Musâ bin es-Sabbâh'tan rivayet edildiğine göre, o;
"Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı ikram sahibidir." (Bakara: 243)
Buyruğundan söz edince, şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet gününde gelecek üç (insan) sınıfından biri içinde bulunan bir kul getirilir ve ona:
'– Sana nasıl muamele etmemi istersin?' denilir.
O ise: 'Cennetten yana, hakkında rağbet duyduğum her şeye rağbet ettirilerek!' cevabını verir.
Bunun üzerine ona şöyle denilir:
'Hakkında rağbet beslediğin her şey senindir! Sana cennet verildi; üzerine olan fazl-u ihsanım sayesinde cehennemden kurtuldun!'
Diğer bir sınıftaki başka bir kul getirilir ve ona da:
'– Sana nasıl muamele etmemi istersin?' denilir.
O ise: "Cehennemden yana korkutulduğum her şeyden emin kılınarak!" cevabını verir.
Bunun üzerine ona şöyle denilir:
'Seni, korkuttuğum hiçbir şeyden korkmayacağın şekilde emin kıldım! Üzerine olan fazl-u ihsanım sayesinde cennete gir!'
Nihayet üçüncü sınıftan da bir kul getirilir ve yine ona:
'– Sana nasıl muâmele etmemi istersin?' denilir.
O ise: "Senin sevginle yâ Rabb; ben yalnız seni istiyor, yalnız seni arzuluyorum!" cevabını verir.
Ona ise şöyle denilir:
"Sana duyduğum sevgi sayesinde gir cennete, cehennemden emniyet içinde ol!..
Üzerine olan fazl-u ihsanım sayesindedir ki ben de seni seviyorum.
Şu mahşer gününde benim veçhime (dilediğin şekilde) nazar et!.."
Onlar mukarreblerdir, yakınlık makamına erişenlerdir.
İşte bu, Allah'ın gününde O'nun yarattıkları arasında O'nun Celâl'ini, azâmetini, hükümranlığını, kibriyâsını, hâkimiyetini, bahâsını, izzetini, güzelliğini, lütf-u keremini ve rahmetini izhâr edip açığa çıkartır. Bu günde takvâ ve sakınma için birtakım dereceler vardır. Ona kendi tevhidini yerleştirir, onu şirkten kendi tevhidini yerleştirmek sûretiyle[60] sakındırır. O'nun tevhidi; onu hem şirkten, hem de mâsiyetten kavlen ve fiilen uzaklaştırır. Tevhid'ini ilkâ edince de o, onlardan kavlen, kalben ve fiilen kaçınır.
Bu, işte o kimsedir ki; dünya hayatında O'nun kademi (izi) üzerinde yürümeye çok iştiyaklıdır. O, bir olana ulaşıp itminâna kavuşarak O'ndan gayrısından sakınır. Zira Rabb'i, kendisine olan gayreti nedeniyle onu kuvvetle tutup, birden başkası ile ünsiyet ettirmez veya O'nun dışında hiçbir şeyle ona rahatlık vermez.
Mahşer ehli hep birden O'nun Celâl'ine, Azâmet'ine ve Kibriyâ'sına doğru çekilip götürülür; tâ ki Resul'lerin -salavatullâhi aleyhim- hataları hakkında hitap ve cevap geçekleşsin.
Nitekim onlar şöyle derler:
"Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz ki gizlilikleri hakkıyla bilen sadece sensin!" (Mâide: 109)
Ve bizim Peygamber'imiz'den -sallallahu aleyhi ve sellem- başka resuller ancak: "Nefsim, nefsim!.." derler, sığınılabilecek yer arayan herkes ona sığınır. "Hatm" onlar için bir emniyet kılınır; "Hatm" kaldırılıp yüceltilince, "Hatm nuru"nun emniyeti de ona karışır.
Resul -sallallahu aleyhi ve sellem-in hitap edişi hakkında şöyle buyurulmuştur:
"Bir gün Allah, peygamberleri bir araya toplayıp: 'Size ne cevap verildi?' der." (Mâide: 109)
Resuller'in anlattıklarına karşılık O'nun hitâbı bu şekilde gerçekleşir. Mukarrebler ise meleklerin kanatları üzerine yerleştirilirler.
İşte mahşerde, bu büyük azâmet manzarası ile tek bir saat içinde gerçekleşecek olan bu şey onun için de geçerlidir. Daha sonra Melik'in hâkimiyeti, ceberûtu, kahrı ve gazabı düşmanlarının üzerine erişecektir. Onların hükmü dışına çıkamadıkları vasfa gücü yeten kimse; rahmetini, izzetini, bahâsını, fahrini (övüncünü), lütf-u keremini ve güzelliğini sevdiklerine neden eriştirmesin?
İşte O, sevgililerine kendisine karşı sevgilerinin gücü nispetinde bundan dilediği kadarını eriştirir. Onların O'na karşı arzuları alevlenir ve O'nun emriyle üstünlük ve azâmete kavuşurlar. İtaat edip de boyun eğen hiçbir kulda mevcut olmayanı ibrâz ederek, ilâhi cömertliği, teslimiyeti ve sakınmayı gerektirecek her türlü ihtimali yanıbaşında hazır bulur.
Onlar ancak onu murâkabe ederler ve zikirlerinin çoğu O'nunla ilgilidir.
Onlar O'nunla karşılıklı olarak konuşur ve O'na itaatte devam üzere bulunurlar; O'nun ahkâmına O'nun katında vâkıf [61] olurlar.
İsmail bin Nasr'ın Müsdâd el-Basrî'den, onun Bişri'bnü'l-Mufaddal'dan, onun Ömer Mevlâ Aferet'den, onun Eyyub bin Hâlid bin Safvân'dan, onun ise Câbir bin Abdullah'dan -radiyallahu anhümâ- bildirdiği bir Hadis'te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
"Sevilmiş olan bir kimse, Allah'ın katında bulunan şeye nazar etmekle, kendisinin Allah katındaki makamını da bilir.
Hiç şüphesiz Allah, kendi varlığından bir kula indireceğini ancak kendi Zât'ından o kula indirir." (Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl: IV/79)
Nitekim kulluk makamına yükselen için bu mizân, onlar Rabb'lerine henüz mülâki olmadan önce kurulmuştur.
O, onu kalbindekiyle tartar; kalbine, kavline ve fiiline göre onu daha ağır kılar. İşte bu, adâletin haricinde bir durumdur.
Nihayetinde ise Allah, kulluğa erişen o kimseyi akılların idrâk edemeyeceği bir üstünlüğe eriştirir. Onlardan umulan ise ancak, meftûn oldukları halde onu övüp senâ etmektir.