Ebu Cehil'in kardeşi ve Halid bin Velid -radiyallahu anh-in amcasının oğlu idi ve Kureyş'in eşrafındandı. Resulullah Aleyhisselâm onun câhiliye devrinde misafirleri ağırladığını ve halka yemekler yedirdiğini anar:
"Allah'ın onu İslâmiyet'e hidayet etmesini ne kadar arzu ederdim." buyururdu.
O da Fetih günü korkusundan Ebu Tâlib'in kızı Ümmü Hâni -radiyallahu anhâ-nın evine sığındı. Durumu Resulullah Aleyhisselâm'a arzedince:
"Senin himayene aldığın, bizim de himayemizdedir, senin eman verdiğine biz de eman vermişizdir." buyurdu.
Hâris bin Hişam der ki:
"Müşriklerin, kendisine karşı koydukları her yerde Resulullah Aleyhisselâm'ın beni de gördüğünü, buna rağmen bana gösterdiği iyiliği ve merhameti hatırladıkça, beni görmesinden utanır olmuştum.
Mescid-i haram'a girdiği sırada kendisine rastladım. Beni güler yüzle karşıladı. Yanına varıncaya kadar ayakta durdu, selâm verdim ve hemen şehâdet getirip müslüman oldum.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm:
"Hamdolsun o Allah'a ki sana doğru yolu gösterdi, İslâmiyet'i nasip etti. Senin gibi bir insanın İslâmiyet'i bilmemesi düşünülemez." buyurdu."
Hâris -radiyallahu anh- Ashâb-ı kiram'ın üstünlerinden ve hayırlılarından olmuş, daha sonra da Yermük savaşı'nda şehit düşmüştür.
Kocası Ebu Süfyan'la beraber müslümanlığa düşmanlığı ile tanınıyordu. Uhud'da şehit düşen Hazret-i Hamza -radiyallahu anh-in karnını deşmiş ve ciğerini dişleyerek çiğnemişti.
Kadınların biatı sırasında Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna bir grup kadının arasında kendisini gizleyerek geldi ve kocasından bir gün sonra müslüman oldu. Evindeki bütün putları kırdı:
"Sizin sebebinizle aldandım!" diye söylendi.
Daha sonra İslâm'da sebat etti. Hatta Resulullah Aleyhisselâm'a:
"Şimdiye kadar yeryüzünde en çok kızdığım senin çadırındı, şimdi ise en sevdiğim çadır odur." derdi.
Yermük savaşı'nda kocası ile beraber bulundu. İslâm mücâhidlerini Rumlar'a karşı gayrete getirmeye çalıştı.
Resulullah Aleyhisselâm fethin ikinci günü Safâ tepeciğinde duâ ile meşgul bulunduğu bir sırada Ensâr'dan bazıları:
"Mekke-i mükerreme'nin fethinden sonra acaba yine Medine'ye dönecek mi? Yoksa, içinde doğup büyüdüğü Mekke'de yerleşip kalır mı?" diye kendi aralarında endişe etmeye ve konuşmaya başladılar.
Resulullah Aleyhisselâm, endişelerini öğrendikten sonra şöyle buyurdu:
"Ey Ensâr! Ben Allah'ın kulu ve Resul'üyüm. Böyle şeyden Allah'a sığınırım. Memleketinize hicret ettim. Hayatım hayatınızdır. Ölümüm de sizin yanınızdadır."
Ensâr'ın endişesi de böylece dinmiş oldu, sevinçten ağlaştılar.
Resulullah Aleyhisselâm Mekke'de on beş gün kaldı. İlk bir hafta içinde her tarafa askeri birlikler sevkederek İslâm'a uymayan her şeyi değiştirmelerini onlara emretti.
Hâlid bin Velid -radiyallahu anh-i, Nahle'de bulunan Uzzâ putunu yıkıp parçalamaya gönderdi.
Amr bin Âs -radiyallahu anh-, Hüzeylîler'in putu olan Süva'ı yıkmaya gönderildi.
Sa'd bin Zeyd -radiyallahu anh-, Müşellel'deki Menat putunu yıkmaya gönderildi.
Hepsi de görevlerini başarı ile tamamladılar. Putların yıkılması ve bu putların hizmeti için yapılan tapınakların yerle bir edilmesinin, putperestliğin ve putların kudsiyetinin çökertilmesinde çok büyük etkisi oldu. Putperestliğin kökleri temelden sökülüp atılmıştı.
Resulullah Aleyhisselâm evlerde bulunan küçük ve önemsiz görünen putları bile kırdırıp attırırken; putların yıkılmasına karşı çıkan, kızan ve mâni olmaya çalışan hiç kimseye hoşgörülü davranmamıştır.
Allah-u Teâlâ Mekke'nin fethinden önce infak etmenin, fetihten sonra yapılacak infaktan hayırlı olduğunu şöyle beyan buyuruyor:
"İçinizden fetihten önce infak edenler ve savaşan kimseler, daha sonra infak edip savaşanlarla bir değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha üstündür. Allah hepsine de en güzel olanı (cenneti) vâdetmiştir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (Hadîd: 10)
Elbette öncekilerin dereceleri daha yüksektir. Çünkü Fetih'ten önce müslümanlar büyük bir darlık içinde idiler, sayıları azdı. Fetih'ten önceki infak ve cihatta daha büyük fedakârlık bulunduğu için mükâfat da pek fazladır. Fetih'ten sonra Allah-u Teâlâ İslâm'ı güçlendirdi, insanlar bölük bölük İslâm'a girdiler.
Her iki kısım da mükâfatı haketmiştir ve fakat birinin mertebesi diğerinden üstündür. Çünkü onlar en nazik durumlarda Allah yolunda canlarını bile tehlikeye attılar, mallarını çekinmeden sarfettiler.
Her ne kadar dereceleri farklı bile olsa, hepsi de en güzel olanı seçmişlerdir. Farklılığa rağmen hepsine de güzel mükâfat verilecektir.
Resulullah Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'ya iman etmek üzere Mekke çevresindeki bazı kabilelere askeri birlikler göndermişti.
Halid bin Velid -radiyallahu anh- Uzzâ putunu yıkıp Mekke'ye dönünce, onu da üç yüz kişilik askeri bir birliğin başına geçirerek Cezîme kabilesine gönderdi. Halid -radiyallahu anh- onları sadece İslâm'a dâvetle iktifa edecek, çarpışma yapmayacaktı.
Cezîme oğulları Halid -radiyallahu anh-in üzerlerine geldiğini görünce silâha sarıldılar. Halid -radiyallahu anh- onlara:
"Silâhlarınızı bırakın, herkes müslüman oldu, siz de İslâm'a girin!" diyerek onları İslâm'a dâvet etti.
Silâhlarını bıraktılar, fakat: "Biz müslüman olduk!" mânâsına gelen "Eslemnâ" demeyi beceremediler de: "Saba'nâ! Saba'nâ!.." dediler. Bu söz "Biz bir dinden çıkıp diğer bir dine girdik." mânâsına geliyordu.
Halid bin Velid -radiyallahu anh- bu sözü yanlış anladı, bir kısmını esir aldı, bir kısmı öldürüldü.
Bu haber Resulullah Aleyhisselâm'a ulaşınca son derece üzüldü, hemen ellerini kaldırdı ve:
"Allah'ım! Halid bin Velid'in işlediği bu işten uzak olduğumu sana arzederim." diyerek Allah-u Teâlâ'ya sığındı.
Sonra da Hazret-i Ali -radiyallahu anh-i yanına çağırtarak ona bir miktar mal verdi ve:
"Yâ Ali! O kavmin yanına git ve durumlarını gör. Uğradıkları zararı telâfi et. Câhiliye âdetlerini de ayaklarının altına al ve sakın ona itibar etme." buyurdu.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm'ın kendisine vermiş olduğu mal ile birlikte Cezîme oğulları'nın yurduna geldi. Onların kan bedellerini ve zarara uğrayan mallarının bedellerini, köpeklerinin kaplarına varıncaya kadar hepsini ödedi. Elinde bir miktar mal da artmıştı. İşini bitirdikten sonra: "Kan ve mal bedeli olarak hakkını vermediğim kimse kaldı mı?" diye sordu. "Hayır!" diye cevap vermeleri üzerine: "Elimde kalan şu malı da ihtiyat olarak size veriyorum. Çünkü Resulullah Aleyhisselâm bu malı, sizin bilmediğiniz fakat kendi bildiği bir sebeple göndermiştir." dedi. Elinde kalan malı da dağıttıktan sonra Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına döndü. Resulullah Aleyhisselâm'a durumu anlattığında:
"İsabet etmişsin, çok iyi etmişsin." buyurdu.
Bu hadise ile ilgili olarak Halid bin Velid -radiyallahu anh- ile Abdurrahman bin Avf -radiyallahu anh- arasında münakaşa olmuş, münakaşa büyümüş, hatta çatışma noktasına gelmişti. Bu haber Resulullah Aleyhisselâm'a ulaşınca Halid bin Velid -radiyallahu anh-e hitaben:
"Yâ Halid! Ashâb'ıma ilişme! Vallâhi Uhud dağı altın olup sana verilse, sen de onu infak etsen, yine de Ashâb'ımdan bir kişinin bile, tan yeri ağardıktan güneş doğana kadar yaptığı işin sevabına ulaşamaz." buyurdu.
Bu hadise Halid bin Velid -radiyallahu anh-in dâvet metodunu öğrenmesi için hayatında aldığı en büyük terbiye dersidir. Bu ders ona savaşın savaş için yapılmadığını, iyi bir savaş kumandanı olmadan önce iyi bir dâvetçi olması gerektiğini öğretmişti.