi)
Buyurdu da:'Başlangıcı mı hayırlıdır, ortası mı?' buyurmadı. Demek ki sonra gelenlerin öncekilere daha ziyade benzediğini gördü, bu arada bir tereddüt oldu.
Diğer bir Hadis-i şerif'inde:
'Ümmetimin en faziletlileri önde ve sonunda gelenlerdir, ikisinin arası bulanıktır.' buyurdu. (Câmiu's-sağîr: 4056)
Evet... Bu ümmetin son gelenleri arasında baştakilere çok benzeyenler olacaktır. Fakat sayıları azdır, hatta azdan dahi azdır. Ortada gelenlerde o kadar benzeyiş yok ise de miktarları çoktu, hem pek çoktu. Fakat sondakilerin az oluşu kıymetlerini daha da arttırmış, öncekilere daha da yaklaştırmıştır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onları şu Hadis-i şerif'i ile müjdeli kıldı:
'Müslümanlık garip olarak başladı, başladığı gibi garip olarak avdet edecektir.
Ne mutlu gariplere!' (Müslim)
Bu ümmetin sonu, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in vefatından bin sene sonra, yani ikinci binin başlaması ile başlamıştır. Çünkü aradan bin sene geçmesi ile insanlarda büyük bir değişiklik ve eşyada kuvvetli bir tesir meydana çıkmıştır.
Allah-u Teâlâ bu dini kıyamete kadar değiştirmeyeceği için, ilk zamanda gelenlerin tazelikleri sondakilerde de görülmekte ve böylece ikinci bin yılın başında bu dini kuvvetlendirmektedir.
Bu iddiâyı ispat etmek için iki kuvvetli şahit olarak İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Hazretleri'nin bu bin içinde var oluşlarını gösterebiliriz.
Bir şiir:
'Alsaydı kudsî ruhtan eğer yardımını,
İsa'dan başkası da yapardı onun yaptığını.'
Ey kardeşim! Bugün bu sözler pek çok kimselere ağır gelir, anlayışlarından uzak görülür. Fakat onlar bilgileri, mârifetleri insaf ile ölçerlerse ve İslâmiyet'le karşılaştırırlarsa, İslâmiyet'e hangisinin daha çok tazim ve hürmet ettiğini görüp kabul ederler." ("Mektûbât"; 261. Mektûb)
Şüphesiz ki bu fazilet, Hâtem-i veli'ye tâbi olan ihvana âittir, umum ümmete şâmil değildir. Çünkü onlar çok az, hatta azın da azı olacaklar. Mücadeleyi yalnız bunlar yapacaklar, nuru da yalnız bunlar yayacaklar.
Ashâb-ı kiram'ın seçkinleri olduğu gibi, bunlarda da ihvanların seçkinleri aranır. Hazret-i Allah'a, Resulullah'a, cihada gönül vermiş.
Her yol yoldur, bu yola varıncaya kadar. Bu yol ise başa benzediği için şekli değişiyor.
Geçmiş Enbiyâ-i izam Hazerâtı, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geleceğini, yapacağı icraatları haber vermişlerdi. Hâtem-i veli de böyle oldu. Gerek Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, gerek İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri, gerekse diğer birçok evliyâullah da ondan haber verdiler. İkisi de hep bir noktaya geliyor.
Hazret yine bir mektuplarında:
"Bu ilimlerin ve mârifetin sahibi, bu binin müceddididir. Ki bu, ona bakanlara gizli bir mânâ değildir." buyuruyor. ("Mektûbât"; 317. Mektûb)
Yani onu görmüyorsan, ona Allah-u Teâlâ'nın ihsan ettiğini de mi görmüyorsun, oradan da mı tanımıyorsun?
Buradan anlaşılıyor ki bu doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ tarafından gönderilmiş, desteklenmiş, O'nun ilmi ile mücehhez olmuş.