Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (87) - Öz Kardeşlik - Ömer Öngüt
Öz Kardeşlik
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (87)
Dizi Yazı - İnciler ve Hatıralar
1 Mayıs 2018

 

Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (87)

 

Bazı İncelikler:

Güzel Yaratıcı'nın, güzel emirlerine bakarsak, güzel yolda yürürsek dilerse bir gün kendisine de ulaştırır. Fakat hiç şüphe yok ki bir mektepte dersler vardır. Mânevi mektebin dersleri ise daha çoktur ve daha incedir.

Binaenaleyh birçok insanın ömrü "Fenâfişşeyh"e dahi varmaya yetmez. Bugün için yetmiyor. Niçin? Bugün, çok çalışmak var az yemek var; bereketsiz. O'nun ihsan ettiğinin haricindekilerin Fenâfişşeyh'e dahi varması çok zordur.

Bunların hepsi kitaplarda var. Hamd-ü senâlar olsun, bütün incelikler kitaplarda serilmiştir. Fakat kimisi çalışıyor, kimisi cihad ediyor, kimisi dünya ile meşgul olduğu için o nura dönemiyor. Bu sefer bilgisi de az oluyor, mânevi çalışması da az oluyor. Hiç olmazsa Allah'ım bizi yolundan bari ayırmasın.

Yola sarılan, ipe sarılmış olur. İpi gevşek tutan kopmuş olur. Kervan gidiyor, nasibi olan gider.

Terakki şekli şöyledir:

İnsan bayıra doğru adım atarken, yavaş yavaş yükselir. Yükselir, yükselir bir noktaya gelince durur. İmtihana tabi tutulur. Herkes bir imtihandan geçmektedir. Kişi dininde kuvvetli ise imtihanı arttırılır. Derecesine göre; kimisi her an imtihandadır, kimisi ara sıra, kimisi de pek seyrek imtihana tabi tutulur. Her an imtihana tabi tutulanların Allah-u Teâlâ ile her anının ipi gergindir, diğerlerinin gevşektir, bazılarının daha gevşektir.

Eğer Allah-u Teâlâ onu ezelden nasiptar etmişse, oradan yavaş yavaş boynunu büker, aşağıya doğru iner. Diğeri; "Oldum!" der, şeytanın kucağına düşer. Atlı karıncaya biner, "Uçuyorum!" der, ama şeytanın uçurduğunu bilmez. Diğeri de tevâzulu bir şekilde yukarıdan aşağıya iner. Hiçliğini, acizliğini idrak ede ede, yavaş yavaş terakkiye başlar. Ötekisi de; "Oldum!" havasında olur. Hakikatten oldu ama şeytanın askeri oldu. Rabb'im muhafaza buyursun...

Yâsin-i şerif'in sırrı açılmasın diye; "Evet bu sadece Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e aittir" dedim ve kapattım.

Halbuki bu yalnız Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e ait değildir. Bütün kâinat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in nuru, ondan başka bir şey yok. Ama, onun nurunun nuru da o nuru taşıyor. Anlatabildik mi? Başka bir nur yok.

Bunu bir zaman şöyle ifşa etmiştik. Makâm-ı Mahmud'a Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'den başkası girer mi? denilince; tabii ki girmez dendi. Girer Hocaefendi, tozlar girer. Nasıl girer? Kehribar tozu çeker. Ama o toz kehribardan, o kehribar da o tozdan. Yani o tozlar ondan. Onun için kehribar tozu çeker. Hangi tozu çeker? Kendi tozunu çeker, başka değil kendi tozunu çeker. Bunlar anlaşılmayan şeyler, sırrının sırrı.

 

Öz Kardeşlik:

"Zâhirî kardeşlik ana-babadan, mânevî kardeşlik Hazret-i Allah'tan gelir. Allah'tan gelen kardeşlik insanı Allah'a götürür. Ana-babadan gelen kardeşler daha dünyada iken anlaşamıyorlar ki; ahirete nasıl beraber gidecek? Küçücük bir madde sebebiyle hemen araları açılıyor. Niçin? Mânevî kardeşliğe sahip olmadıkları için.

Birisi Hakk'tan geldi, Hakk'a gitti. Diğeri nesepten olduğu için nereye gideceğini Allah bilir. Mânevî yakınlık maddi yakınlıktan çok yüksektir.

Bir gün Uludağ'da bulunuyoruz. Aklıma geldi ki, bir tek ablam var, onun için Hazret-i Allah'a sığınayım. Oturduğum yerden kalktım, üç-dört adım ileriye gittim ve Hazret-i Alah'a sığınarak münâcaatta bulundum. "Öz kardeşlerin için de duâ etsene!" buyuruldu. Ablamızın üvey olduğunu orada anlamış olduk. Çünkü ana-babadan geliyor."

 

Kısa, Öz ve Hikmetli Beyanlar:

İlk olarak gelen bir kardeş, bir gün evvel rüyâsında meydanda duran bir hazine gördüğünü söyledi.

Buyurdular ki:

"İki türlü hazine vardır, maddi ve mânevi. Maddi hazineler toprakta gömülüdür, aslında helâl de değildir. Onu hiçbir zaman arzu etmemelidir.

Mânevi hazineye gelince; Hazret-i Allah'ın ihsanı açıktadır. Görebilenler ve nasibi olanlar alır. Alanlar çalıştıkları nispette bu sermayelerini çoğaltırlar. Çalışmazlarsa sermayeyi de ellerinden kaçırırlar. Çok çalışmaya ihtiyaç var."

 •

"Kefenim, mezar tahtalarım dahi hazır. Niçin? Bir kızın kocaya gidip gitmeyeceği belli olmadığı halde çeyizi hazırlanır. Fakat bizim gideceğimiz kesin ve belli.

Şu halde hazır olalım, kimseye yük olmayalım. Her şeyin hazır olsun, bohçan yerinde olsun. Kefenini al, tahtalarını al, "Bu da benim çeyizim!" dersin."

 •

"Ne kadar muhtacız, ne kadar zavallıyız. Yaşıyoruz ama bu yaşama; ölüm mü, yaşamak mı belli değil.

Zavallı insan neler yapıyor, onu neler bekliyor! Çünkü yarın çukurdayız."

"Hazret-i Allah bazısına zenginlik, bazısına makam-mevki verir. Karşıdan görenler imrenir. Halbuki birçok kimseye bunları sevmediği için verir. Arzusunun son noktasına kadar erişsin, azabı da ona göre artsın."

"Bir insan zekât verdiği zaman; verdirdiği için, vasıta kıldığı için Allah-u Teâlâ'ya şükrediyorsa, verdiği zaman zevk duyuyorsa, zekât budur işte. Çünkü O sana verdi, ver diye!"


  Önceki Sonraki