Kemâleddîn Abdürrezzâk el-Kâşânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerhü'l-Kâşânî" adlı eserinin bir noktasında, Hâtemü'l-enbiyâ'nın bâtın ve hakikatına vâris olan Hâtemü'l-evliyâ'nın, ilmini elde etme hususunda herhangi bir peygamber ya da velinin istimdâdına muhtaç olmadığını; aksine, bütün ilimlerin kaynağı olan bu has velâyeti elinde bulundurduğu için, bütün peygamberlerin ve velilerin onun imdâd ve istimdâdına muhtaç olduğunu beyan buyurmuştur:
"Onun (Hâtemü'r-rusül'ün) velâyeti ile ilgili yönü, risâlet ve şer'î nübüvveti ile ilgili yönünden daha üstün olup; Hâtemü'r-risâle, hakikati yönünden Hâtemü'l-velâye'dir. O velâyetin Hâtem'i olması bakımından hem bu ilmin, hem de bütün velilerin ve peygamberlerin ilimlerinin kaynağıdır. O ise onun, kendisine gönderileceği 'Makâm-ı mahmûd'dur.
Bunu bil ki, onun ilminde başkasına muhtaç olduğu zannına kapılmayasın!"
("Şerhü'l-Kâşânî alâ Fusûsu'l-Hikem"; Ayasofya, nr.: 1901, vr. 21a)
İlmin kaynağı "İlmullah" tır. Yani onun hiç kimseye ihtiyacı yok, ezelden öyle koymuş.
Bunun gizli sırrını daha evvel arzetmiştik. Kandilleri O yaratmış, O kandillere dilediğini O koymuş. Kaynak oradan geliyor. Allah-u Teâlâ bizzat kendi lütuf desteği ile desteklediği için böyle oluyor ve daha mühim oluyor. Mahlûk dediğin bir tulumdan ibarettir!
Zâhir buna vâris değildir, çünkü Hakk'ı dışarıda arar. Vâkıf olmadığı gibi bilmez de. Niçin? Hakk'tan geldiği için, gizli bir ilim olduğu için...
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî'de buyurur ki:
"Sonra ben yüzümle onlara yönelirim. Yüzümle yöneldiğim bir kimseye neyi vermek istediğimi, herhangi bir kimsenin bileceğini mi sanırsınız?" (Hâkim)
Binaenaleyh Hâtemü'l-evliyâ'ya ihsan buyurulan her lütuf gibi, bâtınına yerleştirilen "İlm-i İlâhi" de bir esrâr-ı ilâhi'dir; Hadis-i kudsî'den anlaşılacağı üzere herhangi bir kimsenin dışarıdan bu esrarı çözmesi mümkün değildir. Değil sıradan bir kimsenin, büyük velilerin dahi bu ilmi çözemeyeceği, Evliyâ-i kiram Hazerâtı'nın yukarıdaki beyanları ile sabittir.
•
Yedi yüz küsür sene önce yaşamış olan Abdürrezzak-ı Kâşânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fusûsü'l-Hikem" deki gizli mânâları açmak üzere "Şerhü'l-Kâşânî alâ Fusûsü'l-Hikem" adında bir şerh yazmış, eserinin 34. sayfasında, Hâtem-i veli'nin ilmine işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"Bütün Resuller bu ilmi eğer Hâtemü'r-rüsul olan zâttan elde ediyorlarsa, Hâtemü'l-evliyâ olmak hasebiyle bu zât dahi onu kendi Sırr'ının mişkâtından almaktadır. Öyle ki bütün Resuller ile bütün veliler nurlarını en sonunda Hâtemü'l-evliyâ'dan almış olurlar."
Niçin? Onun kademi olduğu için.
Bu zât-ı muhterem de Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin beyanlarını teyid ediyor. Onun içindir ki, siz bu mevzular karşısında şaşırmayın, bocalamayın.
Üç yüz sene kadar önce yaşayan, tasavvuf tarihinin en seçkin simâlarından biri olan ve iki yüze yakın eseri bulunan Abdülgânî Nablusî -kuddise sırruh- Hazretleri "Cevâhirü'n-Nusûs" adlı eserinde, velâyet ilimlerinin alındığı asıl kaynak olan Hâtemü'l-velâyet kandili ile ilgili olarak şu malûmatı vermiştir:
"Kıyamet gününe kadar her devirdeki veliler bu ilmi ancak Hâtem-i veli'nin, o zamandaki velâyet kandilinin nûrundan görebilirler." (Cevâhirü'n-Nusûs, s: 36)
Hazret eserinde:
"Âdem su ile toprak arasında iken ben Peygamber idim."
Hadis-i şerif'inin tefsir ve izâhını yaparken, mevzunun bir noktasında, Hâtem-i velâyet mevzusu ile ilgili en gizli sırlardan birisine temas ederek şöyle buyurmuştur:
"Bahsettiğimiz türlerden üçüncüsü olan Hâtemü'l-evliyâ da veli iken, Âdem henüz su ile toprak arasında idi. Çünkü o, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in kademi üzerindedir." (Cevâhirü'n-Nusûs, s: 38)
Bu ilâhî bir lütuftur, beşere âit değildir. O zaman verilmiş, o zaman lütfedilmiş, bütün bu sırlar işte oradan geliyor.
Allah-u Teâlâ bu zevât-ı kiram'a neler göstermiş, gördüklerini kaleme almışlar.
Bâli-i Sofyavî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fusûsu'l-Hikem Şerhi" nde, Hâtemü'l-evliyâ'yı:
"Zâtiyyet hazinelerinin anahtarlarını elinde bulunduran zât..." olarak vasıflandırmıştır. (Şerh-i Fusûsu'l-Hikem-i Bâlî, s: 39)
"Hazret-i Allah'a âit olan gizli sırları ifşâ eden." mânâsına gelir.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-evliyâ olan zât hakkında velilerin imamı ve reisi mânâlarına gelen "İmamü'l-velâye" ve "Reisü'l-velâye" tâbirlerini kullanıp, onun "Peygamberliğe çok yakın bir makamda olduğuna" dikkati çekmiştir. (Hatmü'l-Evliyâ)
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-evliyâ olan zâtın, Allah-u Teâlâ'nın emri ve hükmü ile yürüyeceğini bin sene öncesinden haber vererek şöyle buyurmuştur:
"Hâtemü'l-evliyâ, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in yolunda, onun nübüvveti ve Allah'ın mührü ile yürür." (Hatmü'l-Evliyâ)
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususu bir tek kelime ile söylüyor ve:
"Onun iradesi kendi elinde değildir." buyuruyor. (260. Mektup)
Onu Allah-u Teâlâ yürütür.
Rabb'ime sonsuz şükürler olsun, Nur'una da sonsuz salât-ü selâmlar olsun!