Bize rızâ lâzım, para değil. Her şey para ile döndüğü halde bize rızâ lâzım. Çünkü yol ikidir; birisi mana üzerindedir, birisi madde üzerindedir. Burası bugün için çok mühimdir.
Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyunuz, onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21)
Şimdi bu ilâhi bir emirdir. Onlar Hazret-i Allah'a dayanmışlardır bütün ihtiyaçlarını Hazret-i Allah görür. Nasıl görür?
Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:
"Sâlihlerin işlerini O görür." (A'râf: 196)
Onları sever, onlara sahip çıkar, onları terketmez, yardımcısız ve yalnız başlarına bırakmaz, musibetlere uğratmaz, işlerini O idare eder.
Bitti. Biz halka muhtaç değiliz, paraya da ihtiyacımız yok. Niçin? Bizim işimizi O gördüğü için.
Bu mecmualar çok cüz'î bir fiyata satılıyor. Üstelik kocaman bir kitap da hediye olarak veriliyor. Peki bu niçin yapılıyor? Gayemiz Nûr-i Muhammedî'yi yaymak ve Hazret-i Allah'ın kullarını Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a bağlamaktır.
Bu nurun yayılması ile, Hazret-i Allah'ın emirlerini sevdirmekle, Resulullah Aleyhisselâm'ın izini takip ettirmekle insanlar yola, raya girmiş olur. Bu sayede de saadet-i ebediyeye yönelmiş olurlar. Rabb'im bizi yönelttiği kullardan etsin. Âmin.
Bu noktada size, bu yapılanın ücretini izah edelim ki hangi ücret daha kârlı siz karar verin.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz'e:
"Yâ Ali! Allah-u Teâlâ bir kula senin delâlet etmen ile hidayet lütfederse, bil ki bu bütün dünya ve içindekilerin senin olmasından daha hayırlıdır." buyurmuştur.
Ticarete bakın!
"Bütün dünya ve içindekilerden daha kıymetlidir" buyurdu.
Niçin? Onunla saadet-i ebediyeyi kazandı. Ama dünya malı dünyaya kalacaktı. Şu halde bir müminin hidayetine bir mecmua vesile olursa bu bize yetmez mi?
Onun için biz de azimle bu nuru yayalım. Çünkü bölücüler bir taraftan insanların imanını alıyor, kendi saflarına çekiyorlar; diğer taraftan paralarını alıyorlardı. Hatta ağızlarından lokmasına varıncaya kadar alıyorlardı. Süleymancılar kapı kapı dolaşıp süt, yoğurt ne varsa ellerinden alıyorlardı. Bütün bölücüler böyleydi.
Bunun için biz diyoruz ki, hayır, bize madde lâzım değil. İmanın mübarek olsun, Allah-u Teâlâ'nın sana verdiği rızık senin olsun. Senden beklenen yalnızca şudur ki; Yaratan'ını, nimetlerle donatanını bilesin, O'na yönelesin, Hazret-i Allah'a kul, Habib'ine ümmet olasın. Bunun için seni dâvet ediyoruz. Bizim başka bir gayemiz yok. Niçin?
Bizim en üstün gayemiz rızâdır. Allah'ım rızâsına kavuştursun.
Ezeli nasiptar olanlar Hazret-i Allah'a yöneliktir, helâl-haramı ararlar, rızâ yolunda bulunup ibadet ederler, Allah ehliyle ünsiyet ederler, nar ehlinden sakınırlar. Ezeli nasiptar olanların alâmetleri bunlardır.
İnsanoğlu bulunduğu yolun "Hidayet yolu" olup olmadığını enine boyuna tahkik etmelidir. Gittiği yolun "Allah yolu" olduğunu gösterecek sağlam delilleri olmalıdır. Kendisinden önce, bulunduğu yola koyulmuş insanların hedeflerine emniyet içerisinde varabildiklerini müşahede etmiş olmalıdır. Bu tahkik yapılmazsa insan bir dalâlet çukuruna girer, orada bocalarken ömrünü de tüketmiş olur. Böylece ahirete gider. Büyük pişmanlık duyar ama hiç faydası yok.
Bir yol ki; Hakk'tan kula gider, o yolda saadetler vardır.
Bir yol ki; kuldan Hakk'a gider, bütün felâketler o yoldadır.
Günümüzde görülüyor ki Allah yolunu alet ederek saltanat sürenler bulunmaktadır.
Şöyle ki:
Babaları şeyhmiş, oğluna; "Sen şeyhsin" demiş, o da şeyh olmuş. Babadan oğula geçen padişahlık gibi bu ilâhi yolu saltanata çevirmişler. Ya babası tayin etmiş, ya abisi tayin etmiş, ya annesi tayin etmiş. "Al bu sürüyü sen de güt!".
Allah-u Teâlâ onu lâyık görseydi o makama tayin ederdi. O lâyık görmemiş; annesi babası lâyık görmüş.
Mukallidle mükemmeli ayırt etmek için ölçüler vardır.
Şöyle ki:
Yaptıkları işte maksat, menfaat, gaye varsa; o yol, yol değildir. Allah yolunda yalnız rızâ vardır. Maksat, menfaat olmadığı gibi, rütbe ve makam da yoktur.
Lokması helâl mi? Çalışıp mı yiyor, el sırtından mı geçiniyor?
Allah-u Teala Ayet-i kerime'sinde buyuruyor ki:
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyunuz, onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21)
İmanınızın karşılığında sizden hiçbir ücret istemeyen, mal talep etmeyen, dünya ile ilgili bir menfaat beklemeyen, baş olmak ve başka gaye peşinde koşmayan bu kimselere tâbi olun.
İman; nurdur, ışıktır, aydınlıktır.
İman; nezafettir, nezakettir, saadettir, doğruluktur.
İnsan denilen hazinenin cevheri imandır. İnsan vücudu o cevherle nurlanır, gönüller o nurla aydınlanır. Dünyanın hakikati imanla bilinir. Dünyaya geliş maksadının sermayesi imandır. Ahiret yurdu imanla kazanılır, azaplardan imanla kurtulunur.
Hakiki dostluklar iman sebebiyle kurulur. Gerçek sevgiler iman sayesinde tezahür eder. Her türlü düşmanlıklar iman nuru ile dostluğa dönüşür.
İman; dünya saadetini, ahiret selâmetini kazanmanın anahtarıdır. O anahtarla, açılmayan kapılar açılır, zorluklar kolaylaşır, güçlükler hafifler, uzunlar kısalır, üzüntünün adı sevinç olur.
İman; karanlıklardan kurtulup aydınlığa kavuşmanın sebebi olduğu gibi, iman eden topluluklarda aydınlığın temsilcisi, insanlığın öğretmeni, medeniyetin önderi olmuşlardır.
"Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan kurtarıp nura çıkarır." (Bakara: 257)
İmanın "Nur" ile ifade edilmesinden daha derin ve şümullü bir tabir bulunamaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde kendisi izin vermedikçe hiç kimsenin imana nail olamayacağını beyan buyurmaktadır:
"Allah'ın izni olmadan hiç kimsenin iman etmesi mümkün değildir." (Yunus: 100)
Seni yaratan Allah-u Teâlâ, seni iman şerefi ile müşerref etti, nuru ile hemhal etti. Bu gerçekten bir mahlûk için en büyük bir şeref, en büyük bir rahmet saadetin de ta kendisi değil midir?