İdris Aleyhisselâm; Şit Aleyhisselâm'ın neslinden olup, Nuh Aleyhisselâm'ın babasının ceddidir. Kur'an-ı kerim'de adı geçen peygamberlerdendir. Nübüvvet ve risâletine kesinlikle inanılması gerekir. Zira Allah-u Teâlâ onun hem nebi hem sıddık olduğunu haber vererek bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:
"Kitap'ta İdris'i de an, çünkü o sâdık bir peygamberdi." (Meryem: 56)
Her nebi sıddıktır, fakat her sıddık nebi değildir.
Zamanındaki bütün yeryüzü halkına peygamber olarak gönderilmiş, Allah-u Teâlâ kendisinden öncekilerin bütün ilimlerini şahsında toplamış ve buna ilâve olarak da ilâhî bilgileri ihtivâ eden otuz sayfalık kitap (Suhuf) göndermiştir.
İnce sesli, yumuşak sözlü idi.
İnsanları Âdem Aleyhisselâm'ın, Şit Aleyhisselâm'ın dinine aykırı hareket etmekten sakındırmış; halkı tevhide, yaratana kulluk yapmaya, şeytana karşı çıkmaya, ahiret azabından kurtulmak için dünyada sâlih ameller işlemeye dâvet etmiştir. Pek az kimse ona itaat ederken, çoğunluk muhalefet edip yalanlamışlardır.
Nuh tufanını ümmetine haber vermiştir.
Kalemle ilk defa yazı yazan, harfleri icat eden zât odur. Kendisinden önce insanlar giyim olarak hayvan postları kullandıkları halde, o iğne ile elbise dikmeyi icat etmiş, insanlara giyinmeyi öğretmiş, ilk olarak silâh yapmış, ilk kez yıldızlar üzerinde düşünmüş, hesap ilmini gözden geçirmiştir.
Terazinin de mucidi idi. Tıp, astronomi ve fen sahasında da maharetlerinden bahsedilmektedir.
Demiri de ilk defa o icat etmiş, ondan âletler yapmış, ziraati geliştirmiştir.
Bir nebi olarak ilk defa ata binip, Kâbil'in ifsatçı ahfâdına karşı "Allah yolunda cihad"a girişen de odur.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre; akşam olduğunda yeryüzünde ameli İdris Aleyhisselâm'dan daha üstün hiç kimse bulunmuyordu.
İbadet etmek için ilk defa evler bina etmiştir.
Ulvî hayat, süflî hayat.
Ulvî hayatı yaşayanlar öyle kimselerdir ki, gözleri yaşlıdır, boyunları büküktür, karınları açtır. Fakat gönül cennetinde yaşarlar. Yaşadıkları hayatı hiç kimse bilmez ve bu ulvî hayatı hiçbir hayata değişmezler. Dışarıdan gören onlara acır, onlar da dışarıdakilere acır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulur:
"Peygamber'e indirileni dinledikleri zaman; Hakk'ı tanıdıklarından ötürü gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.
Derler ki: Rabb'imiz! Biz iman ettik, bizi de şâhit olanlarla beraber yaz!" (Mâide: 83)
Bu ulvî hayatı yaşayanlar dünyada gönül cennetinde oldukları gibi, ahirette de Allah-u Teâlâ'nın lütfuna ihsanına mazhar olmaya en lâyık olan kimselerdir.
Süflî hayata gelince; bu hayatı yaşayanların gayesi yeme-içme, giyme-gezme, mukarenet ve buna benzer dünyevî zevklerdir. Bu hayat da kabre kadar gider, kabirden sonrasını Mevlâ bilir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha şaşkın haldedirler." (Furkân: 44)
•
Allah-u Teâlâ'nın sevdiği kulu üzerinde en büyük lütufları nelerdir?
Birincisi; Allah-u Teâlâ'nın sevdiği kulunun üzerinde en büyük lütfu "Kulum" demesidir. Bir insanın "Ben kulum" demesi kıymet ifade etmez, Yaratan'ın ona:"Kulum" demesi kıymet ifade eder. Asıl maksat da budur. Bunun için fakir her fırsatta der ki:"Ben hâlâ:'Allah'ımın kulu, Habib'inin ümmetiyim.' diyemedim. 'Allah'ım ne olur, Zât'ına kul Habib'ine ümmet et!' diye niyaz ediyorum, yalvarıyorum."
Yaratan'ın mahlûkuna: "Kulum" demesinin yanında İbrahim Aleyhisselâm'a lütfettiği gibi:"Halilim" demesi, Muhammed Aleyhisselâm'a lütfettiği gibi:"Habibim" demesi, "Sevgilim" demesi vardır. Bu beyan devam eder efendiler, kıyamete kadar devam eder. Bu lütuf da yine Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in yüzü suyu hürmetinedir.
İkincisi; Allah-u Teâlâ'nın sevdiği kulunun üzerindeki en büyük lütuflardan birisi de kuluna "Selâm etmesi"dir.
Meselâ: "Veselâmün alel-mürselin = Peygamberlere selâm olsun!" Bilen için anlayan için bu ne büyük bir ihsandır. Allah-u Teâlâ hiç ummadığınız bir kula selâm eder. Bütün bunlar Resulullah Aleyhisselâm'ın yüzü suyu hürmetine, onun vârislerine bahşedilen gizli lütuflardır. Çünkü üzerindeki emanet Resulullah Aleyhisselâm'ın emaneti olduğu için, o sevgilinin nurunun üzerinde olduğu için, Allah-u Teâlâ onu bu gizli sırlara mazhar eder. Bir mahlûk için bu, tasavvura sığmayan lütuflardan birisidir. Ve bu lütuf kıyamete kadar devam eder.
Üçüncüsü; Bir mahlûkuna en üstün lütuflardan üçüncüsü de, Cemâl-i bâkemâli ile müşerref etmesidir.
Diyeceksiniz ki buna imkân var mı? Var efendim. Çünkü Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh-: "Ben Allah-u Teâlâ'yı gördüm, başka bir şey görmedim." buyurdu.
Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh-in yolunda olanlara Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in yüzü suyu hürmetine, Allah-u Teâlâ lütfuyla kime dilerse ona gösterir.
Bir mahlûk gerçek mânâda Hazret-i Allah ve Resul'ünde fâni olursa, Allah-u Teâlâ dilediği şekilde tecellî eder. Aslında O'ndan başka hiçbir şey yok zaten.
Hakikatimi gördüğüm zaman, itimad edin kendimi zerre kadar değersiz bir mahlûk olarak görüyorum. Gözümle görüyorum, anlatma ile değil.
•
Bir kulun Hakk'a ulaşması, Hakk'ın o kulunu kendi tarafına çekmesi ile mümkündür. Hiçbir kimse kendi kendiliğiyle Hakk'a ulaşamaz.
Cezbe irfan ehlinin kalplerini tahrik eder; âşıkların gıdası, Hakk yolcularının zevk ve safasıdır. Şüphesiz bu da muhabbet ile kaimdir. Çünkü her şey sevgi ile mümkün olur. Aşk öyle bir lütuftur ki, ifadeye sığmaz. Hakk'tan geldiği için Hakk'a ulaştırır.
Mahviyyet de öyle bir lütfu ihsandır ki Hazret-i Allah'a kavuşturur, zira bunlar kime verilmişse, Hâlik ile mahlûk arasındaki perdeleri kaldırır, bütün sıfatları, dilekleri kül eder.
Aşk ateştir, aşk lezzettir, Hakk'a ulaşmak için güç kaynağıdır.
Mevlânâ Câmi -kuddise sırruh- Hazretleri buyurur ki:
"Mecâzi de olsa aşk ve sevgiden yüz çevirme, vaz geçme, zira o hakiki aşka ulaştırmak için bir vasıtadır, köprüdür."
Âşık olanın elem ve mihnete alışması lâzımdır. Çünkü sevilen, sevenin başkası ile meşgul olmasını istemez.
Sevdiği kulunun kalbini başka bir yere çevirmesini istemez. Sevilen her ne kadar ezâ-cefâ ederse de sevgisinde samimi olan âşık bunları hoş karşılamalıdır.
"Sevgilinin yaptığı her şey sevimlidir."
Aşıka en tatlı gelen şey, sevgilisi için yanmaktır. Mânen gıdalanmak elbette aşkullah ve muhabbetullaha bağlıdır. Aşk ve muhabbetin kemaline erenler, Mahbub-u hakiki ile olmaktan ve O'na hizmetten başka hiçbir şey düşünmezler. Müminlerin kalp gözlerini açarak, onları marifetin nuru ile Rızây-ı Bâri'sine eriştiren Hazret-i Allah'a sonsuz şükürler olsun.