Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - İbtilâ Rızık Gibidir (3) - Ömer Öngüt
İbtilâ Rızık Gibidir (3)
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Aralık 2018

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

İbtilâ ve İmtihan (27)

Bir Müminin Hayatında İbtilânın Yeri ve Önemi (14)

 

İbtilâ Rızık Gibidir (3)

Mahlûka boyun bükmek, teslimiyet ve sabır düşer. O takdirin bitmesini gözlemek düşer. Suya bakın ki, kafasını taşlara vura vura gidiyor. Hiç eğlenmiyor, yoluna devam ediyor. Çünkü o bir defa başını eğdi. Çerçöp olan şeyler ise tıkanıp kalıyor. Biz de çerçöp gibi değil de, su gibi olup yolumuza devam edelim.

Şu hususu da hiçbir zaman unutmayalım ki, bütün iyilikler Allah-u Teâlâ'nın ihsanı ve yardımıdır. Bunu bilmezsek, bizi belâlarla başbaşa bırakır, imtihanı da kazanamayız.

Kul Hazret-i Allah'ta samimi olursa, samimiyetine binâen Hazret-i Allah ona lütfunu yerleştirir. İmtihana tâbi tutunca da, kazancına kolay kavuşur. O'nu sevmeseydi onu ona vermezdi

Niçin ona yerleştiriyor da ötekine yerleştirmi-yor? Birçok insanların katıldığı nokta burasıdır. "Dileseydi bana da hidayet verirdi." gibi kaçamak kelimeler, insanın Hazret-i Allah ile arasında perde olur.

Birisinin özünde Mevlâ'sına tâbi olmak, rızâsını tahsil etmek arzusu vardı. Özünde bu olduğu için, Hazret-i Allah ona sermaye ihsan etti. İmtihana çekilince de, o mânevî sermaye ile o mücevheri satın aldı. O bütün ibtilâlardan peşin olarak hoşnut olmuştu. Boynunu eğmiş, ne gelecek diye bakıyordu. Çünkü çok iyi inanmıştı ki; Sâhib'i ona lütfu ile tecellî etse, kahrı ile de tecellî etse, o onun için hayırlıdır. Şifâsının zehirde mi balda mı olduğunu kişi bilemez.

Ötekisi ise kendini beğenip nefsine güvendi, ihtiyaç hissetmedi. Allah-u Teâlâ da onu kendi başına bıraktı. Daha o zaman imtihanı kaybetmiş oldu.

Buna rağmen Allah-u Teâlâ'nın doldurduğu, sermaye ihsan ettiği kullar ipteki cambaz gibidir. Eğer niyetini bozar, kendine istinad ederse yıkılmaya mahkûmdur. Zaten ipin üstünde idi, hıfz-u himâyeden bırakılır, hayat-ı ebediyesi de mahvolur. Zirveye çıkmış bu gibi kimselerin durumları çok naziktir.

Allah-u Teâlâ'ya ne kadar muhtaç olduğumuzu anlayalım. Nasıl sığınmamızın, nasıl münâcaat yapmamızın gerektiğini çok iyi bilelim. Yine çok iyi bilelim ki, Allah'ımız bizi bizden çok seviyor. Kaç defa içimizden gelerek yemin etmişizdir.

"Allah'ım! Vallahi sen beni benden fazla seviyorsun. Çünkü ben kendimi helâk etmek için hep uçurumun kenarına geliyorum, sen beni hep kurtarıyorsun. Kendimi düşünseydim o uçurumdan aşağı atmak istemezdim. Sevmeseydin beni kurtarmazdın. Görüyorum ki beni benden fazla seviyorsun."

Kişi ahkâm harici bir işe meylettiği zaman, kendisini uçurumdan aşağı attı demektir. Kurtulursa Allah-u Teâlâ'nın lütfu olmuştur.

Şu bir gerçektir ki, ihsanları aldıkça insanların isyanları da muhakkak artıyor.

İbtilâ Allah-u Teâlâ'nın bir lütfudur.

"Ey kulum! Kendine gel. Nimetlerimi alıyorsun, şükredecek yerde isyana doğru gidiyorsun. Benden geldin, yine bana döneceksin. Olduğun gibi değil de, icabettiği şekilde gel!" mânâsına geliyor.

Bizi bu kadar seven Allah-u Teâlâ, bize kötülük yapar mı? Eğer bir ibtilâ verirse mutlaka pişmemiz, olgunlaşmamız için, kâmil bir insan olmamız için verir. Ekmek de ateşte pişiyor, ateşe verilmezse çiğ kalır. İnsan da pişecek ki, beşeriyete faydalı olsun, numune olsun.

Bir kul noksanlığını tamamen itiraf edip, hiçbir şey yapmadığına ve yapamayacağına, kendisinin bir çöpten farksız olduğuna kanaati hâsıl olduğu zaman, Allah-u Teâlâ onu hıfz-u himâyesine, tasarruf-u ilâhîsine alır. Hıfz-u himâye ile tutmuş, tasarruf-u ilâhîsi ile de yürütmüş olur.

İşte kurtulabilen böyle kurtulabiliyor.

Bir ibtilâ var bir de belâ var.

Birisi Hakk'tan geliyor, senin iyiliğin için, belâ geliyor yine senin iyiliğin için. Amma senin cezan. Ötekisi rahmet, berikisi ceza.

İbtilâ Allah-u Teâlâ'nın sevdiği kuluna gelir, onu her türlü günahtan, kirden, şek ve şüpheden, her türlü pisliklerden temizlemek için ve yıkamak için.

İbtilânın en tatlı kısmı, kulunu Zât'ına yaklaştırır, gözyaşı döktürür, gönlünü tertemiz yapar, gideceği yere hazırlık yaptırır. Bu ibtilâ kişinin kabahatinden ötürü gelmez., O'nun muradından ötürü gelir.

İbtilâ Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı'nın sünnetidir. Çünkü gelen ibtilâ nefse geliyor, ruh hayat buluyor. Rahat istirahat nefsin hoşuna gidiyor, bu durum onu sünepeliğe sevkediyor.

İbtilânın da tıpkı rızık gibi ezelden takdir edildiğini gözümle gördüm.

Şöyle ki;

Şiddetli bir ibtilâ ile karşılaşmıştık. Bu ibtilâ bir gün düştü, ikindi üzeri bir başka ibtilâ eklendi. Gayr-i ihtiyarî gökyüzüne baktım.

"Hiç bakma! Daha şu kadar akacak. Baksan da bakmasan da, bu akmadıkça bitmeyecek." dediler.

O zaman gördüm ve anladım ki, ibtilâ da rızık gibi ezelden takdir edilmiş. O zaman bir an evvel akmasını ve bitmesini istedim. Bu durumu gözümle gördüm. Ezelî takdir, insana rızık gibi geliyor.

 

İbtilâ Madene Benzer:

İbtilâ bir madene benzer, içine nasıl bir cehver yerleştirildiğini ancak yerleştiren Mevlâ'mız bilir.

Verilen ibtilânın toprak gibi tümüne ihlâs ile sabredip, Hakk'a tevekkül edilirse; bir gün o cevher meydana çıkarılır ve kişiye verilir. Öyle bir macevherat ki, yalnız dünyada geçerli değil, ahirete de şâmildir.

Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine hitaben Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuru-yor:

"Biz her paygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık." (Hucurât: 7)

"Biz her paygambere suçlulardan bir düşman verdik." (Furkân: 31)

Burada bir sır var. "Biz musallat ettik!" mânâsına geliyor.

Diğer bir Âyet-i kerime'sinde ise buyurur ki:

"Sabredecek misiniz diye bazınızı bazını-za fitne kıldık." (Furkân: 20)

Sizden her biriniz bulunduğunuz hâle sabreder, sevaba mı nâil olursunuz; yoksa sabretmeyip belâya mı giriftar olursunuz?


  Önceki Sonraki