Hiçbir şey yoktur ki ibtilâsız verilmiş olsun. Seneler önce, üzgün bir anımızda Şeyh Es'ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz'in bir kitabından bir sayfa açtık.
"Ey derdine derman arayan, yetmez mi sana derman için dert,
Derdine derman arar isen ölümü tercih et."
Mısraları karşımıza çıktı, bize büyük tesellî verdi. Meğer derman için dert kâfi imiş.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî -kuddise sırruh- Hazret-lerimiz'in beyanları da ne kadar güzel:
"Muhabbet erbabının yolunda âsâyiş bulunmaz,
Gönlü yanık âşığın hazzı elemlerdir."
Yol böyle, böyle kurmuşlar, böyle murad etmişler. Çünkü ihlâs ile sadâkat imtihanda belli olur. İnsanlar her zaman imtihandadır, ibtilâdadır. Kazanan kazanır, kaybeden kaybeder. Güzellik anında bakarsınız herkes güzel, ibtilâ anında ise kimin içinde ne varsa o meydana çıkar.
Kulluk imtihan neticesinde belli olur. Orduda bir subay büyük bir yararlılık gösterince, rütbesi bir anda yükseldiği gibi, bir kul da başına gelen ibtilâya sabrettiği zaman kulluğunu göstermiş, derecesi yükselmiş olur.
Seyr-ü sülûk esnâsında hedefe çabuk varmak için, insan bazen hususi imtihana tâbi tutulur, ibtilâya maruz bırakılır. Çünkü ibtilâ sâliki kendiliğinden ilerletir.
•
Bir hanıma: "Kaç kızımız var?" diye sorduk. "Çok efendim!" dedi. Biz de dedik ki: "İmtihanda belli olur." Meğer bu mevzu bir imtihandan ibaretmiş.
Herkes kendisini hesaba çeksin ve nerede olduğunu kendisi bilsin.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Onların kalplerinde hastalık vardır." buyuruyor. (Bakara: 10)
Kalplerinde maraz ve hastalık olanlar kendilerini bilsinler diye bunu yaptık.
Hayrın ve şerrin nede ve nerede olduğunu kişi bilemeyeceği için, Allah-u Teâlâ'ya sığınmaktan ve hakkında hayırlı olanı dilemekten başka bir çare yoktur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey, hakkınızda hayırlı olabilir ve hoşunuza giden bir şey de hakkınızda şer olabilir. Allah bilir siz bilmezsiniz." (Bakara: 216)
Hoşlanıp hoşlanmamak sadece bir duygudur. Sadece bununla iyilik ve kötülük, yarar ve zarar bilinemez. İnsan aklı iyiye ve kötüye, güzele ve çirkine tam olarak vâkıf olamaz. Vâkıf olan Allah-u Teâlâ'dır.
İnsanın teslimiyeti tam olursa, bir dere geçileceği zaman, onu geçmeden önce hazırlarlar. "Geç!" denildiği zaman düşünmeden geçer. Halbuki o geçmemiştir, önceki hazırlıktan ötürü geçirilmiştir. Fakat hazırlıklı olmayanın karşısına küçücük bir dere çıkar. Ona "Geç!" derler. "Ben burada düşerim!" der. "Düşerim!" dediği anda düşer zaten.
İnsanlar hep imtihandadır. Allah-u Teâlâ'nın kişiyi ne ile imtihana çekeceğini bilemez. İmtihandan sonra gösterilecek teslimiyete göre kişi derecesini alır. Kimin ne derece teslimiyet gösterdiğini ancak Yaratan bilir.