Hicret'in dokuzuncu yılında İslâmiyet artık maddî ve mânevî kuvvet bulmuş, müslümanların eline birçok maddî imkânlar geçmiş, durumları oldukça düzelmişti.
Her türlü imkâna kavuşmuş olmasına rağmen, Resulullah Aleyhisselâm hiç iltifat etmiyor, sade ve mütevâzi yaşayışına devam ediyordu.
Fakat Ümmehât-ı müminîn -radiyallahu anhüm- Hazerâtı, kadınlığın fıtratında bulunan ziynet ve dünya malına karşı meyil sebebiyle yiyecek ve giyecek hususunda Resulullah Aleyhisselâm'dan bazı isteklerde bulundular."Bizler de başka kadınların istedikleri ziynetlerden isteriz." dediler. Her biri birtakım şeyler istiyordu. Onların bu teklifleri, uygunsuz tutum ve davranışları kalbinin kırılmasına sebep olmuştu. Çünkü kendisi sade yaşadığı gibi, onların da sade bir hayat sürmelerini arzu ediyordu.
•
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in bildirdiğine göre, Ezvâc-ı tâhirat iki gruba ayrılmıştı.
Grupların birinde; Hazret-i Âişe, Hazret-i Hafsa, Hazret-i Safiye, Hazret-i Sevde -radiyallahu anhüm- bulunuyordu.
Diğer grubu ise; Hazret-i Ümmü Habibe, Hazret-i Ümmü Seleme, Hazret-i Zeyneb, Hazret-i Meymune ve Hazret-i Cüveyriye -radiyallahu anhüm- teşkil ediyordu.
•
Resulullah Aleyhisselâm günlerini Ezvâc-ı tâhirat arasında taksim ederdi. Hazret-i Hafsa -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in günü geldiğinde, anne ve babasını ziyaret için Resulullah Aleyhisselâm'dan izin istemiş ve gitmişti.
Bu arada Resulullah Aleyhisselâm, câriyesi Hazret-i Mâriye -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e haber gönderip yanına getirtti ve onunla beraber oldu.
Hazret-i Hafsa -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz dönüp onu kendi odasında görünce fevkalâde gücenerek bir kıskançlık duydu. "Ben yok iken onu odama alıp, onunla birlikte mi oldun? Bunu sadece beni hakir gördüğün için yaptığın kanaatindeyim." dedi.
Resulullah Aleyhisselâm bunun üzerine gönlünü almak için: "Mâriye'yi kendime haram kıldım, fakat sakın bundan hiç kimseye söz etme!" buyurdu.
Fakat Hazret-i Hafsa -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz daha sonra Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz ile kendi arasındaki duvara vurarak Resulullah Aleyhisselâm'ın sırrını ona duyurdu. Çünkü birbirleriyle çok sıkı-fıkı idiler. Bundan sonra diğer hanımları da durumdan haberdar oldu.
Resulullah Aleyhisselâm bu duruma çok kızdı, onlardan bir ay uzak durmak üzere yemin etti ve "Meşrebe" diye anılan çardakta tek başına yatıp kalkmaya başladı.
•
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Ey Peygamber! Eşlerinin hoşnutluğunu gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?" (Tahrîm: 1)
Bu hitap, kınama için değildir. Zira Resulullah Aleyhisselâm'ın helâl olan şeyi nefsine haram kılması, evlâyı terk kabilindendir. Yoksa Allah-u Teâlâ'nın helâl kıldığı bir şeyi hakikatte haram kılmak değildir.
"Allah çok bağışlayan, merhamet edendir." (Tahrîm: 1)
Sana merhamet buyurarak bundan dolayı seni sorumlu tutmamıştır, hakkında rahmet-i Sübhânî'ye tecellî edecektir.
"Allah yeminlerinizi çözmeyi meşru kılmıştır." (Tahrîm: 2)
Yemin kefareti vermek suretiyle o terkedilen şey yine ifa edilebilir.
"Allah sizin Mevlâ'nızdır." (Tahrîm: 2)
Onun için kendi arzunuza göre değil, O'nun emirlerine göre hareket ediniz.
"O ilim ve hikmet sahibidir." (Tahrîm: 2)
Binaenaleyh, size verdiği emirleri ve hükümleri de sizin ihtiyaç ve menfaatlerinizi bilerek ilim ve hikmetiyle vermiştir. Onun bütün emirleri baştan sona hikmete dayalıdır.
•
Daha sonra Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm ile Hazret-i Hafsa -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'le arasında geçen hadiseyi açıklamak üzere şöyle buyurdu:
"Hani Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti." (Tahrîm: 3)
Bu, Hazret-i Mâriye -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'i kendisine haram kılması sırrıdır.
"Fakat eşi o sözü başkasına haber verdi. Allah da bunu Peygamber'e açıkladı." (Tahrîm: 3)
Hazret-i Hafsa -radiyallahu anhâ- bu sırrı Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ-ya açınca, Allah-u Teâlâ Cebrâil Aleyhisselâm vasıtası ile onun bu sırrı yaydığını Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem'ine bildirdi.
"Bir kısmını bildirmiş bir kısmından da vazgeçmişti." (Tahrîm: 3)
Resulullah Aleyhisselâm Hazret-i Hafsa -radiyallahu anhâ-ya sitem ederek yaydığı bu sırrın bir kısmını ona bildirdi. Lütufta bulunarak bütün yaptıklarını kendisine bildirmedi, yüzüne vurarak utandırmak istemedi.
"Peygamber bunu ona haber verince eşi: 'Bunu sana kim haber verdi?' dedi." (Tahrîm: 3)
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ-nın haber verip vermediğini öğrenmek istedi.
Buna karşılık Resulullah Aleyhisselâm da:
"'Her şeyi bilen ve haberdar olan Allah haber verdi.' dedi." (Tahrîm: 3)
Resulullah Aleyhisselâm bu kadar söylemekle yetindi ve yine onların hoşnutluklarını düşündü. Bu sebeple onlarda gördüğü bazı dilekleri ve birbirlerine arka çıkmaları karşısında da başka bir şey yapmayıp sırf bir ibret dersi olmak üzere, bir ay müddetle onları kendi hallerine bırakarak bir yeminle yakın alâkadan mahrum etti. Büyük bir irfan sahibi olan Ezvâc-ı tâhirat'ın daha fazla ıslah olmaları için bu şekilde acı bir dersin olması gerekiyordu.
O kadının sıradan bir insanın hanımı olmayıp, kendisinin hassas bir mevkide olduğu yüce bir zâtın hanımı olması sebebiyle, Allah-u Teâlâ kıyamete kadar okunacak olan Kur'an-ı kerim'de bu hadiseyi anmıştır.
Bu ilâhî beyandan sonra Allah-u Teâlâ Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- ve Hazret-i Hafsa -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e hitaben Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"Eğer tevbe ederseniz, kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur." (Tahrîm: 4)
Resulullah Aleyhisselâm'a eziyet yapmış olmakla, kalb-i nebevî'lerini rencide etmişlerdi. Binaenaleyh bu halden dolayı kalpleri kaymıştı, düzelmesi için tevbe etmeleri gerekiyordu.
Maksat yalnız iki hanımın değil, Ezvâc-ı tâhirat iki grup halinde toplandıkları için, iki grubun hepsinin de kalplerine tembihte bulunmaktır.
"Şayet onun aleyhinde birbirinize arka çıkarsanız, hiç şüphesiz ki Allah onun mevlâsıdır. Cebrâil de, müminlerin sâlih olanları da, bunun ardından bütün melekler de ona yardımcıdırlar." (Tahrîm: 4)
Resulullah Aleyhisselâm'a karşı birlik olup cephe kurmak sadece kendilerine zarar verir. Çünkü her şeyden önce onun sahibi ve yardımcısı Allah-u Teâlâ'dır. Hem de Ruh'ul-emin olan ve ona vahiy getiren Cebrâil Aleyhisselâm da onun yardımcısıdır. O iki hanımın babaları Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- ve Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-den her biri, müminlerin iyi olan her ferdi onun yardımcısıdır.
Allah-u Teâlâ Cebrâil Aleyhisselâm'ın şânını yüceltmek ve Allah katındaki makamını açıklamak için tek olarak andığı gibi; sâlih müminleri şereflendirmek ve sâlih olmanın faziletini yüceltmek için de onları meleklerden önce zikretti.
Allah-u Teâlâ'nın, Cebrâil Aleyhisselâm'ın ve sâlih müminlerin muhabbetle yardımlarından sonra, bütün melekler de onun yardımcısıdır.
Bütün mânevî ve maddî kuvvetlerin desteğine, sevgi ve yardımına kavuşan bir zâta karşı çıkmanın nasıl bir felâkete yol açacağını düşünerek, böyle bir durumdan bütün müminlerin erkek ve kadınları korunup sakınmalıdırlar.
Daha sonra Allah-u Teâlâ Ezvâc-ı tâhirat'ı korkutmak için şöyle buyurdu:
"Eğer o sizi boşarsa, Rabb'i ona sizden daha iyi, kendini Allah'a veren, inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verir." (Tahrîm: 5)
Bu hitâb-ı ilâhî hanımlarının hepsinedir.
Onlar "Müminlerin anneleri" ünvanına sahiptirler. Resulullah Aleyhisselâm'ın sevgili ve itaatli hanımları olmaları sebebiyle yeryüzünde onların dengi olabilecek, onlardan daha hayırlı kadınların olabileceği düşünülemez. Eğer eziyet ve isyan ederler de, Resulullah Aleyhisselâm onları boşayacak olursa; o zaman bu hususiyetleri kalmaz ve onların yerine gelecek, her hususta itaat edecek, onun rızâsını ve sevgisini kazanacak olan hanımlar, onlardan daha hayırlı olmuş olurlar.
Âyet-i kerime'de "Peygamber hanımları"nda bulunacak vasıflar öz bir şekilde ifade edilmiştir.
İlk vasıf; şirkten uzak olarak, Allah-u Teâlâ'nın birliğini ve Resulullah Aleyhisselâm'ın hakikatini kabul edip, Allah-u Teâlâ'nın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın emirlerine boyun eğmek, teslim olmak.
İkincisi; diliyle de söylediği gibi, kalbiyle de tasdik ederek içi dışı müslüman olmak.
Üçüncüsü; cân-u gönülden itaat etmek.
Dördüncüsü; en küçük bile olsa, kusur ve günahlardan dâima tevbe edip sakınmak.
Beşincisi; gerek farz gerekse nâfile ibadetlere devam etmek.
Altıncısı; dünya hayatını bir yolculuk bilip, geçim hususunda bir yolcu gibi olduğuna kanaat ederek oruç ve riyazeti ahlâk dinip, Allah-u Teâlâ'nın mükâfat ve cezasını düşünmek.