Muhterem Okuyucularımız;
Hazret-i Allah'ın Kur'an-ı kerim'de, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Hadis-i şerif'lerinde kati bir emirle yenilip-içilmesini, yapılmasını ve kullanılmasını yasakladıkları şeylere haram denir.
Allah-u Teâlâ rahmet ve merhametinin bir eseri olarak zararlı olan her türlü şeyi haram onun yerine ise güzel, temiz ve faydalı olan şeyleri helâl kılmıştır:
"O peygamber, kendilerine iyiliği emreder kötülükten meneder. Onlara temiz şeyleri helâl, çirkin şeyleri de haram kılar." (A'raf: 157)
"Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haram sebeplerle yemeyin." (Nisâ: 29)
Bu yasaklara riâyet etmeyenler dünyada şer'î cezâlara, âhirette ise ilâhi azaba müstehak olurlar.
Mutlak helâl ile haram olmasında hiç şüphe olmayan şeylerin yanında bir de şüpheli saha vardır. İslâm, bu gibi şüpheli şeylere düşmekten sakınmayı takvâ kabul etmiştir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadîs-i şerîf'lerinde buyuruyorlar ki:
"Helâl apaçık belli, haram da apaçık bellidir. Bu ikisinin arasında şüpheli noktalar vardır. İnsanların çoğu bunu bilmezler. Şüpheli şeylerden kaçınanlar, dinini ve namusunu korumuş olurlar. Şüpheli şeylere düşenler, yasak bir koruluğun etrafında hayvan otlatan ve her an için koruluğa düşmek ihtimâli olan bir çoban gibidir. Dikkat ederseniz her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allah'ın koruluğu ise haramlardır." (Buharî. Tecrid-i sarih: 48)
Şüphelilerden kaçınan insan harama girmez, helâl hudutları içinde kalır.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz "Siz asıl ibâdetten gaflet ediyorsunuz. O ise şüpheli şeylerden sakınmaktır." buyurmuştur.
İnsan şu üç noktaya dikkat edecek; yiyeceği lokmaya, söyleyeceği söze, atacağı adıma.
Bunlara dikkat etmez ise boşluktadır. Bunlara dikkat etmeden yaptığı hep boştur.
Lokma üzerine eğilmek, insanın ihlâs üzerine eğilmesine, mahviyet üzerinde durmasına, istikamet üzere gitmesine vesile olur. Cenâb-ı Hakk'ın lütufları bunlar.
İnsan lokmasını haramlardan süzecek ki kendisini de süzsünler. Süzmezse kendisini de süzmezler ve tortular arasında karışır gider.
Pirincin içinden küçücük bir taşı, dişimize dokunmasın diye ayıklıyoruz da haramla helâli nefsimiz ayırmaya lüzum görmüyor. Karnımıza ateş dolduruyoruz da farkında değiliz.
Sonra o haramlar içerde de kalmıyor. Evvelâ içimizi tahrip ediyor, sonra da kötülüğe tahrik ediyor.
Ne kaybediyorsak hep boğazımızdan kaybediyoruz. Boğaza bir süzgeç koymadıkça itimat edin hikmet husule gelmez.
Bugün helâl lokma yok mesabesindedir. Bu bakımdan az yemekte kurtuluş vardır. İnsan helâl kazanmak için bütün dikkatiyle çalışacak, bütün dikkatlerden sonra kazandığını yine şüpheli kabul edip, ölmeyecek kadar az yemeye gayret edecek ki, artık o zaruret olsun ve helâl olmuş bulunsun.
Zamanında imâm-ı Gazâlî -rahmetullahi aleyh Hazretleri; "Bundan sonra helâl lokma yok!" buyurmuşlar. "Peki sen ne yapıyorsun?" diye sormuşlar. "Ben mahmasa hâlinde yaşıyorum, ölmeyecek kadar yiyorum." diye cevap vermiş. O zaman haram da helâl oluyor.
Biz bunu cidden yapamıyoruz. Nefsimiz bizi sünepeliğe sevkediyor. Yularsız hayvan gibi her yere saldırıyor. Halbûki onu sımsıkı çevreleyebilirsek, sağa sola dalıp tahrip etmeyecek.
Rabb'imiz muhafaza buyursun şerrinden.
•
Baki esselâmü aleyküm, ve rahmetullah...
"İnsan şu üç noktaya dikkat edecek; yiyeceği lokmaya, söyleyeceği söze, atacağı adıma. Bunlara dikkat etmez ise boşluktadır. Bunlara dikkat etmeden yaptığı hep boştur. Lokma helâl ise ibadeti ile o lokma nur olur ve o nur hikmet husule getirir. Söyleyeceğin söz, yapacağın iş rızâ dahilinde olur. Lokma haram ise içerini tahrip eder, seni kötülüğe tahrik eder. Konuşursun, yaparsın hep zararına olur. Bizim en büyük yıkıntımız lokmadan oldu. Lokmamız helâl olsa, nikâhımız tamam olsa işler değişecek...
Ne kaybediyorsak hep boğazımızdan kaybediyoruz. Boğaza bir süzgeç koymadıkça itimat edin hikmet husule gelmez. Lokmayı süzdükçe O da onu kendisine çekiyor..."
Bir müslüman her şeyden önce helâl ve haram ahkâmını, Hazret-i Allah'ın hudutlarını öğrenmek ve tatbik etmekle vazifelidir.
Zira insan başıboş olarak gâye ve maksatsız yaratılmamıştır. Öyle olsaydı mükellef olmaz, yaptığı şeylerden mesul tutulmaz, ceza veya mükâfat görmezdi. Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"İnsan başıboş olarak bırakılacağını mı sanıyor?" (Kıyamet: 36)
Helâl ve haram ahkâmının en başında ise helâl kazanmak ve helâl lokma yemek, haram yemekten kaçınmak vardır.
Âyet-i kerime'de şöyle emir buyuruluyor:
"Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan gıdaların helâl ve temiz olanlarından yiyin. Şeytanın adımlarına uymayın. Zira şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Bakara: 168)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde:
"Helâli aramak, helâl kazanmak ve helâl yemek her müslüman üzerine farzdır." buyuruyorlar. (Taberânî)
Helâl kazanmak, helâl ve temiz olan şeylerden yemek ibadetten önce gelir.
Allah-u Teâlâ sâlih amelden önce helâl olan şeylerden yemeyi emrederek Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Ey peygamberler! Helâl ve temiz rızıklardan yiyiniz ve sâlih ameller işleyiniz." (Müminûn: 51)
Bir Hadis-i şerif'te de şöyle buyuruluyor:
"Haramlardan sakın, insanların en çok ibadet edeni olursun." (Tirmizî)
Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde;
"Duâ ibadetin kendisidir." buyuran Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz duânın kabul olunmasının da ancak helâl lokma ile mümkün olduğunu beyan buyurmuşlardır:
"Helâl yemek ye, duân kabul olsun." (Taberânî)
Binaenaleyh helâl lokma bu kadar önemlidir.
Önce helâlinden; el emeği, helâl ticaret gibi, haram yollara tevessül etmeden kazanç temin edilmesi şarttır. Sonra bu helâl kazanca fâiz gibi İslâm'ın şiddetle men ettiği haramlar karıştırılmamalıdır. Ve sonra helâl kazancımızla satın aldığımız gıdalara mutlaka dikkat etmemiz gerekiyor. Bugün en çok dikkat edilmesi gereken hususların başında yediğimiz etin besmele ile kesilip kesilmediği meselesi gelir. Helâl kazansak bile helâl paramızla haram yersek yine helâl ve temizi terketmiş oluruz.
Âyet-i kerîme'de:
"Allah size leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen hayvanı kesin olarak haram kıldı." buyuruluyor. (Bakara: 173)
Hazret-i Allah'ın sonsuz ve sayısız nimetleri ile merzuk oluyoruz. Eğer bu nimetler ruhumuza gıda veriyorsa, hemen ibadet ve taatte bulunmak isteriz. Nefsimize gıda veriyorsa kötülüğe meylederiz.
İşte bu yüzden helâl lokmayı kazanmak, helâl lokma yemek bu kadar mühimdir.
Müslümanların özellikle bu zamanda bu hususta çok daha dikkatli olmaları gerekmektedir. Zira birçok hazır gıda katkı maddeleri karıştırılarak üretilmekte, müslümanlara yasak edilmiş haram maddeler "katkı" adı altında gıdalarımızın içerisine karışmaktadır. Bu şekilde sağlıksız ve haram maddelerin karıştığı birçok ürün tüketime arzedilmektedir. Birçok kimse helâl kazancı ile haram gıda satın alıp yemektedir. Zira birçok gıdaya besmelesiz kesilen hayvanlardan ve domuzdan elde edilen katkı maddeleri karıştırılıyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, fâiz yemeyen kimse kalmayacaktır. Fâizin kendisini yemese bile tozunu yutacaktır." (Ebu Dâvud)
Bunun da sebebi, bugün ekseri insanlar fâizle iş görüyor. O alıp vermiyor amma, fâizci ile alış-veriş yaptığı için onun tozu ona dokunacak.
İşte bu zaman!
Kazanca fâiz, gıdalara haram ve hatta domuz karışıyor.
Bugün birçokları alınterini bankaya yatırıyor, yahut bankadan kredi kullanıyor, böylece helâl kazancına haram karıştırmış oluyor.
Bize düşen elimizden geldiği kadar bu haramlardan kaçınmaktır. Kazandığımıza, yediğimize içtiğimize dikkat etmektir. Bunun yolu da şüphelilerden kaçmaktan geçer.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadîs-i şerîf'lerinde buyuruyorlar ki:
"Helâl apaçık belli, haram da apaçık bellidir. Bu ikisinin arasında şüpheli noktalar vardır. İnsanların çoğu bunu bilmezler. Şüpheli şeylerden kaçınanlar, dinini ve namusunu korumuş olurlar. Şüpheli şeylere düşenler, yasak bir koruluğun etrafında hayvan otlatan ve her an için koruluğa düşmek ihtimâli olan bir çoban gibidir. Dikkat ederseniz her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allah'ın koruluğu ise haramlardır." (Buharî. Tecrid-i sarih: 48)
Şüphelilerden kaçınan insan harama girmez, helâl hudutları içinde kalır.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz "Siz asıl ibâdetten gaflet ediyorsunuz. O ise şüpheli şeylerden sakınmaktır." buyurmuştur.
Allah-u Teâlâ yaratmış olduğu nimetlerin helâl ve temiz olanlarını yemelerini bütün insanlara mübah kılmıştır.
İhlâsın husule gelmesi için evvelâ helâl yemek lâzım.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri:
"Yeryüzünde bulunan gıdaların helâl ve temiz olanlarından yiyin." buyuruyor. (Bakara: 168)
Hazret-i Allah yalnız helâl yiyiniz buyurmuyor da "Helâlin içindeki temizi bulun" buyuruyor. Bu mevzu bu kadar mühimdir.
Bir diğer Âyet-i kerime'sinde ise hususi olarak müminlere, rızıkların temiz olanlarını aramalarını ve onlardan faydalanmalarını emir buyurmuştur:
"Allah'ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yiyin, kendisine iman etmiş bulunduğunuz Allah'tan korkun." (Mâide: 88)
Çünkü sizin dünya saâdetiniz ve ahiret selâmetiniz ancak bu surette tecelli eder.
Lokma helâl olmazsa, ihlâs husule gelmez. Yapılanlar bir noktaya kadar gider, ihlâsa temas edemediği için orada durur.
Cenâb-ı Hakk'tan korkmak, emir ve nehiylerine ciddiyetle eğilmek ve takvâya bürünmek lâzım. Bunu yiyeceğim bunu yapacağım, hem de takvâ sahibi olacağım gibi düşünceler zandan ibarettir. Emre uyarsak islâmiyete uymuş oluruz. Yoksa İslâmiyet bize hiçbir zaman uymaz.
Allah-u Teâlâ mümin kullarına helâl ve temiz rızıklardan yemeyi emrettiği gibi, bu rızıklardan dolayı kendisine şükretmelerini de emir buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin. Eğer siz gerçekten yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin." (Bakara: 172)
Haram ve zararlı şeylerden kaçınmak farzdır. Allah'ın kulları olduklarını söyleyenler, temiz ve helâl olanı yerler, Rabb'lerine şükrederler, haram ve pis olan şeylerden kaçınırlar.
Diğer Âyet-i kerime'lerinde ise şöyle buyuruyor:
"Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve güzel olanlarından yiyin." (Bakara: 57 - A'raf: 160 - Tâhâ: 81)
Rızıkların helâl olanlarından yiyerek hayatınızı geçirin ve bu nimetlerin kadrini kıymetini bilin.
Bunların yaratılmaları sizin faydanız içindir.
Allah-u Teâlâ evvelâ Peygamberân-ı izâm Hazerâtı'na sâlih amelden önce helâl olan şeylerden yemeyi emrederek, helâli ve temizi aramalarını, ümmetlerine helâl lokma hususunda numune olmalarını emretmiş ve Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:
"Ey peygamberler! Helâl ve temiz rızıklardan yiyiniz ve sâlih ameller işleyiniz. Doğrusu ben, ne yaparsanız hepsini bilirim." (Müminûn: 51)
Bu durum gösteriyor ki gıdalarda aranan maddî ve mânevî temizlik şartı, tâ Âdem Aleyhisselâm'dan beri ilâhî hüküm olarak konulmuş ana prensiplerden biridir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek aslâ yememiştir. Allah'ın peygamberi Davud Aleyhisselâm da kendi eliyle kazandığını yerdi." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 967)
Çalışmak çok iyidir. Çalışan insan muhtaç olmaz, yük olmaz, birçok faziletleri vardır. İbadetin onda dokuzu helâl lokmada olduğuna göre, en mühimi helâl lokmadır. İnsan çalışmasına çok güzel dikkatle eğilecek ki, ibadetinde ihlâslı olsun.
Hadis-i şerif'te:
"Yediğinizin en temizi kendi kazancınızdan olandır." buyuruluyor. (Ebu Dâvud)
Helâl yiyenlerin içleri nurlanır, bu nurdan hikmet husule gelir. Hikmet ehlinde en güzel iş ve icraatlar zuhur eder.
Kur'an-ı kerim'de haber verildiğine göre Ashâb-ı Kehf Hazerâtı mağarada asırlarca uyuyup mucizevî yolla uykularından uyandığı zaman yiyecek ve ihtiyaçlarını gidermek için şöyle dediler:
"Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size yiyecek getirsin." (Kehf: 19)
Yani şehir halkından hangisinin yiyeceği temiz, helâl ve ucuz ise seçsin, ondan bize azık alıp getirsin.
Görüldüğü üzere helâl ve temiz mevzusu bu kadar mühim bu derece hassas ve ince bir mevzudur.
Haramlar, duâ ve ibadetlerin kabulüne mâni olur.
"Yâ Resulellah! Allah'a benim için yalvarıver de, duâsı makbul olanlardan olayım." diyen bir zâta Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Helâl yemek ye, duân kabul olsun." buyurmuşlardır. (Taberânî)
Haram yemek, şeytanın izine tâbi olmak ve cehenneme yuvarlanmak demektir.
Yine Hadis-i şerif'lerinde:
"Bir insan ki, büyük bir iştiyâkla, (Hacc veya Umre için) yola çıkar. Birçok eziyetlere katlanır, toz toprak içinde kalır. Ellerini semâya doğru açıp Yâ Rabb'î, Yâ Rabb'î diye yalvardığı halde, yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve her türlü gıdası haramdır. Böyle bir adamın duâsı nasıl kabul edilir?" buyuruyorlar. (Müslim)
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz de, kölesinin haram kazancından olan sütü bilmeden içince, boğazına parmak salarak istifrâ etmeye başlamış, neredeyse ölecek hale gelmişti. Daha sonra "Allah'ım! Midemde kalıp damarlarıma karışan kısmından sana sığınırım." diye duâ etti.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz yanlışlıkla zekât develerinin sütünü sehven içtiği zaman, parmağını ağzına sokarak istifrâ etmiştir. "Biz harama düşeriz korkusuyla helâlin onda dokuzunu terkederdik." sözü ne kadar düşündürücüdür.
İmam-ı Âzam -rahmetullahi aleyh- Hazretleri'nin yaşadığı dönemde, Irak'ta Bâdiye sürülerinin koyunları ile Kûfe'nin koyunları birbirine karışmış, koyun sahiplerinin hukuku ayırt edilemeyecek bir şekle girmişti. Hazret bu koyunların etlerini yemeyi takvâya aykırı sayarak koyun cinsinin ortalama kaç sene yaşadığını sormuş, yedi sene yaşadığının bildirilmesi üzerine tam yedi sene ağzına koyun eti koymamıştır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde:
"Helâli aramak, helâl kazanmak ve helâl yemek her müslüman üzerine farzdır." buyuruyorlar. (Taberânî)
İslâmiyet gizli veya açık harama giden bütün yolları kapatmıştır. Harama götüren, harama yardım eden her şey haramdır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyurmuşlardır:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi kazandığı malın helâlden mi haramdan mı olduğuna aldırış etmeyecektir." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 962)
İşte o gün bugündür!
Haram yiyenin gözlerine siyah bir perde çekilir, artık helâli ve haramı ayırdedemez olur. Rotu çıkmış araba gibi, kime-neye çarpacağı belli olmaz.
Haram, insanın içini karartır. Haram yiyen kişiden iyi işler beklemek boştur. Çünkü küpün içinde ne varsa dışına o sızar.
Bir Hadis-i şerif'te de şöyle buyuruluyor:
"Haramlardan sakın, insanların en çok ibadet edeni olursun." (Tirmizî)
İman etmek, son derece takvâ sahibi olmayı gerektirmektedir. Her şeyde takvâ lâzımsa da, yeme-içmede daha çok lâzımdır.
"Helâl lokma aramak ve onunla karnını doyurmak, cihâd gibi sevap kazandırır." (Camius-sağir)
"Takvâ ve tâat için mal ve servet, müminlere ne güzel bir yardımcıdır." (Münâvî)
"Bir senelik hayatına yeterli olan azık, insanın diyânetine ne güzel bir yardımcıdır." (Münâvî)
"Salih adam için helâl mal ne güzeldir." (Ahmed bin Hanbel)
İbadetin onda dokuzu helâl lokmada arandığına göre, helâl ve haram üzerinde inceden inceye durmak gerekiyor.
Bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:
"Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ kıskanır. Allah-u Teâlâ'nın kıskanması kuluna haram kıldığı şeyleri kişinin yapmasındandır." (Buharî)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretlerimiz 1988'de yayınladıkları "Sözler ve Notlar 1" isimli ilk eserinde "Helâl Lokma"yı hususiyetle ele almışlar ve şöyle buyurmuşlardır:
"İbadetin onda dokuzu helâl lokmada arandığına göre, demek ki insanın ilk önce lokma üzerine eğilmesi gerekir. Bu farzı işledikten sonra, Hazret-i Allah dilerse onu lütf-u kereminden olarak Sünnet-i seniyye ile de ziynetlendirir. Fakat farzsız yapılan Sünnet-i seniyye noksandır, temelsiz eve benzer.
Lokma üzerine eğilmek, insanın ihlâs üzerine eğilmesine, mahviyet üzerinde durmasına, istikamet üzere gitmesine vesile olur. Cenâb-ı Hakk'ın lütufları bunlar.
İnsan lokmasını haramlardan süzecek ki kendisini de süzsünler. Süzmezse kendisini de süzmezler ve tortular arasında karışır gider.
Pirincin içinden küçücük bir taşı, dişimize dokunmasın diye ayıklıyoruz da haramla helâli nefsimiz ayırmaya lüzum görmüyor. Karnımıza ateş dolduruyoruz da farkında değiliz.
Sonra o haramlar içerde de kalmıyor. Evvelâ içimizi tahrip ediyor, sonra da kötülüğe tahrik ediyor.
Ne kaybediyorsak hep boğazımızdan kaybediyoruz. Boğaza bir süzgeç koymadıkça itimat edin hikmet husule gelmez.
Bugün helâl lokma yok mesabesindedir. Bu bakımdan az yemekte kurtuluş vardır. İnsan helâl kazanmak için bütün dikkatiyle çalışacak, bütün dikkatlerden sonra kazandığını yine şüpheli kabul edip, ölmeyecek kadar az yemeye gayret edecek ki, artık o zaruret olsun ve helâl olmuş bulunsun.
Abd-i âciz şu iki noktada çok büyük gizli esrarlar tahmin ediyoruz:
Birincisi; lokmadaki sır. Tavsiye ederiz lokmaya dikkat edin. Helâl lokma ve az yemekte öyle esrarlar görüyoruz ki, karanlıkları deliyor, felâketleri dağıtıyor. Lâkin haram lokma ve çok yendiği zaman, o külfet zaten bir insana yeter, başka bir düşmana lüzum kalmıyor.
İkincisi; Hazret-i Allah'ın sevdiği ile sevişmek, sevmediği ile ünsiyet etmemek.
Bu iki noktayı hiç unutmayalım."
•
Bazen ağzımızdan hoşlanılmayan bir kelime çıkıyor, derhal kendimizi muhasebeye çekiyoruz. Muhakkak Hazret-i Allah'ın istemediği bir şey yedik veya içtik ki, o da istemediğimizi ağzımızdan çıkardı. Onun için ahkâm kalesini muhkem tutmalıyız. Mevlâ'nın emir ve nehiyleri katidir. O'nun haram kıldığı her şey herkese haramdır. Hiçbir şahıs bundan müstesna olamaz. Emr-i ilâhi'ye karşı çok dikkatli olmamız icabediyor.
Her türlü haram evvelâ içimizi tahrip eder, sonra da içeride kalmayıp kötülüğe tahrik eder. Eğer kötü icraatlarımızın olmasını istemiyorsak, Hazret-i Allah'ın hoşlanmayacağı şeyleri sızdırmamalıyız, o kapıları sımsıkı tutmalıyız. Hayatımızı böyle düzenlersek, nefis belki birçok şeyden mahrum olacak, yiyeceklerden, içeceklerden mahrum olacak, fakat hayat da onun içindedir.
Zamanında imâm-ı Gazâlî -rahmetullahi aleyh Hazretleri;"Bundan sonra helâl lokma yok!" buyurmuşlar. "Peki sen ne yapıyorsun?" diye sormuşlar."Ben mahmasa hâlinde yaşıyorum, ölmeyecek kadar yiyorum." diye cevap vermiş. O zaman haram da helâl oluyor.
Biz bunu cidden yapamıyoruz. Nefsimiz bizi sünepeliğe sevkediyor. Yularsız hayvan gibi her yere saldırıyor. Halbûki onu sımsıkı çevreleyebilirsek, sağa sola dalıp tahrip etmeyecek.
Rabb'imiz muhafaza buyursun şerrinden.
•
Bizim durumumuz cidden perişan. Bu perişanlığın nereden geldiğini de arz edelim:
Haram lokma içeriyi tahrip eder, sonra da kötülüğe tahrik eder. İçimiz tahrip olduktan sonra camiye gitsek ne olacak, namaz kılsak ne olacak? Kalp başka cami başka.
"Mescitler dış görünüşleriyle mamur, fakat işleri hidayetten mahrum olacak." buyurdu Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz. (Beyhâki)
Biz kendi kendimizi aldatıyoruz. Hazret-i Allah'ın emir ve nehiylerine eğilmedikçe, O'nun kulu ve Habib-i Ekrem'inin ümmeti olamayız. Yolumuz Kur'an yolu, o yolda yürüdükçe kulu oluruz. O yolu bırakıp başka yol seçersek, O'nun kuluyuz diye davada bulunmak boş laf olur.
Evvelâ haram ile helâl tefrik edilecek, şüphelilerden dahi kaçınılacak. Biz haramla beslenirsek, nasıl olur da O'nun kulu olabiliriz?
Allah'ımız bizi kendisine kul, Habib'ine ümmet ettiklerinden etsin.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Haramdan meydana gelen her vücuda, ateş daha lâyıktır." (Tirmizî)
"Bir kimse haramdan bir şey yerse kırk gün namazı kabule şâyân olmaz." (Deylemî)
İman etmek, son derece müttaki olmayı gerektirmektedir. Her şeyde takvâ lâzımsa da, yeme-içmede daha çok lâzımdır.
Mutlak helâl ile haram olmasında hiç şüphe olmayan şeylerin yanında bir de şüpheli saha vardır. İslâm, bu gibi şüpheli şeylere düşmekten sakınmayı takvâ kabul etmiştir. Şüphelilerden kaçınan insan harama girmez. Helâl hudutları içinde kalır.
Bozulmamıza sebep olan nedenlerin birisi de haram lokmadır. İlâhi hükümler önemsenmez, helâl ve harama dikkat edilmez, şüphelilerden kaçınılmaz oldu.
İkinci sebep ise nikâha önem verilmediği ve ahkâma mucip aile hayatı yaşanmadığı için de bugünkü nesil böyle oldu.
İhlâsın muhafazası için en mühim bir nokta da helâl lokmadır.
Haramla ibadet olmaz, haramla duâ olmaz, haramla ihlâs olmaz. Hiçbir şey olmaz. Ee bugün helâl yiyen kaç kişi var? Allah'ımız bizi korusun ve bize acısın.
İmanlı bir el harama uzanmaz, imanlı bir ayak fena yere gitmez, imanlı bir göz harama bakmaz. Bakıyor... Demek iman oraya yafta etmemiş. Çünkü iman tohumu ekildiği, tuttuğu zaman dalları azalara dağılır.
İnsanoğlu! Sahnedesin. Nizâm-ı âlemi yaratan emir ve hükmünü koyan sana bu emirleri veriyor. Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm bu emir ve hükümleri tarif ediyor. Sen de böylece imtihan oluyorsun.
Hazret-i Allah'a ve Resul'üne mi tabi olacaksın? Şeytana mı tabi olacaksın? İmansız imama mı tabi olacaksın? Nefis putuna mı tapacaksın? Dünyayı mı seçeceksin?
Yakında nerede olduğunu göreceksin. Bir düşün!
Hiçbir kimse kendi varlığına güvenip durmamalı, Allah-u Teâlâ'ya yalvararak hidayete muvaffak buyurması için niyaz etmelidir. Çünkü bir Âyet-i kerime'de Hazret-i Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah dilemedikçe öğüt alamazlar." (Müddessir: 56)
•
Hiçbir kardeşe sen helâl lokma yiyeceksin denmediği halde, herkesin evvelâ lokmaya eğilişi, Cenâb-ı Allah'ın diğer kardeşlerin fevkinde kardeşlerimize ihsan buyurduğu bir lütfudur, bahşişidir. Hiç kimseye illâ helâl yiyeceksin, haram yeme denmiyor. Denmediği halde kardeşlerin en evvelâ helâl lokmaya eğilişi, Cenâb-ı Hakk'ın onların kalbine bu lütfu bahşedişinden başka bir şey değildir.
Ve dikkat edilirse hiçbir kardeşe şunu yap bunu yapma denmez. Hazret-i Allah onu ezeli nasibi ile müyesser etmişse, o kendiliğinden o hallerle hemhâl olup yoluna devam eder. Şunu yap bunu yapma dendiği zaman, bu bir emir oluyor. Halbûki bizim yolumuzdaki emir ricadır. Ancak rica ile kardeşleri hakikat yolunda yürütmeye gayret ediyoruz.
Diyeceksiniz ki bu ricanın mânâsı nedir? Biz ihvanı öz kardeş kabul ederiz. Çünkü özden geliyor. Yolun nezaketini rencide ederiz diye, aralarında ayrıca sivrilip, sen şunu yap demekten çekiniyoruz. Hâl, kâlden daha yüksek olduğu için, hâlden anlamayan emirden hiç anlamaz. Anlasa bile mecburiyet olduğu için gönülsüz yapar. Fakat halen yapılan işde gönül olur, fayda ve bereketi çok olur.
İbadeti ihlâslı olursa, helâl lokmaya dikkat edilirse, bu defa kendisine çeker ve ubûdiyeti sevdirir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Allah bir kimsenin kalbini müslümanlık için açarsa, o Rabb'inden verilen bir nur üzerindedir." (Zümer: 22)
Bir insan helâl lokma yemekle, ihlâsla kulluk yapmakla, farz ve nafilelere devam etmekle içini nurlandırmış olur.
Allah'ım nur etsin. Ama bu ilâhi nura sahip olabilmek için helâl lokma şart. Helâl lokma ile beraber ihlâslı bir ubudiyet lâzımdır. Bundan sonra Cenâb-ı Hakk o lokmayı nur yapar, nurdan hikmet husule gelir. O zaman insan Hakk'a yakın olur, Hakk ile konuştuğu zaman da halk memnun olur.
Bizim en büyük yıkıntımız lokmadan oldu. Lokmamız helâl olsa, nikâhımız tamam olsa işler değişecek...
Ne kaybediyorsak hep boğazımızdan kaybediyoruz. Boğaza bir süzgeç koymadıkça itimat edin hikmet husule gelmez.
Mümkün olduğu kadar şüphe ettiğiniz kimselerin yemeğini yemeyin. "Perhizdeyim!" dersiniz. Buna dikkat etmezseniz zarar görürsünüz. Allah-u Teâlâ ihvanı sevmiş, çekmiş. Çektiği için de evvela helâle-harama dikkat ediyor. Lokmayı süzdükçe O da onu kendisine çekiyor.
Beşeriyete külfet olmamayı ve herkesten aşağıda olmayı, küçük olmayı nefsinize alıştırın.
•
Bizim yolumuz yemek-içmek yolu, maksat-menfaat yolu değildir. Bize yemek-içmek için gelenler gelmesinler. Onlar bizden biz onlardan uzak olalım. Bu temel üzerine bina kurmaya başlarsak sonu çok rahat olur. Yük olmamalı, maksat-menfaat olmamalı, her şey yalnız Allah için olmalı.
Mevlâ bir kulunu hizmet için ileri sürmüşse, bir ömür boyu bunun şükrü eda edilemez. O'nun ihsan ve ikramı çok büyüktür. Bundan nefse pay çıkarmak; menfaate tevessül etmek, O'nun ikramını basit ve adi şeylerle değiştirmek demektir. Padişahlar Padişahı yetmez mi sana?
İsmimiz yok, cismimiz yok, menfaat yok. Ne var? Bize Allah ve Resul'ü yeter. Yolu böyle bilmek lâzım; Hazret-i Allah'a ve Resul'üne aittir, şahsa ait değil.
Bu samimiyet de Hakk'tan gelecek. Yalnız kulun yapacağı; niyeti halis olacak, ameli sâlih olacak, helâl lokma yiyecek, mahviyeti tercih edecek. Bu dört şeye dikkat edecek.
Samimi bir kalp ile Hazret-i Allah'a yönelmeniz, ihlâslı arkadaşlarla meşgul olmanız, haram lokmadan kaçmanız sizi Cenâb-ı Hakk'a ulaştırır.
İslâmiyet bir lokma ve bir hırka ile yetinmeyi emreden bir din değildir. Meskenet ve tembelliği, dilenciliği, başkasına yük olmayı... şiddetle yasaklamıştır.
Başta Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz olmak üzere bütün büyükler çalışmayı ihmal etmemişlerdir.
Âdem Aleyhisselâm buğday eker, onu hasat eder, harmanda döver, öğütür, un ve ekmek yapardı. İdris Aleyhisselâm terzi, Nuh Aleyhisselâm ve Zekeriyâ Aleyhisselâm marangoz, Davud Aleyhisselâm demirci, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise tüccar idiler.
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazeratı'nın her birisi bir işle meşgul oldular. Çünkü kişinin yediğinin en temiz olanı kendi kazancından olanıdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz çalışkan insanları çok sever, tembellikten hoşlanmaz ve dilenciliği sevmezdi.
Bir gün Ashab-ı kiram'ı ile oturuyorlardı. Gücü kuvveti yerinde bir delikanlının sabahın erken saatinde oradan geçtiğini gördüler.
Ashâb; "Yazık buna! Eğer kuvvet ve gençliğini Allah yolunda sarfetmiş olsaydı, ne iyi olurdu!" dediler.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunun üzerine buyurdular ki:
"Öyle söylemeyiniz. Şayet o, küçük çocuklarının rızkını temin için yola çıkmışsa Allah yolundadır. Kendisini helâl yollardan beslemek için yola çıkmışsa yine Allah yolundadır. Amma riyakârlık ve övünmek için yola çıkmışsa işte o zaman şeytan yolundadır." (Taberâni)
Huzur-u saâdet'lerine bir gün bir cemaat geldi. Söz sırasında; "Yâ Resulellah! Memleketimizde sulehadan bir zat var, gündüzleri oruçla geceleri namaz ve zikrullahla meşgul oluyor." dediler. Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onun yiyecek ve içeceğini kimin temin ettiğini sordu. "Biz hepimiz..." cevabını alınca "Öyle ise hepiniz ondan üstünsünüz." buyurdu.
Bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Sizin hayırlınız dünyası için âhiretini, âhireti için dünyasını terk etmeyip her ikisi için çalışan ve halkın başına yük olmayandır." buyuruyorlar. (Camiüs-sağir)
Dünya gerçekten muvakkat bir zaman içindir, günleri mahduttur, itimada şayan değildir, geçicidir, gönül bağlamaya değmez.
Lâkin ebedî bir hayatın ekim tarlası olduğu için çok kıymetlidir, çok muhteremdir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Dünya ahiretin tarlasıdır." buyururlar. (Münâvî)
Eğer insan gönderiliş sebebini lâyık-ı veçhile bilirse, gece-gündüz o tarlayı ekmek için çalışır. Böylece hem dünya saadetine hem ahiret selâmetine nail olur, hem de kendisini cehennem azabından muhafaza etmiş olur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Bilâl-i Hâbeşi -radiyallahu anh- Hazretleri'nin evine ziyarete gider ve evin bir köşesinde hurmaların yığılmış olduğunu görür.
Resulullah Aleyhisselâm;
"Yâ Bilâl! Bunlar nedir?" diye sorar.
"Senin için biriktirdim yâ Resulellah" diye cevap verir.
Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
"İnfak et yâ Bilâl! İnfak et! Arşın Rabb'i eksiltir diye korkma!" buyurur.
Allah'ım bize o hali lutfetsin. Bereket bir esrâr-ı ilâhiye'dir. Sen aldıkça O koyar, aldıkça O koyar, aldıkça koyar bitmez.
Bereket; sen alıyorsun O koyuyor. Alırken görüyorsun da koyarken görmüyorsun.
Bereket öyle bir şeydir ki az, çok olur; bereketsizlikte çok, yok olur.
Eskiler yedireyim sevdasında idiler, yeniler ise yiyeyim sevdasında, yaşama sevdasında. Bunun için de bereketten mahrum kalıyorlar.
Bereket az, temiz kazançlardır, bitmez tükenmez.
Bereket çokta değil, helâl lokmadadır. Bereket bitmez. Allah'ımız bereketli ve helâl lokma nasip etsin.
Hayat ve geçim bereketledir, para ile değil. Bazısı çok alır yok olur, bazısı az alır çok rahat geçinir.
Allah'ım hayır ve bereket ihsan buyursun. Zaten geçim bereketle olur, para ile değil. Çok milyarlar kazananlar var! Az kazananlar geçiniyor da milyarları kazananlar geçinemiyor.
Aldığın parayı hak etmiyorsan o parada bereket olmaz. Ama bugün kim hak ediyor? Yine fakir hak ediyor.
Bereketi korumak için adaleti korumak şarttır. Adalet korunduğu zaman Cenâb-ı Hakk bereket ihsan buyurur.
Ebu Hureyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Ey Allah'm! Muhammed âilesinin rızkını yetecek kadar ver." buyuruyorlar. (Müslim: 1055)
Ruhta bereket; ruhun tekâmüliyetine vesile olur.
Vücuttaki bereket; Cenâb-ı Hakk dilediği kimsenin kalbine vüs'at, vücuduna âfiyet vermek suretiyle ömrünü bile uzatır, hayatını huzurla geçirir.
Malında bereket; ihsân-ı ilâhiye, ikrâm-ı ilâhiye, hazine-i ilâhiye... O mal harcanır harcanır, fakat bitmez. Allah'ımız her şeyimizde lütuf bereketini ihsan ve ikram eylesin.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"İnsanın kazandığı şeylerin en değerlisi yetiştirdiği evlâdı ve hiyanetsiz olan alış-verişidir." (Ahmed bin Hanbel)
Çocuğun iffetli, faziletli bir kimse olabilmesi için helâl lokma yedirmeye, helâl giydirmeye itina gösterilmeli, eğitim ve terbiyesine dikkat edilip ahkâm-ı ilâhî öğretilmelidir.
Allah-u Teâlâ'nın ateşten koruma emr-i şerifini bilen biliyorsa da, nerede ve nereden başladığı bilinmediği için herkes kabahati çocukta arıyor. Kendi kusurunu hiç bilmiyor ve görmüyor.
Yuva kurmaya karar verdiğin zaman asil bir âileden, dindar, iffetli ve temiz bir kız aradın mı?
Çünkü Allah-u Teâlâ Mâide sûre-i şerif'inin 5. Âyet-i kerime'sinde mümin, hür ve iffetli kadınlarla evlenmeyi emrederken, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde:
"Mezbelelikte biten yeşillikten sakınınız." buyurmuşlardır. (Deylemî)
Bu evliliğin Rızâ-i ilâhî'ye uygun olup olmadığına dikkat ettin mi?
Helâl yiyip helâl yedirdin mi? Çünkü kişi haramla kendisini de, âilesini de, çocuğunu da helâk eder ve yakar.
Çocuğa güzel bir isim verip ilâhî ahkâmı öğrettin mi? Ekilmemiş gönül bahçesine Allah ve Resul'ünün sevgisini ektin mi?
Göz, kulak, el, ayak gibi bütün âzâlarının Hazret-i Allah tarafından verildiğini; sıhhat, âfiyet, rızık ve maîşet gibi sonsuz nimetler verdiği gibi, ahirette de daha nicelerini vereceğini haber verdin mi? Ölüm, kabir, mahşer, sırat, cehennem gibi vartalardan kurtulması için nasıl hazırlanması gerektiğini bildirdin mi? Cennet ve Cemâlullah'a kavuşması için kendisine yardımcı oldun mu? Bu uğurda harcanan masrafın en kıymetli sadaka-i câriye olduğunu ve ona bırakılacak en kıymetli mirasın din terbiyesi olduğunu bildin mi?
Çocuklarından şikâyetçi olanlar, bu hususlara dikkat ettiler mi?
Bize düşen vazifelerimizi yapmamışsak, onlardan bir şey beklemeye de hakkımız yoktur. Ne verdik ki ne bekleyeceğiz?
Evine helâl lokma, seçme lokma kazanıp getirdin mi?
Helâl lokma o kadar mühimdir ki; alttan, göz görmemiş, gizli ve kapalı olanını tercih edilmeli, açıkta satılanlardan alınmamalıdır. Çünkü onu almaya gücü yetmeyen vardır, gözü kalmıştır.
Haramla beslenen bir vücut hep kötü şeylere meyleder. Bu gibi kimselerin âsi olması gayet tabiidir.
•
İslâm'da çocuğun eğitimi kadının hamilelik dönemi ile başlar ve ömür boyu sürer.
Bu hususta bir temsil arzedelim:
İstanbul'da medfun bulunan Şeyh Vefa Hazretlerinin küçük oğlu, yoldan geçen sakaların su tulumlarını iğne ile delmeyi âdet hâline getirmiş. Sakalar bu durumu bu sâlih zâta söylemeye utanırlar. Nihayet bir gün tahammül edemeyip Şeyh Vefa Hazretlerine meseleyi intikal ettirirler.
O da kendi kendine bunda çocuğunun değil, ya annesinin ya da kendisinin suçu olabileceğini düşünür ve derin bir murakabaya dalar. Bir hatasını göremeyince hanımına sorar. Hanımı iyice düşünür ve der ki:
"Efendi ben bu çocuğa hamile iken komşuya misafirliğe gitmiştim. Masanın üzerinde portakallar vardı. Çok canım istedi, söylemeye utandım. Bir ara ev sahibinin yokluğundan faydalanarak elimdeki iğneyi batırdım ve portakaldan çıkan suyu azıcık emdim."
Bu cevabı alan Şeyh Vefa Hazretleri: "Hemen git komşudan helâllık al." buyurur. Ertesi günden itibaren, hiç tembih etmedikleri halde çocuk da bu huyundan vazgeçer.
Bu durumdan çok hislenen anne: "Benim güzel yavrum, en ufak hatamı bile gizlemedin!" der.
Görülüyor ki hamile olsun veya olmasın her kadının yediklerine ve içtiklerine dikkat etmesi, küçücük hatalarının gelecekte çocuğa yansıyacağını unutmaması gerekir.
•
İkinci bir temsil:
Fatih Sultan Hazretleri İstanbul'un fethinden sonra annesine:
"Anneciğim! İstanbul'u fethettim." der.
Annesi: "Oğlum! İstanbul'u sen değil ben fethettim." karşılığını verir.
Fatih: "Nasıl olur? Askerleri denizden, gemileri karadan yürüten ordunun başında ben vardım." dediğinde annesi şöyle söyler:
"Hayır oğlum, İstanbul'u ben fethettim. Çünkü ben hamile kaldığımda harama, helâle, tesettürüme o kadar dikkat ettim ki, bırak akrabalarım, yakınlarım dahi hamile olduğumu anlayamamışlardı. İşte bu sebepten dolayıdır ki Allah-u Teâlâ bana senin gibi bir evlât verdi. Ben böyle olmasaydım, sen İstanbul'un fatihi olamazdın."
Fatih: "Haklısın anneciğim!" diyerek annesinin elini öper.
Çocuğu at gibi yetiştirmeyin, insan gibi yetiştirin. Yani adam yetiştirmeyin, insan yetiştirin.
O yüzden demişizdir ki; insan yetiştirmek murat, adam yetiştirmek değil. Lokmaya dikkat edelim, şüphelilerden kaçalım, ahkâmı öğretelim.
İnsan şu üç noktaya dikkat edecek; yiyeceği lokmaya, söyleyeceği söze, atacağı adıma.
Bunlara dikkat etmez ise boşluktadır. Bunlara dikkat etmeden yaptığı hep boştur.
Lokma helâl ise ibadeti ile o lokma nur olur ve o nur hikmet husule getirir. Söyleyeceğin söz, yapacağın iş rızâ dahilinde olur. Lokma haram ise içerini tahrip eder, seni kötülüğe tahrik eder. Konuşursun, yaparsın hep zararına olur.
Söyleyeceğin söz rızâya mucib ise senin hakkında hayırlıdır. Rızâya mucib değilse seni şeytan kurmuştur. Şeytan seni kurar kurar sen de söylersin. Şeytan igvayı ekip gider sen ortada kalırsın.
Son olarak da atacağın adıma dikkat et. Bu gideceğim yerde rızâ var mı? Yoksa; menfaat, gaye, maksat mı var? Eğer yalnız rızâ var ise Hazret-i Allah, atacağın adımın değil santimin ücretini verir. Eğer rızâ yoksa zaten sen boşluktasın. Onun için bu üç noktaya çok dikkat etmek lâzım.
Aşısı tutan kişi evvelâ lokmaya ve mahviyet üzerine düşer.
Bunun için insan söyleyeceği söze, atacağı adıma, yiyeceği lokmaya çok dikkat etmelidir. "Bu söz beni helâk mı eder, ihya mı eder?" Bu kontrolü yapan kurtulur. Her duyduğunu söyleyen, çok konuşan, her mevzuya atılan, kontrolü yapamayan zaten kontrolden çıkmıştır. Allah'ım korusun.
Huzur olması için helâl lokmaya dikkat edin, gece ibadetini artırın. Nefse, şeytana yol vermeyin.
•
Dışarısı yanıyor, herkes bir akıntıya kapılmış gidiyor, gönüller bomboş, Hakk'tan kopmuş... O yüzden kulun yapacağı; niyet-i hâlisa olacak, ameli sâlih olacak, helâl lokma yiyecek, mahviyyeti tercih edecek. Kul bu dört şeye dikkat edecek.
•
Deme bugün helâl lokma yok. Yerin altında da olsa ara bul. Bulduktan sonra yine şüpheli olduğunu kabul et, az ye.
•
Artık dünyanın şâşâsına dalmayın, nefsânî arzulara kapılmayın. Helâl lokma kazanmayı ve yemeyi, günlük geçinmeyi düşünün! Uzun bir ömür hayâline kapılmayın! Ebedî saâdetinizi hazırlayın. Gün bugün, yarın ne olacağı belli değil, bunu size tavsiye ediyorum.
•
Meselâ birçok küpler var. Bir küpte süt olur, bal olur, sirke olur; bunlar dıştan belli olmaz, ağızları açılınca hangi küpte ne olduğu belli olur. Binâenaleyh insan da küpe benzer, içinde ne olduğu belli olmaz, ağzını açtığı zaman ne olduğunu anlamış olursun; o zaman not verirsin, kimin ne olduğunu anlamış olursun. "Bu küpün içinde şu varmış!" dersin, hemen notu verirsin, kapatırsın; bir daha da onun üzerinde durmazsın! Öğrendin mi, öğrendin; tamam, küpün ağzını kapa artık!.. O kişi onu bilmez. Bunu da ehli anlar, notunu verir; kimseye söylemez, amma her şeyi bilir. Çok dikkat ediliyor bunlara. Bir taraftan gözle takip edilir, bir taraftan sözle takip edilir. Gözle takip edilmesi, ne yapıyor; sözle takip edilmesi, ne söylüyor! Ne yedi ki bu adam ne söylüyor? Çünkü helâl lokma ibâdetle insanın içini nûr yapar, haram lokma ise içi tahrip eder, kötülüğe tahrîk eder. O zaman da ondan kötü şey çıkar, artık sen konuş dur!..
•
Yol çok nazik, dakik. Gaye ruhen yükselmek ve ruhen yürümek. Bedenle yürümüşsün ne kıymeti var? Nazik olduğu için rızâya mucib iş ve hareket yapmamız şart. Efkâr acayip, onlarla bağdaşmak kolay değil.
Ancak insan, lokmasına dikkat edecek, şüpheli şeylerden dahi kaçınacak, ihlâslı bir veya iki arkadaşı olacak, râbıtası kuvvetli olacak ve böylece Cenâb-ı Hakk'a sığınmış olarak yürüyecek. El çalışacak dünya için, kalp çalışacak Allah için.
Sırat köprüsü dünyadadır. Kim ki ahkâmı inceden inceye süzüp hareket ederse, ona ahirette kolaylık vardır. Sırat köprüsü onun için geniş ve rahat olur, dolayısıyla geçmesi de kolay olur.
Dünyada ahkâma dikkat etmeyen, incelemeyen, orada her halde çok ince hesaptan ve çok ince köprüden geçecek. Şüpheli şeylerden dahi geçmedikçe huzur bulamazsınız.
Bu yol, Allah yoludur. Bu yolun kıymetini orada anlayacaksınız. Bütün Evliyaullâh Hazerâtı işte bu münevver yolu anlatmışlar, haber vermişler. Allah hepsinden râzı olsun.
Daha evvel de arzetmiştik ki:
"Allah'ım! Beni menfaatin kokusundan dahi koru!" Bu sözümüzü unutmayın!
Bu yoldan sapan ve dünyaya tapanlardan ibret alın. Bu sözlerimi bir nasihat, bir vasiyet olarak beyan ediyorum.
Tekrar söylüyorum: Dünyaya dalmayın, harama kaymayın. Şüpheliden dahi sakının ki, yoksa helâkinize vesile olur.
Biz, Allah-u Teâlâ'nın lütuf desteği ile yürüyoruz. Bize gelen bize yeter. Helâl olanda bereket var, haram olanda cehennem var. Nefsini nereye satarsan karşılığını alacaksın.
Hakk'tan geldim, Hakk'a gidiyorum. Ne ki aldı isem onu götürüyorum. Bu bir emanetullahtır. Riâyet eden kurtulur. İhanet eden tutulur, felâh bulmaz, dünyada da âhirette de.
•
Size helâl lokma kazanmanızı, fâize bulaşmamanızı, zekât vermenizi tavsiye ediyorum. İhvan Allah'tan korkar, Allah'tan korkmanız için size bu vasiyeti yapıyorum!..
•
Müminin içi, işi, dışı temiz olacak. İç temizliği, kalbi selim; iş temizliği, helâl lokma; dış temizliği, her şeyi mükemmel olmak, numune olmak demektir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadim'inde;
"Temizlenen kurtulmuştur." buyuruyor. (A'lâ: 14-15)
•
Mukallidle mükemmeli ayırt etmek için ölçüler vardır.
Şöyle ki:
O yaptıkları işte maksat, menfaat, gaye varsa; o yol, yol değildir. Allah yolunda yalnız rızâ vardır. Maksat, menfaat olmadığı gibi, rütbe ve makam da yoktur.
Lokması helâl mi? Çalışıp mı yiyor, el sırtından mı geçiniyor?
O toplulukta riyâ hâli mi var, ihlâs hâli mi galip? Eğer ihlâs varsa rahmet melekleri o meclisin üzerindedir, rahmet-i ilâhî'yi saçarlar. Riyâkârlık varsa şeytanlar mevcuttur.
İçindekiler kendini mi methediyor, yoksa kendi âcizliğini mi ortaya koyuyor? Bu ölçülere hep dikkat etmek gerekmektedir.
Daha doğrusu "Kâl", "Hâl", "Fiil" ahkâma uygun olacak. Eğer birisi noksan olursa, Kur'an-ı kerim'den zerre kadar ayrılırsa; o yol, yol değildir. O yol hemen o yetmiş iki yolun içerisine girer ve kaybolur.
Yâni gökte uçtuğunu dahi görseniz, ahkâmdan bir lâhza ayrıldığını gördüğünüz zaman, kim olursa olsun, olduğu yerde bırakın. İsim bahis mevzuu değildir.
Bugün sahanın çoğunu onlar istilâ etmişlerdir, ortalığı kasıp kavuruyorlar.
•
İnsan helâl lokma için çalışacak. "Şunu yapayım, bunu yapacağım!" Hayır. O gün değil. Helâl lokma için çalışacak, çoluk çocuğunu barındıracak, takdir ne ise olacak. Hazret-i Allah'a yönelmiş olacak. Yani dünyaya verecek akıntıyı. Hazret-i Allah'a yönelmek ve sığınmakla olacak.
İnsan buğdayı kurutuyor, öğütüyor, un oluyor. Ama yarınki toprak bizi un yapacak. Ne ektiysek onu biçeceğiz.
•
Bugün en çok boğaz, göz ve kulaktan zarar görülüyor. İnsanın en büyük düşmanı karnıdır. Nefis haram, helâl düşünmez, her şeyi atmak ister. Böylece karnını ateş doldurmuş olur. Ve o ateş onu yakacak. Göz harama baka baka alışır. Kulak ise nefse tatlı ruha acı gelen şeyleri dinlemekten hoşlanır. Şu halde harama zevk ile baktığımızdan ve dinlediğimizden acı ile azabını çekeceğiz.
Azalarımızı koruyabilmek ve kurtarabilmek için az yemek ve vahdet hayatı hayırlıdır. Bunun yanında Hazret-i Allah'ı çok anmak, zikir - fikirle râbıta ile meşgul olmak çok faydalıdır.
•
İki şeye çok dikkat edin. Helâl lokma ve iyi bir arkadaş. Helâl lokma ve ibadet ile hikmet husule gelir ve hikmetle konuşmaya başlarsınız. İyi arkadaş da sizi Hakk'a iletir.
•
İnsanların ekserisi belki sıfat-ı hayvaniyede bulunur. Bunun sebebi helâl lokmaya dikkat edilmemesi, nefse yol verilmesidir.
•
Burada olalım, burada ölelim. Dışarısı âfat. Onun âfat oluşu, helâl lokmanın olmayışı, nefis ve arzusu ile yaşama isteği, Hakk yolundan çıkış.
•
Önümüzde vahim günler gelebilir. Bunun için imanımızı ve vatanımızı korumak için niyet-i hâlisa ile ne lâzımsa onu yapmak lâzımdır. Kalacak bir fert yok. Amma imanla göçmek için çâreler aramak lâzımdır.
İman bir kaledir, onu ayakta tutacak helâl lokmadır.
Böyle olursa Rabb'imiz bize yardım eder, önümüzdeki fırtınaları rahat geçiririz. Amma eğri olursak cezasını ve azabını çekeriz.
İslâm'ım demek kolay, İslâm'ı yaşamak esastır. Ona göre kendimizi ayarlamamız gerekiyor.
•
Biz kardeşlerin Allah râzı olsun ekserisinden memnunuz. Yalnız şu üç hususu kimde görürsek hoşlanıyoruz, kimde de göremezsek üzülüyoruz.
Bir kimseye dinden çıkmak için çok para versen dinden çıkmaz da, bilmediğinden ötürü Allah-u Teâlâ'nın hükmüne rızâ göstermemekle küfre girdiğinin farkına varmaz. Veya şeytan onu aldattığı için küçücük bir menfaat için dinden çıkar da haberi olmaz.
Birincisi, bir boğaz doyurmak için hiç kimseyi taciz etmeyecek, rahatsız etmeyecek. Yemeğini yiyecek, gideceği yere gidecek. Şu yemeleri içmeleri, şu menfaatleri kökünden kaldırmadıkça hakikate varmış olamayız. Dervişlik demek menfaatçilik yahut boğazcılık demek değildir. Bazı görülüyor ki bir boğaz için artık neler neler... Bu hususa son derece itina göstermek lâzım. Bu noktada rızâsı olduğunu Allah'ımız bize gösterdi.
İkincisi, temiz giyinecek. İçi, dışı temiz olacak. Bu insanın hüsn-ü İslâmiyet'ine delâlet eder. Derviş demek pejmürde demek değildir.
Üçüncüsü ise, vakuriyet sahibi olacak. Mütevâzı olana gayet mütevâzı olduğu gibi, kibirli olana da mütekebbir olacak.
Bu hususlara çok dikkat ediyoruz. Yoksa Hazret-i Allah'ın yapın ve yapmayın gibi emirlerinin zaten yapılması gerekiyor.
İmâm-ı Azam -rahmetullahi aleyh- Hazretleri'nin babası Sabit küçük yaştan beri güzel ahlâklı, takvâ ve verâ sahibi idi.
Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yedi. Fakat tükrüğünde kan gördü. Şimdiye kadar böyle bir hâl görmediği için tükrükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini tahmin etti. Yediğine pişman oldu. Elmanın sahibini bulup helâlleşmek için dere boyunca gitti. Nihayet yediği elmaya benzeyen bir meyve bahçesi gördü. Sahibini sordu. Bu zâtın gayet cömert ve ihsan sahibi olduğunu, hatta ağaçta bulunan bütün elmaları toplayıp götürülse yine bir şey demeyeceğini, bir elmanın ne ehemmiyeti olacağını söylediler. Buna rağmen elmanın sahibini buldu, meseleyi anlattı, ya parasını almasını veya helâl etmesini istedi.
Bahçe sahibi gencin bu halini görünce takvâ ve verâsının doğru olup olmadığını öğrenmek için şöyle dedi:
– Yediğin elmam için ne vereceksin?
– Altın gümüş neyim olsa veririm.
– Ben altın gümüş istemem ama, eğer kıyamette senden davacı olmamı istemezsen bir teklifim var, onu kabul etmen gerekir.
– Teklifin nedir?
– Yapacaksan söyleyeyim...
– İslâmiyet'e uygunsa yapabilirim.
– Kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var, bununla evlenmeye râzı olursan o zaman elmayı sana helâl edebilirim.
Sabit Hazretleri ahirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul etti. Düğün hazırlığı yapıldı. Sabit Hazretleri'nin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir oldu. Hemen kayınpederine koşup;
– Efendim, bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok, tam tersi!
Kayınpederi tebessüm ederek;
– Evladım o benim kızımdır, senin de helâlindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helâlinin yanına, Allah-u Teâlâ mübarek ve mesut eylesin.
İşte böyle bir evlilikten İmâm-ı Azam Hazretleri dünyaya gelmişlerdir.
•
İbrahim Ethem -kuddise sırruh- Hazretleri bir gün Beyt-i makdis mescidinde hasıra sarılmış yatıyordu. Gece yarısı olunca mescidin kapısı açıldı, içeri yaşlı bir Zât girdi. İki rekat namaz kıldıktan sonra arkasını mihraba dönerek oturdu. Oraya kırk kişi daha geldi ve içlerinden biri:
– "Burada bir kişi yatıyor," dedi. O yaşlı Zât gülümseyerek:
– "O İbrahim Edhem'dir. Kırk gündür kıldığı namazın tadını bulamıyor." dedi.
Bu sözü işiten İbrahim Ethem -kuddise sırruh- Hazretleri o Zât'ın huzuruna gelerek:
– "Allah aşkına, benim bu halimin sebebi nedir?" diye sordu.
O zât şöyle cevap verdi:
– "Falan gün Basra'da hurma satın almıştın. Farkında olmadan yere düşen hurmaları kendinin zannederek heybene koydun. Halbuki onlar satıcıya aitti."
Bunu duyan İbrahim Ethem -kuddise sırruh- Hazretleri hemen gidip hurma aldığı satıcı ile helâlleşti.
Hazret-i Allah'ın Kur'an-ı kerim'de, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Hadis-i şerif'lerinde kati bir emirle yenilip-içilmesini, yapılmasını ve kullanılmasını yasakladıkları şeylere haram denir.
Allah-u Teâlâ rahmet ve merhametinin bir eseri olarak zararlı olan her türlü şeyi haram onun yerine ise güzel, temiz ve faydalı olan şeyleri helâl kılmıştır:
"O peygamber, kendilerine iyiliği emreder kötülükten meneder. Onlara temiz şeyleri helâl, çirkin şeyleri de haram kılar." (A'raf: 157)
"Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haram sebeplerle yemeyin." (Nisâ: 29)
Bu yasaklara riâyet etmeyenler dünyada şer'î cezâlara, âhirette ise ilâhi azaba müstehak olurlar.
Nitekim Âyet-i kerime'de:
"Kim haksızlık ve zulüm ile bu yasakları işlerse, biz onu cehenneme atacağız." buyuruluyor. (Nisa: 30)
1– Bizzat kendisi ve maddesi itibariyle haram olan şeyler: Domuz eti, içki...
Kesin olarak haram kılınan bu gibi şeylerden üreticiliğini, nakliyeciliğini, ticâretini ve ikrâmını yapmak gibi, her ne surette olursa olsun faydalanmak da haramdır.
2– Aslında maddesi itibariyle helâl olup herhangi bir sebepten dolayı haram kılınan şeyler: Çalınan mal, kasden besmelesiz kesilen hayvan... vb.
Meselâ üzüm ve üzüm suyu helâldir. Fakat mayalandırılıp alkol hâline dönüştürülürse, insanlara zararlı hâle geldiği için haram kılınmıştır.
Ancak ölüm tehlikesi hâlinde bu haramlardan doyacak kadar değil, ölmeyecek kadar kullanılmasına cevaz verilmiştir. Çünkü zaruretler mahzuru mübah kılar.
Âyet-i kerîme'de:
"Allah size leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen hayvanı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, başkasına saldırmadan zaruret miktarını aşmamak üzere yemesinde bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah bağışlayandır, merhamet edendir." buyuruluyor. (Bakara: 173) (Bakınız; Nahl: 115)
Haram, müminin içini, mâneviyatını tahrip eder, başka haramları işlemeye tahrik eder, çevresindeki insanları da harama teşvik eder.
Haram, yürüyen merdiven gibidir. Ayağını bastın mı bir daha yakayı kurtaramazsın. Seni alır, cehennemin dibine kadar götürür.
Haram yiyenin gözlerine siyah bir perde çekilir, artık helâli ve haramı ayırdedemez olur. Rotu çıkmış araba gibi, kime-neye çarpacağı belli olmaz.
Haram, insanın içini karartır. Haram yiyen kişiden iyi işler beklemek boştur. Çünkü küpün içinde ne varsa dışına o sızar.
Helâl yiyenlerin ise içleri nûrlanır. Bu nûrdan hikmet husule gelir. Hikmet ehlinde en güzel iş ve icraatlar zuhur eder.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Haramlardan sakın, insanların en âbidi olursun." (Tirmizî)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri, sâlih amelden evvel helâl olan şeylerden yemeyi emrederek:
"Helâl ve temiz olan rızıklardan yiyiniz ve sâlih ameller işleyiniz." buyurmuştur. (Müminûn: 51)
Mutlak helâl ile haram olmasında hiç şüphe olmayan şeylerin yanında bir de şüpheli saha vardır. İslâm, bu gibi şüpheli şeylere düşmekten sakınmayı takvâ kabul etmiştir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadîs-i şerîf'lerinde buyuruyorlar ki:
"Helâl apaçık belli, haram da apaçık bellidir. Bu ikisinin arasında şüpheli noktalar vardır. İnsanların çoğu bunu bilmezler. Şüpheli şeylerden kaçınanlar, dinini ve namusunu korumuş olurlar. Şüpheli şeylere düşenler, yasak bir koruluğun etrafında hayvan otlatan ve her an için koruluğa düşmek ihtimâli olan bir çoban gibidir. Dikkat ederseniz her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allah'ın koruluğu ise haramlardır." (Buharî. Tecrid-i sarih: 48)
Şüphelilerden kaçınan insan harama girmez, helâl hudutları içinde kalır.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz "Siz asıl ibâdetten gaflet ediyorsunuz. O ise şüpheli şeylerden sakınmaktır." buyurmuştur.
•
Hariçten gelen her şeyden ictinap etmemiz lâzım.
Bir defasında bir ahbabımız elma getirmiş. Hariçten gelen bir şeyi yemediğimizi bildiği için "Bu elmaları kendi bahçemden kendi elimle topladım" dedi. Yani bunu huzurla yiyebilirsiniz demek istedi. Allah râzı olsun en mühim şey onun hatırlaması ve getirmesi. Fakat nefsimizi alıştırmak istemediğimiz için yemekten sarf-ı nazar ettik. O zaman "Sizin bu hareketiniz verâdır" buyurdular. Demek ki takvâdan sonra verâya geçmek bununla kâim imiş. Bizi ancak takvâ muhafaza eder. Açıkta yanan bir mumu, hafif bir rüzgâr hemen söndürür. Şişenin içine girerse sönmez. İman meşâlesinin sönmemesi için takvâ şişesine ihtiyaç vardır.
Verâ ne kadar ince imiş değil mi? Bu süzgeçten süzülürsek incelmiş oluruz. Zaten tasavvufun mânâsı da süzülmek demektir. Bu süzülme evvelâ boğaza bir süzgeç koymakla başlar. Hatta bu arada nefsimizin hiç işine gelmeyecek bir hususu da arz etmiş olalım:
Dikkatle kendi öz kazandığımıza dahi şüphe gözü ile bakarsak, bizi ayakta gezdirecek kadar az yemek suretiyle şüpheden ve haramdan kurtulmuş oluruz. Süzgeç ince olursa, insan inceden inceye süzülür. Kalın olursa, ince haddelerden süzülmemiş olur. Kalın kalın kalırız. Tasavvuf'un derûnuna inmemiş, gaye ve hedefine varmamış oluruz. Kalın bir demirin ince haddelerden geçmesine imkân var mı?
Onun için boğaza çok dikkat edelim inşallah. İnsanın en büyük düşmanı karnıdır? Her şey atılır, onlar da her türlü gafletin sebebi olur.
Helâl lokma yiyebilmek için bugün müslümanların üzerinde durması gereken en mühim meselelerden birisi de, hayvan kesiminde Besmele çekilmesi ve etleri yenilip yenilmeyen hayvanların bilinmesi hususudur.
Çünkü besmele çekilmeden kesilen hayvan murdardır ve etinin yenmesi haramdır. Ecnebi devletlerden gelen ithal etlerin durumu da böyledir, asla yenmez.
Yenilmesi veya içilmesi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle kendi özündeki bir zarardan dolayı yasaklanmış bulunan şeylere necis denir.
Hayvan ölüsü, kan, domuz ve içki gibi faydalanılması câiz olmayan şeyleri satmak yahut bunlarla bir şeyi satın almak suretiyle yapılan alış-veriş bâtıldır. Çünkü alış-verişin şartı; satılan mal ile onun bedelinin şer'an haram olmamasıdır.
En'âm sûresi 145. Âyet-i kerime'sine göre, kendiliğinden ölmüş hayvan leşi, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilmiş hayvanlar olmak üzere haram yiyecekler dört sınıftır.
Allah-u Teâlâ insanlara neyi haram kıldığını kendilerine açıklamasını Peygamber'ine emrederek şöyle buyurmuştur:
"Resul'üm! De ki: Bana vahyolunanlar arasında, yiyen kişiye haram olduklarını bulduklarım yalnız şunlardır: Leş, akıtılmış kan, necis olan domuz eti ve Allah'tan başkasının adına kesildiğinden dolayı fısk olanlar." (En'âm: 145)
Mâide sûresi 3. Âyet-i kerime'sinde ise boğulmuş, bir yerine taş veya sopa vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış, putlar adına boğazlanmış hayvanları yemenin ve fal okları ile kısmet aramanın haram olduğu bildirilmektedir.
Boğulmak, başına tokmak vurulmak, bir yerden yuvarlanmak, süsüşmek, yırtıcı hayvan tarafından yaralanmak... gibi bir sebeple ölmek üzere bulunan hayvan yetişilerek kesilirse eti yenir.
Hayvanı keserken Allah'ın ismini anmak vaciptir. "Bismillahi Allahu Ekber" demek ise müstehaptır, daha faziletlidir.
Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen bir hayvan ölü mesâbesindedir ve fısk olduğu için Allah-u Teâlâ bunları haram kılmıştır. Buna fısk denilmesinin sebebi, fâsıklığın şümulü içine girmesindendir.
Allah-u Teâlâ çok açık bir hüküm olarak Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın âyetlerine inanan müminler iseniz, üzerlerine Allah'ın ismi anılmış (Besmele ile kesilmiş) hayvanlardan yiyin." (En'âm: 118)
Allah-u Teâlâ'ya iman edenler O'nun helâl kıldığını mübah bilirler, ondan istifade edebilirler, haram kıldığından da kaçınırlar. Bu, gönüllerindeki köklü imanın gereğidir.
Allah'tan başka birinin adı anılarak kesilen veya kesilmeden ölen hayvanlardan sakın yemeyin. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın âyetlerine iman etmek, Allah'ın helâl kıldığını helâl görmeyi ve yasakladığı şeylerden sakınmayı gerektirir.
"Size ne oluyor da üzerine Allah'ın adı zikredilenlerden yemiyorsunuz?
Halbuki o size mecbur kalmanın dışında, haram olan şeyleri geniş olarak açıklamıştır."(En'âm: 119)
Haram ile helâli birbirinden ayırmıştır.
"Kesilirken Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin. Çünkü onu yemek muhakkak ki bir fısktır, Allah'ın yolundan çıkmaktır." (En'âm: 121)
Besmelesiz kesilen hayvanı yemenin zararının ve bir cezâsının olduğunu muhakkak biliniz.
Dikkat edilirse arzettiğimiz bu beyanlar Allah-u Teâlâ'nın emir ve hükümleridir. Kim bu ilâhî hükümleri inkâr ederse kâfir olur.
"İmân-ı kâmil haramdan, tama'dan uzaktır." (Münâvî)
•
Kur'an-ı kerim'de genel olarak denizden elde edilen yiyeceklerin helâl olduğu bildirilmiştir.
"Deniz avı yapmak ve onu yemek hem kendinize hem de yolculara bir geçimlik olarak helâl kılınmıştır." (Mâide: 96)
"Hepsinden de taze et (balık) yersiniz." (Fâtır: 12)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'de deniz hakkında:
"Onun suyu temiz, içinde ölen(meytesi) helâldir." buyurmuştur. (Ebu Dâvud, Taharat 41)
Dinimizin iki temel kaynağı; Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'de deniz ürünleri ile ilgili olarak en başta bu deliller yer almaktadır. Bunun yanında Kur'an-ı kerim'de ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Hadis-i şerif'inde yenmesi helâl ve haram olan etler ile ilgili bazı açıklamalar yer almıştır. Bu açıklamalar bir bütün olarak göz önüne alındığında, her şeyden önce etleri yenebilecek hayvanlarla ilgili bir liste verme yönüne gidilmediği, sadece belli ilke ve ölçüler getirmekle yetinildiği görülür.
Belirttiğimiz gibi Kur'an-ı kerim'de yenmesi helâl olan etler ayrı ayrı belirtilmeksizin insanlara Allah-u Teâlâ'nın nimetleri hatırlatılmış ve müslümana yaraşan şeylerin yenmesinin gerekliliğine vurgu yapılmıştır.
Bunun için "İyi ve temiz şeylerin helâl kılındığı" belirtilerek en çok yenmesi mutat olan koyun, deve ve sığır gibi türlere (behimetü'l-en'âm) işaret edilmiştir.
"Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin." (Bakara: 172)
"Temiz olan şeyler size helâl kılındı." (Mâide: 4)
Kur'an-ı kerim'de yiyecekler konusunda haramlıkla ilgili açıklamaların ortak noktası ise, insanın tabiatı itibariyle "tayyibât" (iyi ve temiz) görülemeyecek nitelikteki "habâis" (temiz görülmeyen ve iğrenilen) şeylerin yenmemesi gereğidir. Burada geçen "habâis" ten olma vasfı, insan için zararlı olabilecek şeyleri içine aldığı gibi tabiatı gereği insanın iğrendiği tüm hayvanları da kapsayabilir. İslâm âlimleri, iğrenç tabiatlı ve pis olan bir takım hayvanların etlerini de haram kabul etmişlerdir; "Yılan, Fare, Kurbağa, Kaplumbağa, Köstebek, Kirpi, Salyangoz, Solucan, Sinek ve bütün haşarat..." gibi hayvanların bu gruba girdiğini ifade etmektedirler. İşte Hanefi mezhebi balık cinsinden olmayan; "Midye, Kalamar, Yengeç, Karides, Kerevit, İstiridye, İstakoz, Ahtapot..." gibi hayvanlar ile "Su aygırı, Deniz hınzırı..." gibi balık suretinde bulunmayan deniz ürünlerini bu kategoride değerlendirdiği için bu tür hayvanlar helâl değildir, etleri yenilmez. Balık sınıfına giren her nevi balık etleri helâldir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'de:
"Taze et yemeniz için denize boyun eğdiren Allah'tır." buyuruyor. (Nahl: 14)
Balığın yenilme helâliyetinin şartı, afet ile ölmüş olmasıdır.
Ağ ve olta afet olduğu gibi, balığın bir yere sıkışma, fırtına, dalga tesirleri ile, suyun çekilmesi, fazla sıcak veya soğuk olması gibi sebeplerle ölmesi dahi afet sayılır. Balıkların boğazlanması gerekmez.
Böyle bir âfete uğramaksızın herhangi bir tesir olmadan kendi başına ölmüşse eti yenmez.
Ölen balığın karın tarafı su yüzünde ise kendi başına ölmüş sayılır ve eti yenmez. Sırt tarafı su üzerinde ise, dış tesirle ölmüştür ve eti yenir. Balıklar temiz olmayan suda bulunsalar dahi etleri yenir.
Diğer taraftan sağlığa zararlı maddelerin alınmaması da İslâm'ın genel ilkelerinin gereklerindendir.
Bu konudaki somut yasaklar, Mâide sûre-i şerif'inin 3. Âyet-i kerime'sinde on madde halinde sayılmış ise de; bunların bir kısmı aynı grup içinde düşünülerek tamamının Bakara sûre-i şerif'inin 173. Âyet-i kerime'sinde yer alan dört ana maddede toplanması mümkündür:
"Allah size leşi, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası adına kesilen hayvanı kesin olarak haram kıldı." (Bakara: 173)
Kendiliğinden veya dini usulde boğazlanmaksızın ölmüş hayvan (meyte), akıtılmış kan, domuz ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar.
Bütün İslâm bilginleri, Allah'ın; dinî hüküm ve kaideleri, kullarının maslahatı için koyduğunda ittifak etmişlerdir. Bu maslahat ya faydalı olanı elde etmek (celb-ı menfaat) yahut da zararlı olanı gidermek (def-ı mazarrat) içindir.
Haram ve zararlı şeylerden kaçınmak farzdır. Helâlle haramı tetkik etmediği zaman artık onun yapamayacağı şey yoktur. İman sönüyor, iman sönünce vicdan sönüyor.
Haram ve murdarla bina edilen vücut sahibini haram ve murdar işlere cezbeder.
Bugün maalesef en az riayet edilen emir; helâl ve harama riâyettir. Zirâ ilâhî emaneti, vücudunu pis'lerle dolduran bir kimse ilâhî rahmete nâil olamaz.
Her türlü haram evvelâ içimizi tahrip eder, sonra da içeride kalmayıp kötülüğe tahrik eder.
Haram müminin içini, mâneviyatını tahrip eder, başka haramları işlemeye tahrik eder, çevresindeki insanları da harama teşvik eder.
Allah-u Teâlâ haram kıldığı şeyleri beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:
"Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın." (En'âm: 151)
Allah-u Teâlâ açığını da gizlisini de haram kıldı. Diğer kötülükler de böyledir.
Görülüyor ki Allah-u Teâlâ kötülüklerin yapılmasını değil, o kötülüğe götürecek sebeplere dahi yaklaşılmasını yasaklamaktadır.
Bazı kötülükler insanların gözlerinden gizli kalsa da Allah-u Teâlâ görmekte ve bilmektedir. Allah'tan korkan bir müminin günahların hepsini terketmesi, günah arzusunu kalpten tamamen silmesi gerekmektedir.
Dinimiz ahlâkımızı güzelleştirerek, kötülüklerden ve kötü huylardan kaçınmamızı emretmektedir.
Nefs-i emmâreye mağlup olan, masivâ bataklığına dönen bir kimsenin kalbi hastadır. Hasta olan bir insan güzel yemeklerin lezzetini anlayamadığı gibi, kalbi hasta olar bir kimse de ibadetlerinden lezzet alamaz. Ağız tadının geri gelmesi, hastalığının tedâvisine bağlıdır.
Binaenaleyh; fâiz, içki, kumar, hırsızlık gibi işlenmesi kesinlikle yasak edilen fiiller haramdır.
Haram işleyenler dünyada şer'î cezâlara, âhirette ilâhi azaba uğrarlar. Haram işlemeyi terk edenler sevap ve mükâfatını görür. Haramı helâl sayanlar ise dinden çıkar.
Bunun sebeb-i hikmeti; Allah-u Teâlâ'nın emirleri tebliğ edilmedi. Çocuklara İslâm öğretilmedi. Helâl ve haram aranmadı. Hepsini yedirdi ve İslâm dininden çıktıklarından ötürü bu hâle düştüler.
Ahkâm öğretilmedi, helâl lokma aranmadı, bankaya girip çıkıldı ve bu halk bu hale geldi.
Düzce'de Hacı Yahya Efendi'nin oğlu Mustafa vardı. O zaman Düzce'de bir tane banka vardı, belki de kırk sene evvel şöyle anlatmıştı:
"Benim babam esnaftı, beraberce İstanbul'a gittik. Beni bir dükkana bıraktı, kendisi alış-verişe gitti. Kaldığım dükkanın sahibi hıristiyandı. Bana: 'Düzce'de banka var mı?' diye sordu. Ben de iftiharla: 'Var.' dedim. 'Baban bu banka ile iş yapar mı?' diye sordu. 'Yapmaz' dedim. 'Eğer müslümanların oraya girip çıktığını görürsen, onların işinin bittiğini bil!' dedi, tâ o zaman."
Demek ki plânları çok evvelden kurmuşlar. İşte bu milleti harap eden bu bankalardır. Çünkü helâl para haram olmuştur, kişi fâize bulaşmıştır. Ahkâm öğretilmedi, helâl yedirilmedi, onun için bu hale düştü bu millet. Bunlar küfre özeniyor, küfür İslâm'a imreniyor. Dini yok, imanı yok, bilgisi yok.
Küffar bu necip milleti hiçbir şekilde yenemedi, bozamadı. Ancak hayasızlığı aşılamakla, fâizi sokmakla, haram lokmayı tattırmakla, bu güzel millet bozuldu.
Dinimiz fâiz ile fâizin girdiği bütün kazanç yollarını kesin olarak haram kılmıştır.
Haram oluşu hem Âyet-i kerime hem Hadis-i şerif ile sabittir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'lerinde fâizi şiddetle yasaklamıştır:
"Fâizi yemeyiniz!" (Âl-i imran: 130)
Fâiz kesinlikle haram olduğu için, haram bir fiili işlemek Allah-u Teâlâ'nın cezasını mucip olur, fâiz yemek de cezayı gerektirir. Faiz yiyenler dünyada ve ahirette bu suçun ağır cezasını çekerler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Fâiz yiyenler: 'Fâiz ticaret gibidir' dedikleri için kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi ihtiyaçlar içinde kalkacaklardır.
Oysa, Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır." (Bakara: 275)
Allah-u Teâlâ fâizi ve fâizin girdiği bütün kazanç yollarını kesin olarak haram kıldığı halde; fâiz ile alış-veriş yapıp insanların kanlarını emenler, menfaatleri doğrultusunda fâiz alıp-vermekten çekinmeyenler, Âyet-i kerime'de belirtildiği üzere kıyamet günü kabirlerinden delirmiş gibi perişanlık içinde kalkarlar. Kör gibi, el yordamıyla hareket eden kimse gibi sağa sola yıkıla yıkıla çaresiz olarak dolaşırlar. En çirkin ve en kötü bir görünümle mahşer yerinde teşhir edilirler. Bu hal onların ayrıca özelliği olacaktır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Allah fâiz yiyeni, yedireni, şahitlerini ve kâtibini lânetlemiştir." (Tirmizi)
"Fâizde alan-veren eşittir. (günaha ortaktır.)" (Müslim)
Fâizin helâl olduğunu iddiâ etmek küfürdür.
Cahiliye adetlerinin en yaygınlarından birisi de fâizdir. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Vedâ Haccı'nda cahiliye adeti olan fâizi ayakları altına aldığını ve kaldırdığını beyan etmişti. Kaldırdığı ilk fâiz de amcası Hazret-i Abbas -radiyallahu anh-in fâizi idi.
İnsanlar arasındaki sevgi, saygı ve yardımlaşma duygusunu yok eden, mal hırsını arttırıp Allah'a karşı kulluk ve infak vazifesini unutturan fâiz ile fâizin girdiği bütün kazanç yollarını dinimiz kesin olarak haram kılmıştır. Şüpheli şeylerden korunmak mendup olduğu halde, fâiz şüphesinden korunmak vâcibtir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz fâizin her çeşidinin günahını otuz altı zinâya eşit saymıştır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın." (Bakara: 278)
Allah-u Teâlâ müminlerin iman etmiş olabilmeleri için fâizi terk etmelerini şart koşuyor ve imanı fâizi bırakmaya bağlıyor. Allah'tan korkup da arta kalan faizden vazgeçmedikleri takdirde imanla alâkaları kalmıyor. Onlar her ne kadar mümin olduklarını iddiâ etseler de mümin değildirler. Allah-u Teâlâ'nın beyanı, şüphe bırakmayacak şekilde açıktır ve katidir.
"Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah'a ve peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin." (Bakara: 279)
Fâizciler hakkında buyurulan hem lâfzî hem de manevî ve şiddetli tehdit hemen hemen başka hiçbir tahrim âyetinde yer almış değildir.
Allah ve Resul'üne harp ilân etmiş olan bu gibi kimseler en şiddetli bir dil ile lânetlenmişlerdir.
Aslında onların ne Hazret-i Allah'la ne de Resul'ü ile harp etmeleri mümkün değildir. Asıl harbi Allah ve Resul'ü onlara açmıştır. Fâizcilerin dünya ve ahirette hezimete uğrayıp perişan olmaları mukadderdir.
Onların Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm'a harp ilan etmelerinin mânâsı; Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm'a en büyük isyan ve tuğyanda bulunmanın ifadesi demektir. Böyle bir durumda, Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm'a harp ilân edip büyük isyanda bulunanlara müslüman denir mi?
•
Dışarıdaki kâfirlere her zaman savaş açmak zaruri ve gerekli olmadığı halde, bunlara savaş açmak kayıtsız şartsız vacip kılınmıştır.
"Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz." (Bakara: 279)
Fakat tevbe etmezseniz, dinden çıkmanızdan dolayı ilâhî harbe muhatap olmakla kendinize yazık etmiş olursunuz.
Hükmü yalnızca fâizi ilgilendiriyor gibi görünen bu Âyet-i kerime'ler, muhtevası ve delâleti bakımından bir çok yasaklara âit hükümleri de içine almaktadır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz miraç gecesinde fâizcileri Âyet-i kerime'nin tasvir ettiği şekilde görmüştür.
"Bundan böyle kime Rabb'inden bir öğüt gelir ve fâizcilikten vazgeçerse, geçmiş günahları kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah'a âittir.
Kim de tekrar fâize dönerse onlar cehennemliktirler. Orada ebedi olarak kalacaklardır." (Bakara: 275)
Zira onlar fâizi helâl görmek suretiyle kâfir olmuşlardır. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın haram kıldığı bir hükmü helâl gören kimse kâfirdir.
"Allah fâizle kazanılanı eksiltir, bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise artırır. Allah küfran-ı nimette bulunan günahkâr hiç kimseyi sevmez." (Bakara: 276)
Fâizi helâl kılarak, fâiz yiyerek isyana devam etmek suretiyle küfrü gittikçe büyüyen, artan ve katmerleşen hiç kimseyi sevmez, aksine nefret eder.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde mümin kullarına hitap ederek fâiz almayı ve kat kat fâiz yemeyi kesin olarak yasaklamakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak fâizi yemeyiniz, Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz." (Âl-i imran: 130)
Fâizin kat kat artırılması, bir borca geçmişi eklene eklene fâizin ana para kadar veya daha çok miktarı bulması demektir. Sonuç olarak fâizin azı da çoğu da haramdır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Fâiz yetmiş çeşit günaha sebeptir. Bunların en hafifi, kişinin anası ile zinâ etmesi gibidir." (İbn-i Mâce: 2274)
Size bir temsil arzedelim:
Bir baba oğlu ile Hacc'a giderken bir handa kalıyorlar. O gece baba vefat ediyor. Oğlu bir bakıyor ki ceset hınzır suretine dönüşmüş, o kadar müteessir oluyor ki, o üzüntü ile kendinden geçtiği bir anda kapının açıldığını, içeriye nûranî bir zâtın girdiğini görüyor.
Gelen o zât, babasının örtüsünü açıyor ve eliyle meshediyor. Elinin meshettiği yerler hem nur oluyor, hem de sıfatı değişiyor. Genç hayretle "Siz kimsiniz ki, beni bu kadar sıkıntılı bir anda kurtardınız?" diye sorduğunda:
"Ben âhir zaman peygamberiyim. Babanın bu hâle düştüğünü melekler bana haber verdi. Ben de Allah-u Teâlâ'dan ona şefaat etmem için izin istedim, bana o izni verdi. Çünkü baban her gece yüz salâvât-ı şerife getirmeden yatağına girmezdi. Bu hâle dönüşü de fâiz yüzündendi."
Fâiz deyince bir şey daha ilâve edeceğim. Bir gün Manisa'dayım. Bir zât bir şeyler söylemek istiyor, fakat çekiniyor. Bunu anlar gibi oldum. "Buyurun" dedim. "Ben" dedi. "Mühim rüyâ gördüm, annemle zinâ halinde imişim." "Fâizle iş yapıyor musunuz?" dedik "Tüccarım." dedi. Bu budur.
Bir noktayı daha ilâve edeyim. Bir gün Giresun'dan bir zât geldi. "Ben o bölgenin tüccarıyım, yirmi iki-yirmi üç milyarla iş yapıyorum, buna rağmen sıkıntıdayım. Duydum, bunun hikmetini sormak için geldim." dedi. "Fâizle iş yapıyor musunuz?" "Yapıyorum." dedi. Manisa'daki durumu ona arzettik, "Aynı rüyâyı ben de gördüm." dedi.
İşte efendiler fâiz budur. İstediğiniz kadar alın.
İşte kardeşler, Hazret-i Allah'a dönmemiz için bu son bir fırsattır.
Hiçbir fâizcinin bu domuz şekline dönmeyeceği hayalinize bile gelmesin!
Âhirete de bu şekilde intikal edecek. İşte fâizcilerin âkıbeti budur.
•
Bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:
"Menfaati celbeden her borç, fâiz gibi haramdır." (C. Sağir)
Bugün fâizsiz banka adı altında finans kurumlarının da diğer bankalardan hiçbir farkı yoktur.
Kredi kartı hakkında Zât-ı Âlileri'ne sorulduğunda:
"Sakın yanaşma oraya, şüphe ettiğiniz şeyden kaçmadıkça imanınızı kurtaramazsınız."
"Elhamdülillah ihvan bu harama bulaşmadı." buyurmuşlardı.
•
Bulunduranlar; "Nasıl kaldıralım, müşteriler kaçıyor?" diyorlar.
Hazret-i Allah bu hususta Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:
"Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri (cimriliği) telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vâdeder. Allah ihsanı bol olan ve her şeyi hakkıyla bilendir." (Bakara: 268)
"Zengin eden de O'dur, sermaye veren de O'dur." (Necm: 48)
"Bilmiyorlar mı ki Allah, rızkı dilediğine bol bol verir, dilediğine de kısar. Şüphesiz ki bunda iman etmiş bir kavim için âyetler (ibretler) vardır." (Zümer: 52)
Bakkallık yapan bir misafir, sigara satmak istemediğini, fakat satmazsa müşterisinin azalacağından korktuğunu arz etti.
Size bu kardeş cevap versin diyerek orada bulunan ve bakkallık yapan bir ihvanı işaret ettiler.
"Efendim sigarayı bıraktıktan sonra müşteri daha da arttı." demesi üzerine şu izahatı yaptılar:
Hakk'tan mı bekliyoruz, halktan mı bekliyoruz? Biz insanlar hep imtihandayız. Çünkü rızık gökten gelir, Hazret-i Allah lütfetmedikçe ele düşmez. Tabii ki bizim imanımız zayıf olduğu için, bu gibi birçok mütereddit hallerimiz zuhur ediyor.
Hayatî zaruretler olmadıkça borçlanılmamalıdır. Zirâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz borcu mekruh kılmıştır.
Namazlarında çok zaman; "Allah'ım! Günahtan ve borçtan sana sığınırım." diye duâ ederlerdi.
"Yâ Resulellah! Sık sık borçtan Allah'a sığınıyorsunuz" denildiğinde; "İnsan borçlandığı takdirde, söyleyince yalan söyler. Söz verir de sözünde duramaz." buyurmuşlardır. (Buhârî)
Umumiyetle borç kanaatsızlıktan doğmaktadır. Bugün meşru kazancı ile iktifâ etmeyip lüks ve israfa dalarak borçlananlar, ağır ve mesuliyetli bir yükün altına girmektedirler.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise borç ile küfrü eşit tutmuştur. (Nesâî)
Kul borcu ile ölmek ve huzur-u ilâhi'ye kul hakkı ile varmak, küfürden sonra en büyük günahtır.
Bunun içindir ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz mutadı olarak namazı kılınmak üzere bir cenaze getirildiğinde mevtanın geçmiş hayatının hiçbir safhasını sormazlardı. Yalnız "Onun borcu var mıdır?" diye sorarlardı. Eğer "Borcu vardır." denilirse kılmaktan vazgeçerler, "Borcu yoktur." denilirse cenazenin namazını kılarlardı.
Bir müminin bütün borçlarını açık bir şekilde yazarak vasiyet etmesi son derece mühimdir.
Vasiyet etmemek kabirde, üzerinde kul hakkı olduğu halde yatmaya sebeptir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Borçlu kabirde mahpustur." (Camiüs-sağir)
"Borçlu olarak vefat edenlerin kabirlerinde elleri omuzlarına bağlıdır. Borçlarının ödenmesinden başka bir şey ellerini açamaz." (Münavî)
"Sizin hayırlınız şu kimsedir ki, zimmetinde olan borcu hak sahibini incitmeden ifâ eder." (Buhârî)
Kul hakkı ile huzur-u ilâhi'ye giden, borcunu sevaplarından ödemek mecburiyetinde bırakılır.
Bir kimse vefat ettiğinde, varisleri malının üçte birinden ilk önce borçlarını ödemelidirler.
Bir gün bir kadın geldi, bir rüyâ anlattı. "Yüksekçe bir yerde oturuyordum. Bir baktım aşağıdan uzun bir fare geliyor. Bana dediler ki: 'Bu senin kocandır.' O benim nasıl kocam olur derken, yüzüne dikkatlice baktım, hakikaten de ona benziyordu."
"Evet evet hanım dedik, sıfat-ı hayvaniye böyledir. İnsan yarın bu kalıp elbisesini soyduğu zaman, asıl sureti meydana çıkacak. Her insanda bu sıfatlar mevcuttur, ancak izale edenler müstesna."
Niçin fare olarak göründü? Hırsızlık yaptığı için.
Memur veya bir işçinin, hasta olmadığı halde istirahat raporu alması da haksız kazançtır. Kazancın helâl olması, kişinin o parayı haketmesi ile mümkündür.
Binaenaleyh vazife yapılmadan alınan para haramdır. Kişi hem yalan söylemektedir, hem sahtekârlık yapmaktadır, hem de vazifeden kaçmaktadır.
Diğer taraftan hasta olmadığı halde hasta görünmekle şu Hadis-i şerif'in şümulüne girmektedir:
"Hasta olmadığınız halde kendinizi hasta göstermeyiniz. Hemen hasta olursunuz ve ölürsünüz."
Eğer gerçekten zaruri bir iş için rapor alınmışsa, o günlerin hesabı yapılır, maaştan kesilerek çalıştığı daireye harcanır. Çünkü o senin hakkın değil.