Bedir harbi çok çetin bir harptir ve İslâm tarihinde çok önemlidir
Kur'an-ı kerim'e göre bu savaşın gayesi müşriklerle çarpışıp, onların İslâmiyet'e karşı mukavemetlerini kırmak, İslâmiyet'in yayılmasını sağlamaktı.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurdu:
"Hani Allah size iki taifeden birinin muhakkak sizin olacağını vâdediyordu." (Enfâl: 7)
Ya kervan, ya savaş... Ya maddî kazanç, ya askeri zafer...
"Siz ise güçsüz ve silâhsız olanın sizin olmasını istiyordunuz." (Enfâl: 7)
Silâhlı ve güçlü olan diğer kesimle karşılaşmayı arzulamıyordunuz.
Onlar çabucak elde edecekleri bir faydayı, basit şeyleri arzularken, Allah-u Teâlâ ise yüksek menfaatleri, Hakk'ın galebe çalmasını, Kelimetullah'ın yücelmesini irade buyurmaktadır.
"Oysa Allah, sözleriyle hakkın yerine gelmesini, kâfirlerin kökünü kesmeyi; mücrimler hoşlanmasa bile, hakkı hak olarak ortaya koymayı ve bâtılı boşa çıkarıp hükümsüz kılmayı istiyordu." (Enfâl: 7-8)
Güçlü olanla savaşmak hususunda indirilmiş Âyet-i kerime'leriyle, meleklere yardım için inmelerine dâir vermiş olduğu emriyle, müşriklerden öldürülmelerine hüküm verdiğine dâir beyanları ile Allah-u Teâlâ hakkı gerçekleştirmiş ve yerleştirmiştir. Müşrikler İslâm'ın üstün kılınmasını ve şirkin yok edilmesini istemeseler de Allah-u Teâlâ böyle yapmıştır.
Bedir'de yapılacak çarpışmada, müşriklerin bozulup kaçacakları, kendisiyle gururlandıkları kuvvetlerinin kırılacağı da Resulullah Aleyhisselâm'a daha Mekke'de iken hicretten beş yıl önce Âyet-i kerime ile haber verilmişti:
"O cemaat yakında bozulacak, onlar arkalarını dönüp kaçacaklar." (Kamer: 45)
O dönemde bunun böyle olacağını hiç kimse tasavvur dahi edemezdi. Resulullah Aleyhisselâm düşmanlarına galip olacak bir askeri kuvvete o gün için sahip bulunmuyordu.
Ve Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'lerinde zaferi müjdeliyor ve şöyle buyuruyor:
"Gönderilen peygamber kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti:
Mutlaka kendilerine yardım edilecektir.
Şüphesiz ki bizim ordumuz galip gelecektir." (Sâffât: 171-173)
Savaş başlamış ve taraflar artık giderek birbirine yaklaşmaktaydı. Karşılıklı oklar atılıyordu. Atılan oklardan birisi, safların arkasında, havuzdan su içmekte olan Hâris bin Sürâka -radiyallahu anh-nın boğazına isabet ederek şehit etti.
Resulullah Aleyhisselâm âdeta mücessem bir iman halini almış bu bir avuç mücâhidin hâline bakarak, mübarek ellerini uzatmış durmadan niyaz ediyordu:
"Ey Allah'ım! Bana yaptığın vaadini yerine getir.
Ey Allah'ım! Bana vâdettiğin zaferi ver. Ey Allah'ım! Eğer şu bir avuç müslüman helâk olursa, artık yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz!"
Hatta ridâsı omuzlarından kayıp düşmüş, Ebu Bekir -radiyallahu anh- tekrar omuzuna koymuştu.
Nihayet dayanamadı:
"Yâ Resulellah! Rabb'ine niyaz ettiğin yetişir artık. O sana olan vaadini muhakkak yerine getirecektir." demekten kendini alamıyordu. (Müslim: 1763)
Başka bir rivayette de şöyle geçmektedir:
"Ebu Bekir -radiyallahu anh-, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in düşen ridâsını tekrar omuzuna koymuş ve Resulullah Aleyhisselâm'ın elini tutarak şöyle demiştir:
"Bu kadar dilek yetişir yâ Resulellah! Rabb'ine karşı duâda ısrar buyurdun. (Allah sana vaad ettiği zaferi yakında verecektir.)"
Bu sırada Resulullah Aleyhisselâm bir zırh içinde idi. Bu duâdan sonra Resulullah Aleyhisselâm şu âyetleri okuyarak çadırdan çıktı:
'Her halde (Bedir'deki) bu topluluk yakında hezimete uğratılacak ve onlar (Kureyş) arkalarına dönüp gidecekler. Belki (bu gidişin nihayeti) azaplarının vaad olunduğu saattir ki, o saat (in azabı), daha büyük bir belâdır. Ve daha acıdır.'" (Buhâri: 1228)