Kemâleddîn Abdürrezzâk el-Kâşânî -kuddise sırruh- Hazretleri ise, "Şerhü'l-Kâşânî alâ Fusûsi'l-Hikem" adlı eserinde, Hâtemü'l-evliyâ olan zâta ihsan buyurulan ilmi Hâtemü'l-enbiyâ Aleyhisselâm'ın bizzat kendi bâtınından, peygamberlerin ve velilerin ise Hâtemü'l-evliyâ mişkâtından elde ettiklerini beyan etmiş; peygamber olarak zuhur eden Hâtemü'l-enbiyâ'nın zâhir sıfatıyla izhar edemediği bu ilmi, onun bâtınıyla zuhur edecek olan Hâtemü'l-evliyâ'nın izhâr edeceğini haber vermiştir.
Buyurur ki:
"Resullerin hepsi bu ilmi Hâtemü'r-rüsul'den elde etmiş; Hâtemü'r-rüsul de, aynı zamanda Hâtemü'l-evliyâ olması bakımından, onu kendi bâtınından elde etmiştir. Lâkin risâlet vasfı kendisini ondan menettiği için onu izhâr etmemiştir. O'nun bâtını Hâtemü'l-evliyâ sûretinde zuhûr edince onu izhâr eder. Velhâsıl, resullerin ve velilerin hepsi de onu ancak, Hâtemü'l-evliyâ mişkâtından görebilirler."
("Şerhü'l-Kâşânî alâ Fusûsi'l-Hikem"; Ayasofya, nr.: 1901, 20b-21a yaprağı)
Allah-u Teâlâ öyle koymuş, oraya koymuş. Hem nasıl bir kandile koymuş? Hiçbir şey bilmeyen bir kandilin içine koymuş. Kimsenin ümit etmediği bir kandilin içine koymuş. Bunun bir sırrı da azamet-i ilâhîyi bilmeleri ve görmeleri içindir.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf ve kerem sahibidir." (Âl-i imrân: 74)
Nitekim İmâm-ı Şârânî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin mürşidi, ümmî bir zât olan Ali Havâss -kuddise sırruh- Hazretleri de Hâtemü'l-enbiyâ ve onun kâmil vârisi Hâtemü'l-evliyâ'dan haber vererek şöyle buyurur:
"Bu ümmette iki hâtem vardır ki, bunlar kâffe-i rütbe ve makâm-ı cami'dirler (bütün rütbe ve makamları üzerlerinde bulundurmaktadırlar) ve her bir makamata (makamlara) vâristirler. Bunlar ehâdiyet cemiyeti (çoklukta birlik) ile ve gerekse vâhidiyette (vahdette) müstağrak kalmışlardır (gark olmuşlardır). Bunların imdat ve istimdatları (yardımları) ehâdi (tek) olsun, vâhidî (bir) olsun, avâlim-i mutlaka ve mukayyedeyi (mutlak ve kayıtlı âlemleri) ihata eder. Hatta ne kadar veli gelmiş ve gelecek ise bunların hepsi feyizlerini ve medetlerini bu iki zâttan almaktadırlar.
Bunlardan biri Hâtem-i Enbiyâ, diğeri de Hâtem-i Evliyâ'dır."
("Kitâbü'l-Cevâhir ve'd-Dürer"den naklen)
Allah-u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm'ı halketmezden evvel bu iki hatemi halketmiş ve bu iki kandile nasiplerini koymuş, gelen bu iki kandilden alacak. O ikinci kandilin suyu da aslen oradan geliyor.
•
Şeyh Abdürrezzâk el-Kâşânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerhü'l-Kâşânî alâ Fusûsu'l-Hikem" adlı kitabında; kendisini nübüvvet duvarını tamamlayan son tuğla sûretinde gören Hâtemü'l-enbiyâ Aleyhisselâm'a nisbetle; Hâtemü'l-evliyâ'nın da kendisini, velâyet duvarını tamamlayan altın ve gümüşten yapılmış iki tuğla sûretinde göreceğini beyan buyurmuştur:
"Rüyâ misâl âlemiyle ilgili olduğu için, o kendisinden sözettiğimiz şeye göre meydana gelen; her hakîkatin biraraya toplanış sûretiyle ilgili bir temsildir.
Peygamber Aleyhisselâm'ın kendi peygamberliği hakkındaki durumu, nübüvvet duvarı ancak kendisiyle kemâle eren tek bir tuğla şeklinde temsîl olunmuştu. Velâyet sûreti ile zuhûr etmeyince de, yalnız Hâtemü'l-enbiyâ olmuştu. Daha sonra ise onun, onu izhâr edeceği için Hâtemü'l-evliyâ'dan uzak olmayan, velâyet tarafı ile ilgili olan yeri temsil edilecektir.
Velâyet'in Hâtem'i, kendi makamını altın bir tuğla sûretinde görürken; Hâtemü'r-rüsûl'ün şeriatıyla meşrûiyyet kazanmasından ötürü, zâhir sıfatı yönüyle, onun makâmını ise gümüş bir tuğla sûretinde görür. Zira o, ona tâbî olduğu zâhir sûretiyle değil, bâtında Allah'tan alma hususunda Muhammedî şerîata tâbi biri olarak zuhur edecektir. Lâkin onun, suret yönüyle ilgili olan benzerliği de temsil edilmiştir.
Ay nûrunu güneşten elde ettiği gibi; onlar (veliler) de onun velâyetini kaynak edinip ondan istifade ettikleri için, onun velâyetine 'Velâyet-i şemsiyye' (Güneş velâyeti) adı verilir; diğer velilerin velâyeti ise 'Velâyet-i kameriyye' (Ay velâyeti) diye isimlendirilir."
(Şerhü'l-Kâşânî alâ Fusûsu'l-Hikem; Ayasofya, nr.: 1901, 21a-21b yaprağı.)
Hazret'in bu beyanlarından anlaşılıyor ki; Resulullah Aleyhisselâm'a âit o tuğlanın içinde Hâtem-i evliyâ da mevcuttu.
Binaenaleyh onda olan ona intikal etti. Oraya intikal ettiği için bu sefer intikal eden yerde kaldı. O altın tuğlanın içinde gizlilik var, o gizlilik de Hâtem-i evliyâ idi. Yani o tuğlanın içinde o da vardı. Asıl tuğlayı o tamamlayacak.
Bu intikalin küllîsi Resulullah Aleyhisselâm'a âittir. Fakat o nübüvveti ve risaleti kullandı, velâyeti kullanmadı. Amma o hepsine mazhardı. Velâyeti ona bıraktığı için, o da o altın tuğlaya dahil olmuş oldu. Bütün hususiyetler velâyettedir.